Başbakan Davutoğlu, "Şimdi de şehrin etrafındaki yerleri temizleyeceğiz. Talimatımız çok açık ve net ve bundan geri dönüş yok. Halka baskı uygulayan ne kadar yer varsa, işte bazı yerlerde böyle yapılanmalar, şehir etrafında hepsi tasviye edilecek" dedi.
TÜRKİYE SANDIK YOLUNDA BAŞBAKAN İLE ÖZEL
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Show TV'deki "Türkiye Sandık Yolunda Başbakan ile Özel" programında gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. AK Parti'nin milletvekili aday listesi hatırlatılarak, "Buna bir öze dönüş listesi diyebilir miyiz? Neden ihtiyaç duyuldu" denilmesi üzerine Başbakan Davutoğlu, siyasi hareketlerin yaşayan varlıklar olduğunu ve belli bir dinamik şart içinde kendini yenilemesi gerektiğini vurguladı.
Çıktığı zamana doğru hitap edebilen ve değişen şartlara en iyi şekilde uyum sağlayan partilerin hayatını sürdürdüğüne dikkati çeken Davutoğlu, "AK Parti hareketi 2001 yılının 14 Ağustos'unda yola çıktığında zamana doğru hitap ettiği için, o anın şartlarını en iyi okuyan parti olduğu için 1,5 yıl sonra iktidara geldi. Daha sonra da her değişimi doğru okuduğu için, bazen iniş çıkışlar yaşandığı anlarda dahi kendini toparlayabildi" diye konuştu.
Başbakan Davutoğlu, bunun önemli bir özellik olduğunu belirterek, şunları söyledi:"7 Haziran seçimleri bize AK Parti'nin tazelenmekle köklü geleneğini sürdürmek arasındaki dengeyi doğru muhafaza etmesi gerektiği dersini verdi tabiri caizse. O açıdan da gerek 7 Haziran akşamı genel merkez balkonunda yaptığım konuşmadan şu ana kadar yaptığım her konuşmamda, '7 Haziran mesajını doğru alacağız, kurucu değerlerimizden sapmayacağız". Bu değerler 14 Ağustos 2001'de Cumhurbaşkanımızın, kurucu genel başkan olarak yaptığı konuşmada olan ortak akıl, tek akıl değil ortak akıl, ortak vicdan, şeffaf yönetim, bunlar hep bu konuşmada yer alan hususlar, tevazu. Bunların derlenip toparlanması lazım. Yani hepimiz insan olarak da karşı karşıya kalırız tarih içinde de siyasi yapılar da karşı karşıya kalmıştır, gücün, güç sahibi olmanın ortaya çıkarabileceği bazı yeni durumlar ve algı problemini de ortaya çıkaran şartlar oluşmuşsa gücün tekrar en iyi şekilde kullanımının önünü açmak lazım."
"Bu aslında tam bir öz eleştiri değil mi" sorusuna Başbakan Davutoğlu, "Tabii. Öz eleştiri yapmazsınız kendinizi yenileyemezsiniz. Biz her zaman şahsi olarak da öz eleştiri yapmak durumundayız" yanıtını verdi.
Başbakan Davutoğlu, siyasi hareketlerin öz eleştiriyi ortak yapmak zorunda olduğunu belirterek, 7 Haziran'dan sonra partisinin milletvekilleriyle, eski ve mevcut MKYK üyeleriyle, bütün yapılarıyla toplantılar yaptığını hatırlattı.
"O ZAMAN MEÇHUL İSİMLERDİ"
"Yüzde 41 az bir oy oranı değil ama buna rağmen biz bu öz eleştiriyi yaptık" diyen Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:"Devam etmesi gereken şey ne? Bu kurucu ilkeler. Bunların yozlaşmasına, sapmasına izin vermemek lazım. Yine devam etmesi gereken şey ne? İnsan kaynağı kolay oluşmuyor. Bugün aday tanıtım toplantısına giderken bir an geriye doğru döndüm, yani kendi konuşmamın çerçevesini, bundan önceki aday tanıtım toplantıları hangi psikolojide nasıl cereyan etti diye, ilk aday tanıtım toplantısı olması gereken 2002'de Sayın Cumhurbaşkanımızın yasaklı ilan edilmesi dolayısıyla yapılamıyor ama o dönemin kurucular kurulu, kurucu MKYK'sını aldığınızda veya AK Parti kadrolarının isimlerine baktığınızda listeye, şu anda herkesçe çok bilinen isimler o zaman meçhul isimlerdi. Çok başarılı gördüğünüz isimler o zaman yeni, denenmemiş isimlerdi. Ali Babacan'dan, Recep Akdağ'a, Binali Yıldırım'dan Veysel Eroğlu'na. Bugün herkesin hemen hemen bildiği isimler o zaman daha bilinen isimler değildi. O, kamuoyunca meçhul ama çok kıymetli isimler zamanla kendilerini ispat ederek kamuoyunun önünde bir yer edindiler. Yani AK Parti'nin en büyük başarısı çok geniş bir insan kaynakları havuzu oluşturmuş olması. Bu zamanla devlet adamı yetiştiren bir fidanlık oldu tabiri caizse ve bunun getirdiği bir büyük zenginlik var."
"Üç dönemlik"ler dolayısıyla bu zenginliğin bir müddet dinlenmeye alınacağı kanaatinin hakim olduğunu ifade eden Davutoğlu, "7 Haziran seçimleri hem kuralın uygulanması hem de bütün bu zenginliğin tekrar potada değerlendirilmesi imkanı bize sundu. Dolayısıyla kurucu değerler dışında kurucu insan unsuru ve zamanla buraya katılan insan unsurunun değerlendirilmesi anlamında çok geniş bir aday adayı listesiyle muhatap olduk" ifadesini kullandı.
"BU DENGEYİ SAĞLADIK"
Aday listelerinin hazırlanmasına yönelik son bir haftada yoğun mesai harcadıklarını vurgulayan Başbakan Davutoğlu, "Değişmesi gereken şey ne? Şartlar, konjonktür değişmişse yeni politikalarla o konjonktüre hitap etmek gerekir. Onu yapıyoruz, seçim beyannamesinde de bunların işaretleri, 4 Ekim'de daha açık gözükecek. Küresel ekonomik, politik kriz yaşandı birçok şeyler yaşandığı yeni süreçler ve yeni taze unsurlarla da bunun takviye edilmesi lazım. Bu dengeyi sağladık" diye konuştu
Yapılan muhasebenin nasıl yenilenmeye yansıyacağı ve nasıl bir seçim kampanyasının yürütüleceğine ilişkin soruya Başbakan Davutoğlu, "Üç ay içinde bunun gözlenmesi kolay değil. Yani üç aylık bir süreçte bütün bu yeni adımların ve iç muhasebeyi yansıtacak olan uygulamaların hemen fark edilmesini beklemek de çok zor" dedi.
Davutoğlu, AK Parti'nin geçmiş seçimlerdeki oy oranlarını hatırlatarak, şöyle konuştu:
"Bizim şimdi hedefimiz, bütün bu trend içinde tekrar yüzde 50'ye doğru bir yükselişi yakalayabilir miyiz? Bunu sağlamak için halktan gelen mesajı kendi içimizde, teşkilatlarımızdaki dinamizmi... Bugün bütün adaylarla konuşurken bir taraftan da kısaca ayaküstü onlara talimatlar ve görüşlerimi söylüyordum, 'Siz de şuna, buna dikkat edin' diye. Hepsiyle de görüşeceğiz. İl bazında da bütün illeri tek tek ele aldık geçen hafta. Tek tek anketlerde hangi ilde, ne durumdayız ve o ilde ne şikayetler var, adayların durumları ne, geçmişte milletvekili olan arkadaşlarımızın? Hepsini göz önüne alarak bu adımları attık. Yeni olan şey dolayısıyla bu süreklilik içinde tutumlarımızda, üslubumuzda, vizyonumuzda bir tazelenme, öze dönüş evet ama statik bir öze dönüş değil, yenilenerek daha güçlü, dinamik bir şekilde bir canlanma, tazelenme psikolojisi bu hissedilecek, algılanacak."
Eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın milletvekili adaylığıyla ilgili Davutoğlu, üç dönemlik milletvekillerinin hepsinin çok büyük hizmet veren kıymetli kişiler olduğunu belirtti.
Üç dönemlik vekillerin her birinin gerisinde bir başarı hikayesinin bulunduğunu anlatan Davutoğlu, "Hiç biri diğerini bu anlamda gölgelemez ve hiçbiri de ihmal edilebilecek niteliklere sahip arkadaşlar değil. Bir kaç isim zikrettim. Zikretmediklerim dolayısıyla insan suçluluk hissediyor. Bunların hepsi başarı hikayesi. Üç dönemlik arkadaşların tekrar müracaat etmesi konusunda bir gereklilik olduğu kanaatinde değilim. Bir toplantıda arkadaşlara, üç dönemi doldurmuş arkadaşlar müracaat etmeseler de müracaat etmiş gibi telakki edelim dedim. Öyle değerledirmeye alalım" diye konuştu.
Partinin sembol isimlerinden Eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in de adaylık için müracaat etmediğini anımsatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:"Bazılarının müracaat ettiğini, bazılarının etmediğini, etmemiş olanları müracaat etmiş gibi telakki ederek, 'acaba devlet tecrübesi kazanmış bu kadrodan nasıl istifade ederiz' diye baktık. Müracaat edenler de zaten etmiş oldukları için değerlendirmeye alındı. Dolayısıyla kimse ihmal edilmedi. Sayın Bülent Arınç gibi çok açık bunu kamuoyuna deklare etmiş arkadaşlar, tabii bir müddet bu anlamda siyaseti Meclis dışında sürdüreceğini ama partiye sadakatini ifade etmiş, partimizin önemli kıdemli isimleri bu çerçevede değerlendirildi. Sayın Ali Babacan'ın bu tarz bir ifadesi de olmadığı için aramızdaki görüşmelerde de ona olan ihtiyacı sürekli ihsas ettim. Ona, bir çok arkadaşa... Eğer yeni bir güçlü yapılanma söz konusu olacaksa bütün güçlü şahsiyetlerin orada olması lazım. Yani zayıf ve işte bir takım kaygılarla önemli isimlerin yer almadığı bir ekibin başarılı olacağına da inanmıyorum. Biz bir ekip çalışması içinde davrandık. Dikkat ederseniz son 1 yıl içinde yaptığım bütün basın toplantıları ve açıkladığım projelerde, vizyon projelerde hep bakan arkadaşlarımızı yanıma alarak açıklama yapmaya özen gösterdim.
Çünkü bu ortak aklın üretilmesinde herkesin devreye girmesi gerekir. Sayın Babacan da bana daha önce çok kategorik olarak yer almayacağını hiçbir zaman ifade etmedi ama her türlü katkıyı vereceğini ifade ederek, mutlaka milletvekili olması gerekmediğini söyledi. Son değerlendirmelerimizde, Babacan'ın çok ciddi katkı yapabileceği, küresel ekonomik krizden geçerken tecrübelerinden istifade etmemizin önem taşıdığı kanaatine vardım, kendisine de söyledim. 'Böyle bir dönemde sizin tarafınızdan gelen bir teklife hayır demem söz konusu olmaz' dedi ama diğer arkadaşlar için de aynı yaklaşım geçerli. Hepsinin birikimlerinden istifade edeceğiz."
"SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ İLE BİZ ŞİMDİ TANIŞMADIK"
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile olan ilişkisinin sorulması üzerine Davutoğlu, şunları söyledi: "Sayın Cumhurbaşkanımızla ilişkimizi üç boyutta size aktarayım. Birincisi şahsi ilişkimiz. Şahsi ilişkimiz derken sadece iki kişi olarak değil. Ailelerimiz arasındaki ilişki vesaire... Bu bence benim hayat boyu en çok önem verdiğim, herhangi bir şekilde zedelenmemesine en çok özen gösterdiğim ilişkilerden biridir ve çok kıymetlidir. Sayın Cumhurbaşkanımız ile biz şimdi tanışmadık. Başbakan, Cumhurbaşkanı olarak beraber olmadık. Pınarhisar Cezaevi'nde kendisini ziyaret ettiğimde de ondan önce ve sonra da bir çok zeminde beraber olduğumuzda, o zaman büyükşehir belediye başkanı, ben bir akademisyen olarak saygı duyduk ama bütün o siyasi geçmişi içinde bir dava adamı olarak şahsi dostluğundan istifade ettim ve bu dostluğu hayatımın en önemli dostlukların biri olarak telakki ettiğim bir ilişkidir bu. Bunun zedelenmemesi için ne gerekiyorsa yaptım, yaparım, yapacağım. Herhangi bir şekilde üçüncü bir tarafın bu şahsi ilişki boyutuna girmesine izin vermedim, izin vermeyeceğim."
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çocuklarının bazı derslerine girdiğini, onları kendi çocukları gibi gördüğünü, bu anlamda ayrı bir ilişkilerinin bulunduğuna dikkati çeken Davutoğlu, dışarıdan bakanların güç ilişkisi gibi gördüğü ilişkinin bir de insani boyutunun olduğunu kaydetti.
Davutoğlu, Erdoğan'ın torunlarının bir kısmının eşi Sare Hanım'ın eline doğduğunu, ayrı bir muhabbetlerinin olduğunu belirterek, şöyle konuştu:"Bunlar şu bakımda önemli, diyelim ki kurumsal ilişkide ola ki farklı görüşler telakki etsin, hepimizin sığınıp geleceği o özel ilişki boyutudur. Konuşulur, farklı kanaatler sergilenir ama geriye dönüp herkes kendi dünyasına çekildiğinde nihayette kalan o dostluk ilişkisidir. Onun için bu iki dünya ilişkisi olarak gördüğümüz bir ilişki. İkincisi bizim şu 13 yıllık siyasi faaliyet içinde birlikte geliştirdiğimiz ilişki. Yani Sayın Cumhurbaşkanımız genel başkan, başbakan olarak, beni başbakan danışmanı olarak, önce Abdullah Bey başbakandı ama Abdullah Bey'in başbakanlığı döneminde danışmanlık kabul ederken Sayın Cumhurbaşkanı o zaman genel başkan olarak o da davet etmişti. Yani salt bir davet değildi. Birlikte yapılan bir davetti. Burada hem Abdullah Bey'e bu ilişki dolayısıyla takdirlerimi, şükranlarımı ifade edeyim hem de Sayın Cumhurbaşkanımıza. Birlikte konuştuğumuz husular bunlar. Gelirken de o da bilirdi, ben de bilirim. Beni tanıyan ve onu tanıyan herkes de bilir ki önümde siyasi bir perspektif çizerek Ankara'ya gelmiş değilim. 'Şöyle yapayım, şu aşamalardan geçerek şöyle bir noktayı hedefleyeyim' diye zihnimde bir an bile olmadı. Bir akademisyen olarak Irak Savaşı esnasında ortaya çıkan duruma katkıda bulunmak, Avrupa Birliği süreci ve Kıbrıs müzakereleri... 7 yıl başdanışmanlık yaptım. Her an beraber oldum ve meselelere nasıl bir dava ahlakıyla yaklaştığına şahit oldum için de bu ilişki güçlenerek devam etti. O da bütün ailevi çevreleri önceliklerimi vesaireyi terk ederek bu çalışmayı yürüttüğümü kendisi de takip etti."
Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2007'de milletvekilliği teklifinde bulunduğunda da aynı hasbilik içinde olduğunu, parti kapatma davası sonrasındaki çalışmalarda, 2009'da dışarıdan bakan olduğunda hep bu zeminde, şahsi dostluğun birlikte çalışarak bir mesai arkadaşlığına ve karşılıklı güvene oturduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bakan olarak bu sefer siyasi kimliğiyle yanında yer aldığını anımsatan Davutoğlu, "Bu kimliklerin hiçbirini bir diğeriyle karıştırmadan hakkını vermeye çalıştım. Başdanışmanken başdanışman olarak, bakanken bakan olarak hakkını vermeye gayret ettiği için geçen sene ne ben ona herhangi bir talepte bulundum ne o bana zikretti ve teklifte bulundu. Olayların doğal seyri içinde ismimin ilan edildiği toplantıya geldik. Bu çok kıymetli bir ilişkidir. Bir hesapla müzakere ve pazarlıkla gelinmiş bir ilişki değil. Doğal seyri içinde buraya gelindi. Bu doğal seyir o kadar kıymetli ki ben Dışişleri Bakanıyken 'bir gün genel başkanlık meselesinde önüm açılacak teşkilatları dolaşayım, delegelere konuşayım bir yarışa hazırlanayım' diye bir an bile içimden geçmedi ama bütün AK Parti tabanı bana duyduğu muhabbetini her gittiği yerde gösterdi ve Sayın Cumhurbaşkanımız da 30 Mart seçimlerinde 20 ayrı belki 25 vilayete gittim her yerde bu muhabbeti gördüm. Siyasetin o enerji alan boyutunu gördüm. Bu da kıymetli bir ilişkidir ve hafızalarda hep başarılı ve iyi yürümüş bir ilişki olarak kalmıştır. Başbakan, başbakan danışmanı, başbakan dışişleri bakanı ilişkileri bugünün önünü açtı" değerlendirmesinde bulundu.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan ilişkisine gelince, bir taraftan bu şahsi dostluk ilişkisi bir taraftan da mesai arkadaşlığından kaynaklanan birikimle, Türkiye'de en zor yönetilebilecek kurumsal bir ilişkide yine bir arada olduklarını belirtti.
Bunun neden zor olduğunu açıklayan Davutoğlu, 12 Eylül Anayasası'nın, Türkiye'yi yönetmemek için yazılmış, seçilen iradenin Türkiye'yi yönetmesini denetlemek için oluşturulan bir anayasa olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanlığının, bunun için takviye ve tahkim edilmiş bir makam olduğunu ifade eden Davutoğlu, "Hiçbir zaman 12 Eylül yönetimi, 'Bir gün Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül gelecek, hatta hatta Özal gelecek cumhurbaşkanı olacak' diye düşünerek o Anayasa'yı yapmadı. 'Evren gibi bir general gelecek, seçilmiş başbakanı denetleyecek' diye yaptı. O zaman da bir şekilde yürütme erkinin başında hesap verecek durumda olan başbakan ile hesap verme konumunun üstünde olan ve devletin bütününü kuşatan cumhurbaşkanı makamı arasında bir denge gözetildi. Bunun doğurduğu sıkıntılar daha önce yaşandı birçok cumhurbaşkanı ve başbakan arasında. Evren ile Özal, Özal ile Demirel, Demirel ile Tansu Çiller" değerlendirmesinde bulundu.
Birçok ilişkinin kolay yürümediğine dikkati çeken Davutoğlu, şöyle konuştu:"Bunu de en iyi Cumhurbaşkanı'mız bilir. Çünkü Necdet Sezer ile çok zor bir dönem yaşandı. Bir nezaketsizlik olmadı Sayın Ecevit ile olduğu gibi ama zor yürütülen bir şey. Cumhurbaşkanı'mızın tabii ki buradaki bir farkı, bizim partimizin kurucu genel başkanı olarak, manevi olarak partide ve kamuoyunda ağırlığı, lider olarak taşıdığı önem, bir de halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı. Fakat var olan hukuki çerçeve, bununla tetabuk etmeyen bir hukuki çerçeve. Bu ilişkiyi şu ana kadar tüm bu geçmiş üzerinden rahatlıkla ifade ediyorum. Evet, o iki sağlam ilişki temelinde yürütüyoruz. Zorluklarla karşılaşabiliyoruz, farklı kanaatlerimiz oluyor. Çünkü herkes de bilir ki benim de bu anlamda Cumhurbaşkanı'mızın geçen sene görevi devrederken ifade ettiği 'Emanetçi bir başbakan istemiyorum, güçlü bir cumhurbaşkanı, güçlü bir başbakan'. Onun da benim de bu anlamda iddialar taşıyan ve ortak bir vizyon içinde, güçlü iddialar barındıran bir müktesebatımız var."
"TÜRKİYE'NİN KADERİ AK PARTİ'NİN KADERİ İLE ÖRTÜŞTÜ"
Bazen farklı kanaatlerin oluşabileceğini, bunun da olması gerektiğini söyleyen Davutoğlu, "Önemli olan, devletin çarkını işlerken şahsi ihtilafları onun önüne almamak, partimizin geleceğini düşünürken farklı kanaatler, dediğiniz gibi hocacı, reisçi, bunlar tamamıyla üretilmiş şeylerdir. Ben hayatımda hiç kimseye böyle bakmadım.
Bir kişiyi söylesinler ki bazen hatta siyaset bir ekip işidir, 'siz genel başkanlığa doğru giderken ekibi var mı' diye tartışmalar yapıldı. Hatta bir zaaf olarak görüldü. Dışışleri Bakanı olarak teşkilatla ilişki kuracak vaktimin olmamış olması, bir ekibin olmamış olması. O zaman bunlar bana zikredildiğinde şunu söyledim; en büyük avantajım bu. Çünkü 'benim ekibim' diye bir şey tanımlamıyorum, hocacılık veya şuculuk diye bir şey tanımlamıyorum. Bütün AK Parti benim ekibim. Bütün AK Parti herkes bana aynı uzaklıkta, aynı yakınlıkta. Birileri günlük mesai de daha yakın çalışıyor olabilirim ama hiç kimseyle böyle, ben veya genel başkan olarak ekipçilik yapmaya kalkarsam bu fraksiyonlara böler partiyi. Hiç bir zaman yapmadım, yapmam. Önemli olan partinin geleneği içinde ortaya çıkan ve büyük tecrübe kazanmış saygın isimlerle yeni ve taze isimlerin kenetlenmesi bütünleşmesi.
Şu anda Türkiye'nin kaderi AK Parti'nin kaderi ile örtüştü. Başka hiçbir Avrupa'da, hiçbir çağdaş demokraside bir partinin kaderi, bir ülkenin karakteriyle böylesine örtüşmemiştir. Bunu 'bir kibirle, biz olmadan bir şey olmaz' diye söylüyor değilim ama AK Parti dışında hiçbir partinin, hiçbir koalisyon ihtimalinin alternatif oluşturmadığı 7 Haziran seçimlerinde bir kez daha ortaya çıktı."
Özenle korumaları gereken şeyin, AK Parti'nin birliğini ve beraberliğini muhafaza ederek, AK Parti'yi mümkün olan en geniş yelpazede toplum katmanlarını temsil eder bir niteliğe dönüştürmek olduğunu ifade eden Davutoğlu, geçmişte AK Parti içerisindeki değişik damarların temsilinin sağlanmasının önemli olduğunu, son MKYK, MYK aday toplantılarında buna özen göstermeye çalıştıklarını anlattı.
Başbakan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile olan ilişkisine yönelik, "Çok kuvvetli bir şahsi dostluk ilişkisi, 13 yıllık gece gündüz beraber olunan bir mesai arkadaşlığı ilişkisi, bugün devleti idare ederken de yetkileri ve sorumlulukları belli cumhurbaşkanı ve başbakan ilişkisini bu iki güç kaynağından beslenerek en iyi şekilde yönetilmesi ve yürütülmesi. Ne vefadan feragat ederiz ama aynı zamanda da Cumhurbaşkanı da herhalde benim bir emanetçi başbakan görüntüsüyle etkisiz ve yönlendirmeyle hareket eden bir devlet adamı olmayacağımı en iyi kendisi bilir. Onu da zaten kendisi talep etmedi, etmez. Bizim o anlamda ilişkimiz de buna izin vermez, müktesebatımız da. İddialarımız var, gerçekleştireceğimiz hedefler var, görüş ayrıklıkları her zaman olur konuşuruz, nefsimizin önüne geçilmeden, nefsimizi bunların önüne koymadan doğruyu bulmaya çalışırız.
Son derece gereksiz tartışmalar gördüğünü aktaran Davutoğlu, "Olaylar böyle cereyan etmiyor nasıl bu dışarıya böyle yansıyor' diyorum. Beni tanıyanlar 'nasıl bana şu özeli, şeyleri yakıştırabilir' diyorum. Bazen de açıkçası sitem ediyorum. Çok ciddi bir psikolojik yükte oluşturuyor, bizim küçük hesapların içinde olacağımızı kimse düşünmesin" dedi.
MİLLETVEKİLİ ADAY LİSTELERİ
Milletvekili aday listeleri hakkında soruya ise Davutoğlu, listelerde bazı kaydırmalar yaptıklarını, bunun çok bilinçli yapılan ve atılan adımlar olduğunu söyledi.
Beşir Atalay'ın Van'da görevlendirilmesinin birkaç sebebe bağlı olduğunu anlatan Davutoğlu, Atalay'ın kendisini Kırıkkale'de, Ankara'da ve Türkiye'de kabul ettiren biri olduğunu belirtti.
Operasyonlar ve teröre karşı mücadele yürütülürken tüm bu tecrübeyi Güneydoğu'da ve Doğu'da aktaracak, dili, üslubu söylemiyle bunu iyi anlatabilecek siyasi aktörlere ihtiyaç olduğunu dile getiren Davutoğlu, "Bu anlamda Sayın Atalay'ın Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ve Çözüm Süreci'nde üstlendiği roller ve taşıdığı devlet tecrübesinin, Van gibi son derece kritik kentte ve genelde de bölgede bu meselenin anlatılmasında ciddi bir avantaj olduğunu düşündük. Kendisi için zor olacak biliyorum, konuştuk, haberdar da değildi. Listede gördüğü anda. Beklemiyordu muhtemelen. Muhtemelen değil, beklemiyordu böyle bir görevlendirme. Görevlendirmemizin esası, Doğu ve Güneydoğu'da tüm bu süreci içeriden bilen birinin en iyi şekilde halka anlatması" ifadelerini kullandı.
Atalay'ın, deprem döneminde Van'a çok ciddi katkılarda bulunduğuna işaret eden Davutoğlu, Van'ın yeniden inşasında öncü rol oynadığını anlattı.Davutoğlu, Vanlıların da bunu takdir edeceğine emin olduğunu, Atalay'ın Van'a dışardan gelen bir isim olmadığını, içeriden gelen bir kişi olduğunu söyledi.
EFKAN ALA
Efkan Ala'nın Bursa'dan aday gösterilmesi konusunda ise Davutoğlu, Bursa'da yoğun bir Erzurumlu nüfusun olduğunu, Ala'nın da akademik hayattan tanıdığı, çalışmalarını yakından bildiği bir bürokrat olduğunu kaydetti.
Eski Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker'in ise İstanbul'dan aday gösterilmesi hakkında ise Davutoğlu, Eker'in hep Diyarbakır'dan aday olduğunu, bu sefer İstanbul'daki Doğu kökenli vatandaşlara hitap edecek şekilde, Diyarbakır tecrübesini İstanbul'a taşıması düşünülerek aday gösterildiğini vurguladı.
Davutoğlu, "Her birinin bir izah çerçevesi var. İnşallah bu liste bu anlamda da vatandaşlarımız tarafından kabul görecektir" dedi.
Dün gerçekleştirilen mitingdeki konuşmasında, "HDP’nin baraj altında kalması gerektiği"ne ilişkin bir ifadesinin olduğunun dile getirilerek, "Yani Kürtler, 'terör ortamını istemiyorsanız, demokratik siyasetin, bütün bu karmaşanın, kaosun ve kanın çözümü olduğunun farkındaysanız, barış ve sulh istiyorsanız HDP’nin baraj altında kalması gerekiyor' cümlesine nasıl ikna edilecek özellikle Doğu ve Güneydoğu ahalisi" yönündeki soru üzerine Davutoğlu, herşeyden önce "baraj" meselesine izahat getirmek gerektiğini söyledi.
BARAJ SORUSU
"Biz herhangi bir şekilde siyasi mücadele yürütürken barajı bir kalkan gibi görmedik, görmeyiz" ifadesini kullanan Davutoğlu, şöyle devam etti:"Tek başına iktidar olmamız için barajın altında HDP'nin kalması ve barajın muhafaza edilmesi gibi bir anlayışla davranmadık. Hatta koalisyon görüşmeleri sürürken CHP ile barajın kaldırılması konusunda mutabık da kalmıştık. 'Dış politika ve belli alanlarda 180 derece değişmesi gerekir politikanın' dendiği için o koalisyon olmadı. Yani bizim arzumuza rağmen. Bu da tabi CHP’nin politikasıdır, ben buna karışmam ama istikşafi görüşmelerde ifadeler, bu şekilde keskin, katı ifadeler olduğu için önümüzü göremedik. Ama seçim hükümeti kuralım, birlikte seçime reform yaparak gidelim dediğimizde anlaştığımız maddelerden biri barajın kaldırılmasıydı ya da indirilmesiydi.
Yani eğer biz barajı savunuyor olsaydık, böyle bir mutabakata varmazdık. Gerek Sayın Kılıçdaroğlu gerek ben biraraya gediğimizde, 'şu konularda reform yapabiliriz' dediğimiz maddelerden biri barajın indirilmesiydi. Yüzde 5 mi, yüzde 7 mi olur, bunlar konuşulurdu ama indirilecekti. Dolayısıyla baraja sığınma diye bir husus yok."
"BU SİZİN VERECEĞİNİZ BİR KARAR DEMEK İÇİN SÖYLEDİĞİM BİR SÖZ"
Başbakan Davutoğlu, dünkü ifadesinin basında yer almasının dikkatini çektiğini belirtti. Aslında konuşmanın akışında barajın olmadığını, bunun televizyonlarda farkedilmediğini anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:"Orada, ben HDP’nin yanlış politikalarından bahsettiğimde kitle, 'HDP'nin Meclis'ten çıkarılmasını' talep eden bir slogan attı. Ben de bu bizim işimiz değil, yani seçilmiş biri Meclis dışına çıkarılmaz, 90’lı yıllarda olduğu gibi, bu sizin işiniz, eğer istemiyorsanız vatandaşlar oy vermez, barajın altında kalır, bu sizin meseleniz... Hatta orda da mitingin akışı içinde o diyalog orada görülmedi ama onu da benim öyle kapsamlı izahat getirmem mümkün değil. Dün bu sizin işiniz, bu sizin vereceğiniz bir karar demek için söylediğim bir söz. Yoksa mutlak anlamda barajın kalması gibi bir ifadeyle yani şurada söylesem bu makuliyet. Sandığı öne çıkarmak için. Bizden beklemeyin. Eğer istemiyorsa halk oy vermez barajın altında kalır, istiyorsa da çıkar. Bu sizin işiniz, oy vereceksiniz barajın altında kalacak o zaman anlamında söylenen bir söz."
"TÜRKİYE BÖLÜNMEZ. KİMSE TÜRKİYE’Yİ BÖLEMEZ"
"Öyle yansıyınca sizin kabinenizden HDP'li AB Bakanı bile 'HDP'nin baraj altına itilmesi Türkiye’nin bölünmesine gider' gibi bir reaksiyonla cevap veriyor" sözleri üzerine Davutoğlu, "O da yanlış bir şey tabii. Bunu açık yüreklilikle ifade edeyim, onun yanlışlığı şu; Türkiye’nin bölünmesi barajla alakalı değil, Türkiye bölünmez. Kimse Türkiye’yi bölemez" dedi.
"Son gelişmeler de gösterdi ki, hesapları şuydu; 80 milletvekili, büyük bir demokratik güç, dağlarda silahlı militanlarımız, şehirlerde de milislerimiz var, Kuzey Irak'ta da kamplarımız var... İşte tam vakit bu vakittir. Ve zannettiler ki halk onlarla birlikte hareket edecek. Peki Kuzey Irak'taki kampları vurduk. 30 yılın en etkin operasyonları yapıldı" diyen Davutoğlu, dün Irak Meclis Başkanı'na ayrıca Irak Başbakanı İbadi'ye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani'yle görüştüğünde de söylediğini aktardı.
Davutoğlu, şu değerlendirmede bulundu:"Türkiye'yi tehdit eden ne varsa, onlar susana kadar biz mücadeleyi sürdürürüz. Çünkü biz bunu hissettik. Arkalarını Kuzey Irak’a verecekler, dağlarda hakimiyet kuracaklar, şehirlerin etrafında mahkemeler, haraç yerleri kuracaklar. Şehirlerde bir takım şeyler, sonra da 80 milletvekiliyle efendim Meclis'te bir tavır sergileyecekler. Doğu ve Batı'da bazı güç odakları oluşturacaklar ve bir yere Türkiye’yi sürüklemeye çalışacaklar. Çözüm Süreci'nden kastedilen şey bu değildi. Burada, ayaklanma, silahlanma çağrılarıyla bu halkaları birleştirmeye çalıştılar. Biz de birer birer o halkaları, bağlantılarını kırıyoruz, kıracağız."
"BİLDİĞİMİZİ DÜŞÜNMEDİKLERİ YERLERİ DE VURDUK"
Davutoğlu, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:"Kuzey Irak’a yönelik operasyonlar...İşte geçen Karayılan’ın bir telsiz konuşması yansıdı. Doğru. Bildiğimizi düşünmedikleri yerleri de vurduk. Çünkü biz her ihtimale hazır yürüdük. Çözüm Süreci istediğimiz istikamette ve iyi niyetle sürdürülmüş olsaydı, hiç bunlara ihtiyaç kalmayacak şekilde devam edecekti. Son şansı, martta kaçırdılar, silahları bırakacaklarını deklare etselerdi, farklı seyrederdi. Ama baskıyla oy alıp demokratik görünecekler, diğer taraftan silahlı yöntemlerle ülkeyi bölecekler. Bu olmaz."
Terör örgütünün şehirdeki güçlerine dönük operasyonlara değinen Davutoğlu, "Zannettiler ki Doğu'daki Kürt kökenli vatandaşlarımız, kardeşlerimiz bunlar oluyor diye sokaklara inecekler ve büyük kitlelerle büyük protestolar yapacaklar. Bu vatandaş PKK'nın, bölücü terör örgütünün bu faaliyetlerinden bizar. O vatandaşlar bizden talep etti. 'Ya devlet olarak varlığınızı gösterin, ya ne olduğunu bilelim' dedi ve biz varlığımızı gösterdik, göstereceğiz de..." dedi.
"GEÇEN SENE KURBAN BAYRAMI'NI BİZE NASIL ZEHİR ETTİKLERİNİ UNUTTUK MU ZANNEDİYORLAR?"
"Geçen sene Kobani bahane edilerek yapılan olaylarda, Kurban Bayramı'nı bize nasıl zehir ettiklerini unuttuk mu zannediyorlar?" diye soran Başbakan Davutoğlu, şunları kaydetti:"Şimdi de şehrin etrafındaki yerleri temizleyeceğiz. Talimatımız çok açık ve net ve bundan geri dönüş yok. Halka baskı uygulayan ne kadar yer varsa, işte bazı yerlerde böyle yapılanmalar, şehir etrafında hepsi tasviye edilecek. Hiçbir yerde kurtarılmış bölge gibi, Cizre'de, Silopi'de, Nusaybin’de başka yerlerde, bir takım planlar, özyönetim ilan etme olmaz. Eğer siz anayasaya bağlılık yemini etmişseniz önce buna saygı göstereceksiniz. Türkiye, Suriye değil. Ne geleneği itibarıyla Suriye. Suriye’de Kürtlerin kimliği yoktu. Türkiye'deki Kürtler, bütün diğer unsurlar gibi asli kurucu unsur. Hiçbir şekilde ikincil görülemez, hiçbir şekilde ötekileştirilemez. 12 Eylül'ün en vahim hatası, ya da tek parti dönemindeki Dersim olaylarındaki en vahim hata, bir takım tabanları, Kürtleri, Alevileri devleti tehdit eden odaklar olarak göstermesi...AK Parti'nin yaptığı fark bu. Biz ne Kürtlerin, ne Alevilerin, ne Sünni grupların, toplum kesimlerinin belli unsurlarını devlete tehdit görmüyoruz. O sebeple de demokratikleşmeyi gerçekleştiriyoruz. Ama kamu düzeninden taviz vermedik."
"BU MÜCADELE SÜRECEK. YOL AÇIK"
Konuşmasında Cudi Dağı'na yürüyüş yapan milletvekillerine değinen Davutoğlu, şöyle konuştu: "Şimdi bakınız, bugün Cudi Dağı'na yürüyorlar. Cudi Dağı'nda ne arıyor onlar? Önce onu sormak lazım. Bu milletvekillerinin Cudi Dağı'na yürüyüş gerekçeleri ne? Kime canlı kalkan oluyorlar? Eğer milletvekilleriyse dilleriyle konuşsunlar, silahlarıyla değil. Yani birilerinin silahları üzerinden konuşmasınlar. Bunun demokratik mücadele bağlamında bir karşılığı var mı? Canlı kalkan olarak gittikleri o katiller, 12 yaşındaki Fırat’ı Silvan’da katleden ya da 22 yaşındaki çorbacıda çalışan Şeyhmus'u...Makbule hanım yolda öldü. Bunlar insani hikayeler değil, bunlar insani gerçeklikler...Hem askerimize, polisimize tuzak kurup, pusu kurup şehit edeceksiniz, hem sivil halkı katledeceksiniz sonra da katledenlere bir takım şeyler, işte canlı kalkan olacaksınız. Hepsi cezalandırılacak.
İşte Tunceli'de önemli bir operasyonda, bu bölücü terör örgütünün üst düzey yetkililerinden, görevlilerinden birisi etkisiz hale getirildi. Bu mücadele sürecek. Yol açık. İki yolun önünde HDP. Ya barış içinde demokrasi yolunu tercih edecek, 1 Kasım'a doğru bütün bu terörü lanetleyerek, 'silahları bırakın' diyerek seçime gidecek ya da Cudi Dağı'na yürüyecek. Cudi Dağı'na yürüyenler, teröristlerle aynı işi yapmış olurlar. Cudi Dağı Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bir parçasıdır ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarının her santimetrekaresinde de sadece ve sadece meşru güvenlik birimleri rol oynar. Meşru güvenlik birimlerini şu anda biz idare ediyoruz. Seçimler ve bugünkü aldığımız anayasal görev bu. Eğer o meşru güvenlik güçlerini şöyle veya böyle hareket etmeleri yönünde bir iradeleri varsa gidecekler seçime, hükümet olacaklar ve talimatları onlar verecek. Bu açıdan tablonun önümüzde çok net olduğu kanaatindeyim."
Terörle mücadelenin karakterinde değişiklik olduğu, kırsalda terörle mücadelenin yanı sıra şehirdeki teröristle mücadeleye de dönüştüğü belirtilerek, "Bu yapı sizi biraz zorlayacak mı ve ne yapacaksınız?" sorusu üzerine Davutoğlu, "Yapılan tespit çok doğru. 90 yıllarla karşılaştırıldığında şu anki mücadelenin zorluğu, şehirlerde terör çıkarma hem taktiksel şey, bir de Suriye ve Irak örneklerinde hareketle sanki yerleşim yerlerini kontrol altına alıp, belli girilemeyen bölgeler oluşturmak gibi bir taktiğe yöneldi terör örgütü. Bu çok zor, burada mücadele etmekte çok zor" yanıtını verdi.
Kırsal alanda nerelerde teröristlerin olduğunun bilindiğini aktaran Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Gerçekten iftihar ederek ve güvenlik birimlerimizi bu anlamda tebrik ederek söylüyorum; 23 Temmuz'dan bu yana sivil kayıp verilmemesi için olağanüstü bir özen gösterildi. Cizre'de, Filistin'deki birtakım şeylerden alınan resimlerle üretilen birtakım hikayeler dışında, hikayedir onların çoğu, hiçbir sivil kayıp güvenlik güçlerinin eli üzerinden olmadı. Olabilirdi yani. Bir çok yerde terörle mücadelede sivil kayıplar oldu ama olmadı, özenle. Çünkü talimatımız çok açık, teröristte karşı en etkin mücadeleyi vereceksiniz. 30 valiyi topladım bunu söyledim, üç prensip, 'teröriste karşı en etkin mücadeleyi vereceksiniz, kendi güvenliğinizi de gözeteceksiniz ve sivil halka kesinlikle zarar verilmeyecek.' Şimdi şu ana kadar da başarılı bir yöntem burada uygulandı."
"CİZRE HALKI, BİZİM BURADAKİ HEM İYİ NİYETİMİZİ HEM DE KARARLIĞIMIZI ANLAMIŞTIR"
Cizre'de uzun dönem sokağa çıkma yasağı uygulanmasına ilişkin de Davutoğlu, "Burada sivil halkın evinde olması lazım ki tespit edilen noktalardaki terörist hedeflere ulaşılabilsin ve teröristlerin silah, yığınak yaptığı evlere girilebilsin. Yoksa burada sivil halkı cezalandırmak değil. Aksine sivil halkı koruyarak, bu Amerika Birleşik Devletleri'nde de kısa zamanda biliyorsunuz Florida'daydı. Geçtiğimiz aylarda birçok yerde bu ilan edildi. Neden ilan edildi, çünkü o anda herkes evindeyken güvenlik birimleri biliyor, şu noktada teröristlerin silahı var, şu noktada patlayıcılar var, şu noktada kendileri var. O zaman operasyon noktasal olarak onlara yapılıyor" diye konuştu.
Cizre operasyonunu gece-gündüz takip ettiğini belirten Davutoğlu, halkın günlük hayatını yaşamasının zorlaşmaması için gerekli tedbirlerin uygulandığını, operasyonla ilgili her gece rapor aldığını vurguladı.
"Birisi 'ben burada bir kanton ilan ediyorum' diye bir iddiada bulunuyorsa, onun olmayacağını göstermek gerekiyor" diyen Davutoğlu, "Eminim Cizre halkı, bizim buradaki hem iyi niyetimizi hem de kararlığımızı anlamıştır. Benzer şekilde mesela Muş Varto'da olan olaylarda yine gece boyu bütünüyle bu olayları şahsen takip ettim, her yerde olan gelişmeyi. Gece kaç olursa olsun İçişleri Bakanımız arar" ifadelerini kullandı.
"Sivil kayıp iddiaları gerçeği yansıtmıyor mu?" sorusuna Başbakan Davutoğlu, "Hayır, aksine diyorlar ki 'cenazeler kalkmadı.' Cenazeleri almak Belediye'nin görevi ama bunun için ambulans gönderdiğimiz de dahi ambulansları taşa tutan, silahlı bir şekilde ambulanslara saldıranlar onlar. Hendek kazıp ambulansların mahallelere girmesini engelleyen onlar. Nasıl olacak, niye hendek kazıyorsun, nedir yani, hendeğin hedefi ne olur, niçin yapılıyor bu? Bir isyan. Savunma mevzileri ancak güvenlik birimleri, asker ve polis tarafından yapılır. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı da yok, yetkisi de yok, gücü de olmayacak. Bunu bilmeleri lazım" şeklinde cevap verdi.
"DAĞDAKİ TERÖRİST SİVİL KIYAFETLER İÇİNDE ŞEHİRDEKİ MİLİS HALİNE DÖNÜŞMEYE ÇALIŞIYOR"
Muş'un Varto ilçesinde gerçekleşen olayları Muş Valisi ve Varto Kaymakamı aracılığıyla sürekli takip ettiğini aktaran Davutoğlu, şunları söyledi:"Bir bakıyorsunuz, dağdaki terörist sivil kıyafetler içinde şehirdeki milis haline dönüşmeye çalışıyor. Kendileri bu tabiri kullandığı için, o da teröriste. Bir anda sivil kıyafetle oraya geliyor ve fiilen terör olayını yönetmeye başlıyor. O zaman nasıl onu ayırt edeceğiz? Ayırt edebilmek için bir müddet yoğun bir mücadele vermek gerekiyor. Varto civarındaki yaptıkları bütün yığınak yerlerini yıktırdık, yıkılacak. Sözde şehitlik yapıyor, yanına da birtakım binalar yapıyor, sanki dini birmerasim. Bu binalarda insanları götürüp zorla haraç alıyorlar, birtakım baskılar uyguluyorlar. Talimatımız açık, 'bütün bu yapılar yıkılacak.' Devletin kamu düzenine alternatif teşkil eden ne varsa hepsi tasfiye edilecek. Bir taraftan şehirde bu dikkatli mücadeleyi yürütüyoruz. Öyle bir alan ki bu, dört ayaklı dediğim Kuzey Irak, şehir, şehirlerin etrafında bir geçiş bölgesi gibi kullandıkları bu tür yapılar, sonrada dağlık alan. Bunların aralarındaki irtibatlar koparılacak ve her biri tek tek tasfiye edilecek."
"Birinin Türkiye'deki siyasi yapıyla ilgili bir düşüncesi var. Hiç katılmıyorum, hiç benimsemem, doğru da olmadığını düşünüyorum ama 'özerlik' diye bir tartışma var" ifadesini kullanan Davutoğlu, şunları kaydetti:"Gelsin sivil hayatlarında nerede yapacaklarsa yapsınlar bu tartışmayı, Meclis'tesin, Meclis'te tartışacaksan tartış. Türkiye'de yerel yönetimlere daha fazla yetki verilsin istiyorsun, işte Meclis'tesin, kanaatini beyan et ama 'de facto olarak, fiili olarak, emri vaki olarak bir şey kurayım sonra da bunu hukukileştiriyorum' diyorsan, fiili durumun karşısında fiili durum ortaya çıkar ama bu sefer meşru fiili durum gelir, onlar etkisiz hale getirilir. Bunun arkasında da açık söyleyeyim; yani bir komplo gibi de söylediğimi zannetmeyin, yani salt bir komplo yaklaşımı değil, Türkiye'yi zaafa düşürmek isteyen bazı odakların verdiği sinyaller var bu örgüte. 'Şimdi vaktidir' diye. Biz o odakları da biliyoruz. Onlara da gerektiğinde o dersi vermeye, onlara da Türkiye'nin geleceği söz konusu olduğunda hiç kimse ile pazarlık ya da bir şekilde onların oyunlarına tepkisiz kalacak bir yöntem uygulamayacağımızı herkesin bilmesi lazım."
Çözüm sürecinde bölücü terör örgütünün yeni stratejiler geliştirmesi ve silah depolamasında ihmalkar davranıldığı yönündeki açıklamaların hatırlatılması üzerine Davutoğlu, çözüm süreci için 2013'te yola çıkılırken bir irade beyan edildiğini, buna ilişkin perspektif çizildiğini ve bu perspektifte özenle yüründüğünü anlattı.
Hedefin terör örgütünün silahsızlanması, demokratikleşme konusundaki taleplerin demokratik ortamda tartışılması ve bu anlamda atılacak adımların gereğinin de hep beraber yapılması olduğunu belirten Davutoğlu, şöyle konuştu:"12-13 yıl önce 'OHAL kaldırılsın' deniyordu, kaldırıldı. 'Kürtçe üzerindeki yasaklar kaldırılsın' deniyordu kaldırıldı. 'Kürtçe öğrenebilelim' deniyordu, öğrenildi. Kürtçe propaganda, yayın yasağı kaldırıldı. Kürtçe enstitüler kuruldu. Yani, toplumsal hayatta zaten 13 yıl içinde birçok temel unsur halledildi. Zaten terör örgütünün problemi burada. 13 yıl önce böyle bir çözüm süreci olsaydı, bir liste yapılmış olsaydı, 'Biz şunun için bu mücadeleyi yapıyoruz' dedikleri her şey ve bence doğru olarak ve haklı olarak, modern çağdaş bir devletin vatandaşı olma niteliği itibarıyla doğru hususların hepsi yerine getirildi. En azından büyük çoğunluğu... Yeni bir talep varsa, bu da konuşulur. Beklentimiz neydi, 2 yıl içinde? Silahsızlanmaya gidecek yolu açalım, terör tarihe karışsın, ebedi ve ezeli kardeşliğimizi modern vatandaşlık hukukuyla tahkim ederek, geleceğe güzel bir örnek olarak yürüyelim. Bütün Ortadoğu etnik ve dini çatışmalar içindeyken biz, birleştirici bir yol yapalım."
Davutoğlu, devletin belki biraz yavaş karar aldığını, ancak aldığı kararda da sebat edeceğini, taktiksel değişiklikler yapmayacağını dile getirerek, "Biz bir karar almıştık. Silahlı gruplar çekilecek, biz yasal düzenleme yapacağız ve karşılıklı adımlarla bir yere gelinecek. O sebeple de bu kararda sebat ettik" şeklinde konuştu.
Bütün bu süreçte 3 seçim geçirildiğini hatırlatan Davutoğlu, seçimlerin demokratik standartlarda ve en iyi şekilde yapılabilmesi için de sükunet ortamına ihtiyaç olduğunu anlattı.
Davutoğlu, geçen sene Kobani bahanesiyle gerçekleştirilen olaylara kadar, hep sürecin rayına oturması için çaba sarf edildiğini aktararak, şunları kaydetti:"Kobani bahanesiyle yaşanan olaylar sonrasında, 6-7 Ekim olayları sonrasında da tekrar elimizdeki bütün kartları, bütün imkanları açarak, çözüm sürecine ivme katmaya çalıştık. Ama, bir taraftan da neler yapıldığını takip ettik. Şunu söyleyeyim, eğer bu tedbirler alınmamış olsaydı, safiyane bir şekilde çözüm sürecine inanılıp, alternatifte, 'Bunlar ayaklanırsa, silahlanırsa ne yapılır' diye düşünmemiş olsaydık, hazırlık yapmamış olsaydık, 22 Temmuz'da 2 polisimiz ve Adıyaman'da bir askerimiz şehit edildikten sonra, 23 Temmuz günü, şu karşı odada, önce Genelkurmay Başkanımızla baş başa, içeride, sonra karşı odaya geçtik, çok açık bir talimat verdim: Artık gün gelmiştir, bunların iyi niyeti yok. Bunların hedefi insan hakları, demokratik haklar, özgürlükler falan değil, bunların tek hedefi Türkiye'yi kardeş kavgasına götürmek. Sakallı görünen insanları bile öldürmeye başlamışlardı hani, DEAŞ unsuru diye... 'Hazırlıklarınız tamam mı', 'Tamam'. 'Herkes ne yapacağını biliyor mu?', 'Biliyor'. Bakın 23 Temmuz'da saat 15.30'da, 17.00'ye kadar süren toplantıda hepsinin hazırlıklarını dinledim ve 'Bu gece DEAŞ'a, DHKP/C'ye ve PKK'ya karşı üçlü terör mücadelesini başlatıyoruz' dedim. Yazılı olarak da talimatı verdim."
"ALTERNATİF PLANI DEVREYE SOKTUK"
Davutoğlu, o gece saat 23.00'te, PKK'nın Kuzey Irak'taki bütün, bilinmediğini zannettiği kamplarının vurulduğunu, 452 hedefin yerle bir edildiğini, aynı gece PKK'nın, "YDG-H unsurları" deyip, adlarının bilinmediği düşünülen üyelerinin hepsinin gözaltına alındığını anımsatarak, "Biz bir iradeyle çözüm sürecine yönelmiştik, ama karşı tarafta başka bir irade, Türkiye'yi bölme ve kaosa sürükleme tavrını ısrarla devam ettirmesi üzerine, bir de 7 Haziran sonrası 'Türkiye'de puslu hava var. Tam da vakti' dendiğini hissettiğimiz anda da alternatif olan planı, yani terörle mücadelenin en etkin şekilde yapılması planını devreye soktuk. O günden bugüne de burada aldığımız kararlardan hiçbir sapma olmadı" değerlendirmesinde bulundu.
Bütün güvenlik güçlerine, bir kez daha teşekkür eden ve şehitlere Allah'tan rahmet dileyen Davutoğlu, "Ama, eğer bu mücadeleyi vermemiş olsaydık, seçime giderken bunların, kendilerince özerklik ilan ettikleri, kanton ilan ettikleri yerlerde başka yapılanmalara gitmeye niyetleri vardı" dedi.
Bu niyetlerin neler olduğunun sorulması üzerine Davutoğlu, "Yani oralarda seçimi yaptırmamak da dahil olmak üzere, 'Burada başka seçim olacak' vesaire gibi. Eğer dediğiniz ihmal olsa, bu hazırlıklar olmazdı. Bir gecede yapılmadı o hazırlık" şeklinde konuştu.
Davutoğlu, 6-7 Ekim 2014'teki olayların ardından İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmaydan brifingler aldığını ve "Bunlar tekrar bu olayları yapmaya kalkışırlarsa, kesinlikle, bedeli ne olursa olsun, bir an dahi tereddüt etmeyeceksiniz" dediğini aktardı.
"DEVLETİN BURADA BİR HAZIRLIK İHMALİ YOK"
Başbakan Davutoğlu, 6-7 Ekim olaylarında tablonun görüldüğünü ve sonrasında gerekli her türlü çalışmanın yürütüldüğünü ifade ederek, şöyle devam etti:"Dolmabahçe mutabakatı, öyle sadece bir iyi niyet şeyiyle yürümedi. Bir taraftan da terörle mücadele konusunda düğmeye bastığımız anda, her yerde birden şiddetli bir darbe vurmak için çalışma yaptık. Eğer Dolmabahçe mutabakatında söz konusu olan ilkeler ve daha önce söz konusu olan, 2013'te gündeme gelen hususlarda, yani silah bırakma konusunda açık ve net bir tavır sergilenmiş olsaydı, durum farklı cereyan edebilirdi. Son şans onlara verildi. Onu kullanmadılar. Seçim dönemini bir baskı dönemi olarak kullandılar. Seçimden sonra da tam bir kibirle, 'Buraları farklı bir yapıya dönüştüreceğiz' havasına girip, serhildan tabiriyle ayaklanmaya kalkıştıkları zaman da hak ettikleri cevabı aldılar. Devletin burada bir hazırlık ihmali yok. Ama bir iradenin son noktaya kadar takibi söz konusuydu. Üç seçimin de suhuletle geçmesi için de yapılan çalışmalardı. Şimdi de bu irade karşılığını görmediği anda başka bir mücadeleyi sürdürüyoruz.
Ama bizim demokratikleşme ve sivil halkı kesinlikle, bütün bu mücadeleden etkilememe konusunda da kararlılığımız açıktır. Bütün Doğu'da, Güneydoğu Anadolu'daki vatandaşlarımıza sesleniyorum, hiçbir tereddütleri olmasın. 90'lara dönen PKK'ydı, devlet 90'lara dönmedi. Devletin işlediği tek bir faili meçhul cinayet yok, bugün. 23 Temmuz'dan bu yana bir tek faili meçhul cinayet göstersinler. Bir tek hukuk dışı bir davranış göstersinler. Bir iki yerde yanlış uygulama oldu, anında tahkikat açtırdık. Vatandaşlara müdahale veya davranış konusunda tek bir aksama olursa hesabını sorarız. Tek bir vatandaşımızın kılına zarar gelirse, onun hesabını sorarız. Ama bugün, 90'lı yıllara yöntem olarak dönen PKK'dır. Faili meçhulleri yapanlar onlar. Küçücük çocuk cesetleriyle, Silvan'da olduğu gibi patlayıcılarla sivil halkı katledenler onlar. Baraj inşaatını durdurmak isteyen onlar. Halk için yapılmış Yüksekova Havalimanı'nı tehditle uçuşa kapatmak isteyenler onlar. Dolayısıyla herkes ayan beyan kimin ne safta olduğunu görüyor."