Başbakan Yardımcısı Fikri Işık, “ Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tarihe mal olmuş önemli şahsiyetlerin özel hayatına dil uzatmak hiç kimsenin haddi değildir, hiç kimsenin buna hakkı da yoktur. Bu bağlamda Atatürk’ü ve Atatürk öznesinde yakın tarihimizi kalıp ve klişelerden uzak bir biçimde derinlemesine incelemek, değerlendirmek, dersler çıkarmak ve gelecek kuşaklara aktarmak bizim için milli bir görevdir” dedi.
Başbakan Yardımcısı Işık, Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen Atatürk’ü anma töreninde yaptığı konuşmasına geçtiğimiz günlerde saldırıya uğrayan gazilere geçmiş olsun dileklerini ilettiğini ve saldırıyı şiddetle kınadığını belirterek başladı. Işık, “Gazilerimizin bütün milletimize emanet olduğunu hiçbir zaman unutmamalı; bu bilinç ve hassasiyetle hareket etmeliyiz” dedi.
Mustafa Kemal’in Osmanlı Devleti’nin varlığını devam ettirme mücadelesi içinde olduğu bir zaman diliminde dünyaya geldiğini kaydeden Işık, “19. asrın son çeyreğinde dünyaya gözlerini açtığında Osmanlı Devleti, bir yandan mağlup olduğu ve toprak kaybettiği bir savaşın yaralarını sarmaya çalışırken, diğer yandan da kendisine biçilen 'hasta adam' gömleğini yırtma çabasındadır. Mustafa Kemal’in çocukluk ve ilk gençlik çağları bu döneme rastlar. 20. asrın başlarında artık bir askerdir. Ancak mensubu bulunduğu ordunun büyük çoğunluğu, asıl görevi vatan savunması olduğu, bu görev için her türlü hazırlığı yapmakla sorumlu bulunduğu halde siyasetle meşguldür. 2. Abdülhamid Han yönetimini devirmek için mücadele etmektedir. Bu mücadele sonunda 23 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet ilan edilecek, dokuz ay sonra da '31 Mart Harekatı' neticesinde 2. Abdülhamit Han tahttan indirilecektir” ifadelerini kullandı.
Kendi yapısal sorunlarını çözmek, asli işine odaklanmak yerine siyasetle uğraşan bir subay kadrosunun idare ettiği ordunun Balkan Savaşları'nda bozguna uğradığını, bunun bedelinin de ülke için ağır olduğunu söyleyen Işık, “1913 yılından itibaren Osmanlı ordusu tamamen Almanların kontrolüne girmiştir. 1. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Genelkurmayı, bir Alman generali tarafından yönetilmektedir. General Bronzart, Harbiye Nezareti’nde 33 yaşındaki Harbiye Nazırı Enver Paşa’dan sonra ikinci adamdır. İttihatçıların vatan sevgisinden şüphe yoktur; ancak uyguladıkları yanlış politikalar neticesinde ülkeyi uçuruma sürüklemişlerdir. Yalnızca Almanya’ya sırtını dayayıp bütün dünyaya meydan okumaya çalışmaları, 'bozgunda fetih rüyaları' görmeleri, 2. Abdülhamit Han’ın ayakta kalmak için yıllarca uyguladığı denge politikasını alt üst etmiş ve koca cihan imparatorluğunun yıkılmasına sebebiyet vermiştir. Aynı anda pek çok cephede savaşan Osmanlı ordusu, Çanakkale’de, Kut’ül Amare’de, Medine müdafaasında zaferler kazanmasına rağmen 1. Dünya Savaşı'nın sonunda mağlup sayılmıştır. Mustafa Kemal, bu çalkantılı dönemde kurmay subay olarak görev yapmış; pek çok cephede savaşmış, mensubu olduğu ordunun zaaflarını bizzat görmüş ve bunun ızdırabını derinden hissetmiştir” şeklinde konuştu.
“Mustafa Kemal, zamanın şartlarını iyi okuyabilen, muhakeme kabiliyeti son derece yüksek ve güçlü sezgiye sahip bir askerdir”
“Mustafa Kemal, zamanın şartlarını iyi okuyabilen, muhakeme kabiliyeti son derece yüksek ve güçlü sezgiye sahip bir askerdir” diyen Işık, konuşmasına şöyle devam etti:
“Henüz 29 yaşındayken Osmanlı ordusunu temsilen manevraları izlemek üzere Fransa’ya gönderilmiştir. Eylül 1910’da Pikardi’de, Fransız askeri birliklerinin parlak üniformaları içinde devrin modern silahlarıyla geçitlerini izleyecektir. Daha sonra bu program çerçevesinde Fransa’nın top ve tüfek fabrikasını gezecek ve arkadaşı Fethi Okyar’a, 'Fransa, bu orduyu barış için beslemiyor, bir savaşın ayak seslerini duyuyorum. Umarım bu savaşın dışında kalırız. Aksi takdirde savaş, devlet olarak sonumuz olur' diyecektir. Mustafa Kemal’in dünyayı kana bulayacak bir savaşın habercisi olan bu sözleri, kehanet değildir. Bunlar Avrupa’daki gelişmeleri, Almanya ile Fransa arasındaki rekabeti ve husumeti gören; Britanya’nın hedeflerini ve Çarlık Rusyası’nın emellerini gayet iyi bilen bir kurmayın sözleridir. Mustafa Kemal gerçekçidir; savaşın ne demek olduğunun, nelere mal olacağının farkında olan bir askerdir. Ordunun silah ve teçhizat bakımından dışa bağımlı olduğunu bilmektedir. Devletin mevcut ekonomik gücüyle böyle bir savaşı kaldıramayacağının idrakindedir. Bir yerden bir yere ulaşımın haftalarca sürdüğü devri yaşamıştır. Ülkede hızlı, güvenli bir ulaşım sistemi yoktur; cephane, silah ve teçhizat gitmesi gereken yere zamanında nakledilememektedir. Mustafa Kemal’i anarken onun yaşadığı dönemin zor şartlarını, Osmanlı’nın yıkılışına giden süreçte yapılan hataları ve yanlışları iyi değerlendirmemiz gerekir. 1. Dünya Savaşı’nın ağır sonuçlarını gören ve yaşayan Mustafa Kemal, 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendirildiğinde bir hedefi vardır. Bu hedef şüphesiz 'elde kalanlarla yeniden toparlanmak ve mücadeleye kaldığı yerden devam etmek'tir. Bu hedef için planını, programını adım adım tatbik etmiştir. İşgallere karşı yurdun farklı bölgelerinde kurulmuş olan Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetlerini tek çatı altında toplamış; Erzurum Kongresi'nde bir araya getirdiği kanaat önderleriyle millî mücadelenin esaslarını belirlemiş ve alınan kararları Sivas Kongresi'nde de pekiştirerek tüm dünyaya duyurmuştur.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün halktan daha büyük bir beşeri gücün olmadığının bilincinde bir lider olduğunu belirten Işık, “Milli mücadelenin başarıya ulaşmasında halkın gücünü, desteğini ve fedakarlığını her zaman hatırlayacak ve hatırlatacaktır. Başarılarının sırrını soranlara; 'Bir milletin başarısı iyi bir ekibe dayanır, yani tek başına bir kimseye bütün muvaffakıyetler atfedilemez. Onu organize etmek lazımdır ki bir başarıya ulaşılabilsin. Ben de yaptı isem arkadaşlarıma dayanarak, milletime dayanarak ancak bu işleri yapabilmişimdir. Yani tek başına bana atfedilemez' cevabını vermiştir” dedi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşla ilgili öngörüsünün 1. Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi 2. Dünya Savaşı arifesinde de ortada olduğunu vurgulayan Işık, “1. Dünya Savaşı'nın yaraları halen tazedir. Dünyayı kana bulayan boğuşmanın üzerinden 20 yıl geçmiştir. Coğrafyası parçalanan bir devletin hatıraları henüz canlıdır. Avrupa’da durum hayli gergindir. Gazi, Dolmabahçe Sarayı’nda, Eylül 1938’de hasta yatağında devlet ricalini kabul etmiş, ülkenin durumu hakkında bilgi almaktadır. Bu kabul sırasında; 'Çok zaman geçmeden Avrupa’da bir fırtına kopacaktır. O müthiş kasırga dünyanın her tarafına yayılacak, beşeriyet umumi bir harp musibetinin bütün kötülükleri ile bir kere daha karşılaşacaktır. Bu kanlı badirede tarafsız kalmak, harbe katılmamak ve devlet gemisini bu fırtına ortasında hiçbir maniaya çarptırmadan sevk ve idare ederek harp dışında ve sulh içinde yaşamaya çabalamak bizim için hayati ehemmiyeti haizdir' beyanında bulunacaktır. O, insanlık için daha huzurlu bir dünyanın mümkün olduğuna inanmaktadır. Kendisi bu hususu şöyle dile getirmiştir; 'Eğer devamlı barış isteniyorsa, insan kitlelerinin vaziyetlerini iyileştirecek milletlerarası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir.' Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937’de serdettiği bu görüşleri, kurulan kurumlara ve atılan adımlara rağmen günümüzde de hala geçerliliğini korumaktadır. 'Dünya 5’ten büyüktür' vurgusu, bu ihtiyacın bir başka güncel ifadesidir” açıklamasında bulundu.
"Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Atatürk’ün en önemli hedefi, ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmak olmuştur"
Işık, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Atatürk’ün en önemli hedefi, ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmak olmuştur. Bunun için pek çok adım atmış, pek çok reform ve devrim gerçekleştirmiştir. Atatürk’ün liderliğinde her alanda kendine yeten bir ülke olmak için büyük ve bütüncül bir kalkınma hamlesi başlatılmıştır. Çok sayıda sanayi tesisi ardı ardına hizmete alınmış, bu sanayii destekleyecek başta demiryolu olmak üzere ciddi altyapı yatırımlarına girişilmiştir. Anadolu’nun en ücra köşelerine ulaşacak büyük bir eğitim seferberliği başlatılmıştır. Bir milletin bekasını, varlığının devamını sağlayan, o milletin dili ve tarihidir. Mustafa Kemal, bunun bilincindedir ve daha Cumhuriyetin ilk yıllarında bunun gereğini yerine getirmiştir. Batı dünyasının Türklere dair kemikleşmiş bir bakışı, bir kanaati vardır; tahkir edici bir bakıştır bu. Tarih kitaplarında 'Türkler medeniyetten yoksundur; ikinci derece bir ırktır' gibi tezleri hep işlemişlerdir. Gazi, bu görüşlerin temelsiz olduğunu ilmi tetkiklerle ve bütün yönleriyle, bu köklü milletin tarihini, medeniyetini inceleyecek ve araştıracak ilim müesseselerinin eksikliğini hissetmiş; yeni başkentte Türk Tarih Kurumunu, Türk Dil Kurumunu, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini kurmuştur. Muasır medeniyet yürüyüşü bugün de devam etmektedir. Cumhuriyetimizin demokrasiyle taçlandırılması, ekonomik bağımsızlığımızın teminat altına alınması, sosyal adaletin tesisi, halkımızın refah ve mutluluğunu artıracak pek çok reformun döneminizde hayata geçirilmesi, aslında bu kutlu yürüyüşün önemli kilometre taşlarındandır. Uzaydaki gözümüz Göktürk, gökyüzünde süzülen Hürkuş, teröristlerin korkulu rüyası İHA’lar, denizlerde kuğu gibi süzülen gemilerimiz, mesafeleri kısaltan hızlı trenler, kıtaları kavuşturan Marmaray, ülkeleri birleştiren Demir İpek Yolu, gönülleri birleştiren bölünmüş yollar, modern şifahaneler olan şehir hastaneleri, üniversitelerimiz bu ideal için liderliğinizde atılan bazı adımlardandır.”
“Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tarihe mal olmuş önemli şahsiyetlerin özel hayatına dil uzatmak, hiç kimsenin haddi değildir”
İbn-i Haldun’un “Geçmiş geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” sözünü hatırlatan Işık, “Dünü konuşurken bugünü düşünmeli ve yarını hayal etmeliyiz. Yarını planlamak, yarına hazırlanmak için dünü çok iyi bilmeliyiz. Atatürk’ü anmanın en iyi yolu onu doğru anlamak ve şekilciliğe hapsetmemektir. Aslında Atatürk’ü şekilciliğe hapsetmek, ona yapılabilecek en büyük haksızlıklardan biridir. Hiç şüphe yok ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu milletin ortak değeridir. Hiç kimsenin, hiçbir grubun ve hiçbir zümrenin tekelinde değildir. Hangi gerekçeyle olursa olsun, bu gayret içinde olanlar, toplumu ciddi anlamda ayrıştırmış olur. Tarihi kişiliklerin hukuku, milletin uhdesindedir. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tarihe mal olmuş önemli şahsiyetlerin özel hayatına dil uzatmak hiç kimsenin haddi değildir, hiç kimsenin buna hakkı da yoktur. Bu bağlamda Atatürk’ü ve Atatürk öznesinde yakın tarihimizi kalıp ve klişelerden uzak bir biçimde derinlemesine incelemek, değerlendirmek, dersler çıkarmak ve gelecek kuşaklara aktarmak bizim için milli bir görevdir” şeklinde konuştu.