ARAŞTIRMACI YUNUS ZEYREK:
"SARI GELİN, TÜRK TÜRKÜSÜDÜR"
Türk araştırmacıları, geçmişi Osmanlı'ya dayanan ve son dönemlerde dilden dile dolaşan 'Sarı Gelin' türküsünün Ermeni eseri olduğu yönünde ortaya atılan iddiaları belgeleriyle bir kere daha çürüttü.
ARAŞTIRMACI, ZEYREK İDDİALARI ÇÜRÜTTÜ
Aralarında Arif Sağ, İbrahim Erkal ile Yavuz Bilgöl'ün de bulunduğu sanatçıların albümünde yer alan ve bazı filmlere jenerik müziği olan Sarı Gelin türküsünde adı geçen gelinin bir Ermeni kızı olduğunun öne sürülmesiyle başlayan tartışmalara son nokta konuldu.
TÜRKÜNÜN ERMENİLYERLE ALAKASI YOK
Araştırmacı Yunus Zeyrek tarafından hazırlanan "Sarı Gelin Türküsü ve Efsanesi" isimli araştırmada, türkünün çıkış noktası, yazıldığı dönem ve kahramanları incelendi. Sarı Gelin türküsünün Kuzey Anadolu'da ortaya çıktığının anlatıldığı araştırmada, türküde adı geçen gelinin, eski çağlardan beri Çoruh ve Kür ırmakları boyunda yaşayan Hıristiyan Türk olan Kıpçak Beyi'nin kızı olduğu belirtildi. Türkler'in büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçaklar'ın diğer bir adının 'Kuman' olduğunun hatırlatıldığı araştırmada, diğer kavimlerin ise Kıpçaklar'ı 'sarışın' anlamına gelen bu isimle andığı kaydedildi. Sarı Gelin türküsüne ilişkin Erzurum ve Kars bölgesinde yaşanılan farklı efsanelerin anlatıldığını dile getirilen araştırmada, ancak hiçbirinde Ermeni izine rastlanılmadığı ifade edildi.
"TÜRKÜYÜ ORTAYA ÇIKARAN HALK EDEBİYATI VERİLERİNE SAHİBİZ"
Sarı Gelin türküsünün ortaya çıktığı coğrafyada Türk unsurunun hakim olduğunun vurgulandığı araştırmada, şu ifadelere yer verildi:"Ermeniler ise bir azınlıktır. Büyük imparatorluklar kurmuş bir milletin, kendi himayesinde yasayan bir azınlıktan türkü, hele oyun havası alması uzak bir ihtimaldir. İkinci bir husus da türkünün dayandığı mevcut folklor malzemesidir. Bu malzeme olmasaydı, türkünün kaynağı meçhul kalacaktı. O zaman, bir propagandaya malzeme olsa da, türkünün Ermeni mahsulü olup olmadığı tartışılabilirdi. Halbuki durum öyle değil. Türküyü ortaya çıkaran kuvvetli halk edebiyatı verilerine sahibiz. Osmanlı Devleti zamanında, Türk'ün sadece kuvveti değil kültürü de üstündü. Bu üstünlük, diğer kavimleri de derinden etkilemiştir. Klasik müziğimizdeki Ermeni besteciler, bunun açık delilidir. Bizim ruhumuzu terennüm eden nağmeleri onlara çaldıran ve söyleten, bizim kültürümüzün zenginliği ve derinliğidir. Ermeniler'in aşık edebiyatımızdaki yeri üzerinde layıkıyla durulmamıştır. Bilhassa XIX. yüzyılda çok güçlü olan aşık edebiyatımızın etkisinde kalan Ermeni aşıklar bulunmaktadır. Buna en canlı örnek, Ahilkelekli Kenziya'dır."
İŞTE 'SARI GELİN'İN HİKAYESİ
"Sarı Gelin Türküsü ve Efsanesi" araştırmasında Sarı Gelin türküsünün en yaygın efsanesi şöyle anlatılıyor:
"Şeyh Abdülkadir Geylani'nin müritlerinden Sanani, şeyhine darılarak firar etti. Yolu Erzurum ve Oltu'ya düştü. Burada tanıştığı bir dervişle yola çıktılar. Penek suyu kıyısına geldiklerinde, derviş genç Sanani'den kendisini karşıya geçirmesini istedi. Sanani, bu teklifi kabul etmeyince, dervişin, 'Benden esirgediğin omuzlarına, domuz yavruları binsin!" bedduasına uğradı. Misafir oldukları Hıristiyan Penek Beyi'nin güzel kızına vurulan Sanani, misafirliği uzattı ve sarayın hizmetçileri arasına katıldı. Kendisi sarayın domuz çobanı olmuştu. Şeyhi Geylani, müridi Sanani'nin bu halini öğrendi ve çok üzüldü. 500 müridinden, onu kurtarmalarını, gerekirse sevgilisiyle birlikte getirmelerini istedi. Müritler, Sanani'yi, domuz güderken buldular ve şeyhin isteğini Sanani'ye bildirdiler. Sanani, ancak sevgilisiyle birlikte gelebileceğini söyledi. Bir sabah erkenden kızı aldığı gibi, kendilerini bekleyen müritlere doğru yola çıktı. Hep birlikte karlı dağa doğru yürüdüler. Onların yokluğunu anlayan saray görevlileri, çevre köyleri aradılar, bulamadılar. Dağlara yöneldiler. Aşıklar ve müritler, takip edildiklerini anlayınca kaçmaya başladılar ve dağın güneyine sarktılar. Takipçiler yetişince çetin bir savaş oldu. Bugünkü Allahuekber Dağları adını bu müritlerin 'Allahuekber' sedalarından almıştır. Aşıkların ve müritlerin mezarları da bugün ziyaret yeridir."