AK Parti Erzurum Milletvekili Cengiz Yavilioğlu, Habervaktim.com’a 28 Şubat süreciyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. 28 Şubat’ın finansal maliyetinin 290 milyar dolar olduğunu beyan ettiği mulakatta Yavilioğlu, “Terörün maliyetine denktir” ilavesinde bulundu.
Yavilioğlu’nun, Habervaktim.com’a yaptığı açıklamalar şöyle:
“İNCELENİRSE TESADÜF OLMADIĞI ANLAŞILIR”
Demirel, yakınındaki Org. Karadayı’nın gözaltına alınmasının ardından yeniden sahneye çıkarak, “28 Şubat’ta yanlış bir şey yoktur. Her şey anayasa uygun cereyan etti” dedi. Demirel’in bu son çıkışını nasıl okumalıyız?
Bir kere Demirel’in Anayasaya uygunluktan kastettiği şey, MGK’nın anayasadaki varlığıdır. MGK bilindiği gibi 27 Mayıs darbesiyle siyasi hayata yerleşmiş, “Demirel’in de mağdur olduğu!” 1982 Anayasasıyla da konumunu pekiştirmiştir. Demirel’in dayanağı bir açıdan 1971’de ve 1980’de sıkıntıya sokan kurumun ta kendisidir. Demirel’e komisyon sürecinde yaptığımız görüşmede, askeri vesayetin sembolü MGK’yı niye kaldırmadıklarını sormuştuk. Kendisi “MGK’yı ihtilallere karşı alınmış bir tedbir olarak gördüklerini, askerin üst kademesinin, sivil idare bir şey yapmaya kalktığı zaman buna itiraz etmemelerini sağlayacak bir mekanizma olan MGK’yı düzeltmeyi hiç düşünmediklerini” söylemiştir.
Evet…
O zaman şunu sormak lazım: MGK hangi darbeyi engellemiştir? Madem MGK darbeleri engelleyen bir kurumdu niye 1971 muhtırası ve 1980 darbesi yaşandı? “Dün dündür, bugün bugündür” felsefesinin kurucusu olan Demirel’in, tarihi gerçekleri göz ardı edip, bunları söylemesi gayet tabiidir.
Bununla birlikte o dönemde yapılan fişlemeler, haksız yargılamalar, işten atmalar, takipler, tecritler, tehditler, hapisler… Hepsi göz önündedir. “İnşallah, maşallah” sözcüklerini çok kullandığı için takibata uğrayandan tutun; evinde “Allah” yazısı yazıldığı için şüpheli duruma düşüp hakkında soruşturma açılan kişilere kadar… Bunların hukuka, anayasaya uygun olduğunu düşünmek, akla yatkın görünmemektedir.
Meclis Darbe Komisyonu üyesi olarak, o süreçle ilgili Demirel’i suçlayan çok sayıda kişiyi dinlediniz, birçok belge incelediniz. Tüm bu delilleri bir araya getirdiğimizde Demirel’in 28 Şubat’taki rolü için neler söyleyebiliriz?
Demirel, 28 Şubat’ın tam merkezindedir. Demirel’in varlığı 28 Şubat’ın sorunsuz işlemesine yardım etmiştir. Fazla değil, 1997 Ocak ayından itibaren Demirel’in aldığı brifingler, katıldığı televizyon programları, gazete demeçleri, yazdığı uyarı mektupları, hükümete üstü kapalı tehditleri incelenirse bunun bir tesadüf olmadığı anlaşılır. Demirel’in siyasi gerginlikleri dindirmek yerine daha da körükleyen ifadeleri görülebilir. Zaten meşhur 28 Şubat tarihli MGK kararlarının iskeleti bu dönemde oluşturulmuştur.
ARAYA KARIŞMIŞ TRUVA ATI!
Baktığınız belgelerde Demirel’le ilgili dikkatinizi çeken ayrıntılar var mı?
Bu konuyu iki açıdan ele almak lazım. Birincisi; bu dönemle ilgili elimizde mektuplar var. Türk darbe geleneğinde, darbe öncesi hükümete uyarı mektubu yazmak adettendir. 12 Eylül öncesi dönemde Demirel’in Korutürk’ten aldığı (aslında MGK’nın Demirel’e iletilmesi için verdikleri) mektuplar bilinmektedir. Benzer durum 28 Şubat’ta da yaşanmıştır. 3 Şubat 1997 tarihinde İsmail Hakkı Karadayı’nın ekibinin hazırlattığı mektuplar, Başbakan Necmettin Erbakan’a iletilmek üzere Demirel’e teslim edilmiştir. Bunlardan bir tanesi Abdurrahman Dilipak’ı yazdığı bir yazıdan dolayı yargılayan ve beraat kararı veren, bu kararı üzerine hakkında soruşturma açılan ve kınama cezası verilen hakim Mustafa Kutluk’un, Adalet Bakanı Şevket Kazan tarafından Bakanlık Tetkik Hakimliğine getirmesi üzerinedir. Bu atamanın son derece sakıncalı bulunduğu ifade edilmiştir. Bunun gibi gönderilen “kişiye özel” mektuplarda, hakim ve savcı sınavı hakkında çekincelerin olduğu, bazı siyasi kişiliği olan (Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe gibi) konuşmacıların; çeşitli toplantılarda laiklik, ırk ve dil konularında, ulusal değerleri yıpratmaya gayret sarfettiği iddiaları yer almıştır. Demirel bu mektupları askerin vesayetçi tutumunu dönemin hükümetine bir baskı unsuru yansıttığı görülebilir. Madem 28 Şubat anayasaya uygundur, hükümeti işlemez hale getirecek bu tür direktifler anayasanın hangi maddesinde vardır?
İkincisi?
İkincisi, biz komisyon olarak sadece 28 Şubat sürecini değil, 1950’den itibaren tüm darbeleri ve darbe girişimlerini, dönemin siyasi olaylarını inceleme imkanı bulduk. Burada dikkat çeken nokta; Demirel’in 28 Şubat haricindeki darbelere gösterdiği tutumdur. Hepsinde demokrasi havarisi kesilen, mağdur edebiyatı yapan Demirel, 28 Şubat sürecinde niye aynı tutumu göstermemiştir, hakikaten şaşılacak bir durumdur. Yakın dönemin tarihi süreci iyi analiz edilirse Demirel’in, muhafazakar kesimin arasına karışmış bir “Truva Atı” olduğu gayet açık bir şekilde görülebilir. Çünkü Demirel’in şu anda bulunduğu siyasi çizgi, tavır ve tutumları, 1970’lerde seçim meydanlarında yerden yere vurduğu siyasi çizginin daha da ötesindedir.
Demirel, Erbakan’ın istifasının ardından hükümeti kurma görevini Tansu Çiller yerine Mesut Yılmaz’a vermesine ilişkin, Yılmaz’ın güvenoyu alabileceğini düşündüğü için görevlendirdiği söylüyor. Oysa Yılmaz’dan sonra hükümeti kurma görevini verdiği Yalım Erez, güvenoyu almak bir yana kendi kadrosunu bile oluşturmadı. Demirel’in bu hedef saptırmasıyla ilgili ne diyorsunuz?
Demirel, Türkiye’de en çok hükümet kuranların ve hükümeti yıkılanların başında gelmektedir. Bir hükümet nasıl kurulur, nasıl yıkılır, hangi hükümet iş yapar hangisi iş yapmaz önemli bir tecrübesi vardır. Bence Demirel bu tutumuyla 1971 taktiğini uygulamak istemiştir. O dönemde Demirel Başbakanlık’tan istifa ettikten sonra Nihat Erim, Naim Talu gibi isimlere sipariş teknokrat hükümetleri kurdurulmuştur. Maksat vesayetçi anlayışı, halkın iradesine dayanmayan yapay hükümetlerle hakim kılmaktır. Bunda kısmen başarılı olunmuştur. Ama bu hükümetler istikrarsızlığı arttırmaktan başka bir işe yaramamışlardır. Aynı tablo 28 Şubat’ta da görülebilir. Tüm adımlar vesayetçi anlayışı hakim kılmak için atılmıştır. Erez’in kurulamayan hükümetini de Yılmaz’a verilen hükümet kurma görevini de bu açıdan değerlendirmek gerekir.
“DESTEKÇİLERİN KÂRINA BAKIN”
Darbenin ekonomik maliyeti, o süreçte haksız yere cebini dolduranlarla ilgili tespitleriniz var mı?
Her darbenin Türkiye’ye ağır bedeller ödettiğini söylemek mümkündür. Bunlardan en fazla göze batanı 28 Şubat’ta olanıdır. 28 Şubat’ın finansal maliyeti yaklaşık 290 milyar dolardır. Terörün maliyetine denk. 2011'deki vergi gelirlerinin 2 katı. Özelleştirmelerden elde edilen gelirin 7 katı. O dönemdeki sistem kamu sektörü borçlanması yüksekti. O yıllarda faaliyet dışı karlar yüzde 33’ten 200'ün üzerine çıkmıştır. Bunun devamı olarak 2001’de ekonomik krizler ortaya çıktı. Bir ülkede siyasi istikrar yoksa ekonomik istikrar aramanın imkanı yoktur. Kamu bankalarının görev zararları, tam 50 milyar dolar. Bunlardan elde edilen gelir 43 milyar dolar.
Ülkeye en büyük ihaneti cunta yapmış.
28 Şubat’ın maliyetleri tartışılmadı. Sadece siyasi sonuçları tartışıldı. İnsanların bu karşılaştırmaları yapması ve ortaya konan bu süreçlerin neye mal olduğunu bilmesi lazım. Bu işin taraftarları, 28 Şubat sürecine destek verenlerin kar ve zararlarına bakın. O zaman en çok kar eden şirketler devlete para satan, yani hazineden tahvil alarak faaliyet dışı gelirlerine bakın… Yani bankalarla finansal kağıtlara para yatırarak para kazanlar var. Mesela OYAK gibi şirketler var. Bunların ayrıcalıkları var. Gelir, kurumlar vergisi, stopajdan muaftır. Bunlar bu muafiyetlerle çıkıp piyasada iş yapıyorlar. Haksız bir rekabet oluşturuldu. Her darbe o dönemde sınırlı kalmadı. Darbeyi 1960’tan beri kesintisiz olarak yaşadık, yaşıyoruz her an. O dönemde kayıp kişi başına düşen maliyeti 4 bin 150 dolar, yani 2002'den önce her bir vatandaşın cebinden bu para alındı.