HALK DEMOKRASİYE KAPALI SİSTEMİ REDDEDİYOR
Halkın bugünkü demokraside kapalı sistemi reddettiğini söyleyen Doç. Dr. Selçuk, “Halk sadece özgürlük istemiyor: Açık şeffaf saydam bir toplum ve yönetim istiyor. Tabi bunları gerçekleştirebildik mi, düşünmemiz gerekecek. Üret, tüket geriliminde ekonominin demokratik olmasını istiyor. Ekonomide demokratikleşiyor. İnternetle, kültür iletişimiyle, bilgi ve kültür tekelini halk eline almak istiyor, Tekelci odaklardan eline geçirmek istiyor” dedi.
DEMOKRASİMİZE BİLİMSEL AÇIDAN BAKIŞ
“Türkiye eğer Avrupa Birliği'ne girecekse her alanda bilime dayanmak zorundadır” diyen Yargıtay eski Başkanı Selçuk, “Her aşamada bunu gerçekleştirmek zorundayız. Bugün bilimin söylediği bir şey var diyor ki, 'En iyi yönetim şu anda demokrasidir.' Eğer derseniz ki demokrasi ikinci iyidir, birincisini bulmak zorundasınız. Birincisini bulamıyorsanız, demokrasinizi geliştireceksiniz. Bütün dünya ikincisine hazırlanıyor ne diyor, 'Hiperdemokrasi.' Bizim kuşak pek talihli değil. Açık konuşalım. Partilerin kendi aralarında yaptıkları tartışmalara baktığımızda bugün gülüyorum, bir kör dövüşü. Hiç birisinin doğru düzgün programı yoktu. Ama bugün yavaş yavaş içerik kazanmaya başlamıştır. Yasaklar arasında, sessizlikler arasında biz yetiştik. Çünkü yasaklarda eşitlik vardı. Bakınız Türkiye böyle bir dönemden geldi. Sadece kendi ülkeme baktığım zaman diyorum ki, '60 yılda Türkiye önemli mesafe kat etti' seviniyorum. Ama gelin görün ki, dünya perspektifinden baktığınız zaman Türkiye'nin yanı başındaki daha dün demokrasiye geçen ülkelerin Türkiye'yi geçtiğini görüyoruz. Bu çok düşündürücü. Biz onların henüz bitirdiği tartışmaları yeni yeni yapıyoruz. Onların çoğu Avrupa Birliği'ne girdiler. Bizde ilerleme hızlı olmuyor, bir ağır çekim var. Bunu Türkiye'nin aşması gerekir. Demokrasimize bilimsel açıdan baktığımız zaman, 'demokrasi nefes darlığı çekiyor.' Bir yokuşa geldiği zaman durmak zorunda kalıyor. Türkiye'deki demokrasi üretemeyen bir demokrasi. Bu teşhiste birleşmeliyiz. Eğer teşhiste birleşemezseniz o demokrasinin yanlışlıklarını hastalıklarını saptayamayazsınız . Demokrasi böyle nefes darlığı çektiği sürece yönetemeyen demokrasi olduğu sürece elbette ki bazı fırsatçılara da zaman zaman gün doğuyor” diye konuştu.
“TEMSİL BUNALIMI YAŞAYAN BİR DEMOKRASİ BU”
Türkiye'nin 2007 yılındaki insani gelişmişlik raporuna bakıldığında 177 ülke arasında 95'inci sırada görüldüğünü dile getiren Doç. Dr. Selçuk, “Ulusal gelir, sağlıklı uzun yaşama ve bilgi, bilgiye ayrılan para açısından durumu bu. ilk 70 ülkeden en son 10'unun ulusal gelirin yüzde 4.5'i öğrenime ayrılmış. Türkiye'de ise yüzde 3.7. Şimdi bakıyorsunuz, teknolojiye uyum sağlamış mı Türkiye. Uyum sağlasa bütün dünyada trafik kazasında birinci olmaz. Teknolojinin diliyle, bilimi birleştirememiş. Bilgisayarın daktilo olarak kullanıldığı bir ülke Türkiye. Bunu kabul edelim. Ben Yargıtay'da bunu alıştıramadım. 'Bu daktilo değil, bilgisayar.' Yönetemeyen demokrasiye baktığınız zaman özellikle son 27 Mayıs'tan sonraki döneme bakarsanız, 40 yıla yakın bir dönem içinde 24 parti kapatmış bir ülke burası. Bu bir sabıkalılıktır. Neden? O siyasal partiler yasasıyla demokrasiyi gerçekleştiremezsiniz, o bir düştür, onu kaldırmanız gerekir. 2001 yılında yapmış olduğum konuşmanın 11 sayfasını buna ayırmış ve 'Venedik ölçütleri gözeterek bir düzenleme yapın ya da bunu kaldırın.' Bu hala gerçekleşmiş değil. Temsil bunalımı yaşayan bir demokrasi bu. Bunalım nasıl yaşanıyor, seçim sistemiyle. Seçim yasasını değiştirmezseniz, bazı sonuçlara katlanırsınız. Çünkü yasama organı, yürütmenin organını denetler. Türkiye'de denetlemesi mümkün değil. Çünkü her dönemde parti genel başkanlarının gösterdiği adaylar seçilirse bu denetim bir düşten ibarettir. Seçim yasasını değiştireceksiniz. İnsanlar kendi milletvekillerini kendi temsilcilerini seçecekler. Genel başkanların temsilcilerini seçmeyecekler. bunu yapmadığınız sürece yasama organının, yürütme organı tarafından kuşatıldığını görür, onun sonuçlarına katlanırsınız. Erkler ayrılığını kesinlikle gerçekleştiremezsiniz. Bu boş bir laftan ibarettir. Yasama normal insanlar için yapılır. Onlar gelip geçicidir, yasa kalıcıdır. Ya günün birinde bir ihtiyaç çıkarsa ne olacak? Erkler ayrılığı bugün bulunan en doğru çözümdür. erkler birbirinin alanına karışmayacaklar ve birbirilerini denetleyecekler. Yasama yürütmeyi, yürütme icrayı denetleyecek. yasamaya hesap verecek, hukuki bir uyuşmazlık olduğu zaman son sözü yargı söyleyecek. Ama bakıyorsunuz demin de belirttiğim gibi yasama, yürütmeyi kuşatmış durumdadır” şeklinde konuştu.
“DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNE BAKTINIZ ZAMAN
TÜRKİYE'NİN SABIKASI ÇOK KABARIK”
“Yüksek yargı organlarına baktınız zaman bir ölçüde orada yargı bağımsızlığı sağlanmış ama, diğer alanlarda sağlandığını söyleyemezsiniz. Yürütme orada da egemendir. Bu yıllardan beri söylenir ama değişmez” diyen Doç. Dr. Selçuk, şunları kaydetti; “Uzlaşma kültürü yok, çünkü Türkiye'de düşünce özgürlüğü yok. Uzlaşma kültürünü düşünce özgürlüğü yaratır. Eğer düşünce özgürlüğü tam anlamıyla yoksa uzlaşma kültürünü geliştiremezsiniz. Tartışma dediğiniz zaman bakınız en güzel sözcük budur; benim düşüncelerimi siz tartacaksınız, sizlerin düşüncelerini ben tartacağım. Ama Türkiye'de tartışma bırakıyorsunuz, bir süre sonra sövüşmeye dönüşüyor. Çünkü kişiler o görüşü tartışmıyor. Karşılıklı birbirlerini nasıl mahvedeceklerinin hesabı içindeler. Yani bir imece çalışması içinde gerçeği nasıl buluruz kaygısı yok. Biraz sonra sövüşme bazen de dövüşmeye dönüşüyor. Düşünce özgürlüğüne baktınız zaman Türkiye'nin sabıkası çok kabarık. Bakınız 8 Temmuz 1999 yılında Türkiye 11 ayrı davadan Avrupa insan Hakları Mahkemesi'nce 11 kez hükümlü kılınmış bir ülke. Dile kolay bu bir rekor ama hiçte güzel bir rekor değil. Utanç verici bir olay. Bir hukukçu olarak bunu okuduğum ve kararları gördüğüm zaman gerçekten çok utandım. Devleti baba olarak görürseniz ki Anayasamızda vazgeçildi çok şükür kutsallaştırırsanız. Devleti insana hizmet için yapılmış bir kurum olarak görürseniz, devlet size babalık yapar sık sık da kulağınızı çeker, çünkü terbiye etme hakkını edinmiştir. Eğitim diyoruz sürekli. Eğitim terbiye etmek demek. Evet Fransızca'dan almış olabilirsiniz beni ilgilendirmiyor ama bunun demokraside yeri olamaz. Devlet yurttaşını terbiye etmez, öyle bir hakka sahip olmaz, olamaz. Memurunu terbiye eden bir devlet karşısındasınız. Ben biliyorum gizli sicillerimi, savcı yargıç arkadaşlarımızın hangi ideolojide, hangi inançta olduğu kaydedilir, yazılır müfettişler tarafından. Korkunç bir şey bu. Her yerde söylüyorum, sizi ilgilendirmez. Ne zaman ilgilendir? O savcı, o yargıç yargılamaya bunu karıştırırsa o zaman sizin göreviniz. Sicillere işleniyor, böyle bir şey olamaz. Devleti insan için yapacaksınız, hukuka dayandıracaksınız. İşte uygar bir ulus olmak istiyorsanız hukuk bilincini geliştireceksiniz. Hukuk bilinci gelişmiş bir ülkede 1982 anayasasıyla o ülke yönetilmez. Çünkü bu anayasa tekrar tekrar vurguluyorum, kıyamet kopsada biçimsel açıdan zaten meşru bir anayasa değildi. Çünkü irade özgürlüğüne ters bir şekilde kabul edilmiş, her sözleşme hukukun karşısında geçersizdir. İki, içerik açısından da öyle. Çünkü artık Türk halkı bu anayasa ile yönetilmek istemiyor. Haklı, Türkiye Anayasalı bir devlet ama Anayasal değil. Devleti yurttaşının üzerine çıkarmış. Böyle bir anayasaya hukuk açısından anayasa diyemezsiniz.”