DİLEK BAYRAK-Atatürk üniversitesi iletişim Fakültesi tarafından 6-8 kasım tarihlerinde düzenlenecek olan sempozyumla ‘Medya ve Mahremiyetin Sınırları’ tartışılacak. İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Uğur Yavuz zempozyumla ilgili olarak yaptığı sunumda, “Özel yaşamın gizliliğini, kutsallığını ve dokunulmazlığını, özel yaşam-kamusal alan ayrımını, mahremiyet ve aleniyet arasındaki dolaysız ilişkileri bireysel “özgürlükler” ve medyanın “toplumsal sorumluluk paylaşımı” temelinde üstlendiği etik rollerle birlikte farklı perspektiflerden yeniden tartışmaya açmanın şimdi tam zamanıdır.”dedi.
Sunumunda ‘Günümüzde denetleyen gözün iktidarı, kendini görünmez kıldığı ölçüde kapsama alanını da genişletmiştir. Bireyin özgün, kamusal bir gruba ait olan mevcudiyetindeki parçalanmışlık, bazılarının deyimiyle, duygularını kamera önünde göstermeye ve yeniden canlandırmaya istekli “duyguötesi bir toplum” ve “mağdur”lar yaratmıştır.” Vurgusunu yapan Yavuz, “Artık, mahremiyet mağdurlarının “öyküleri” ya da genel olarak kamusal mağduriyet senaryoları özel alanda değil, tümüyle tartışmalı bir düzlemde ve sınırları belirsiz medyatik bir kamusal alanda sahnelenmektedir. “Gözün vicdanı”, yerini, her yerde gözün “iğdiş eden” yasasına bırakmıştır, artık her şey seyirlik ve gösteriye dönük, her yer dışa açılma eğiliminin heveskâr iştahıyla dopdoludur. Bu, içsel-yönelimli var oluş anlatısının sonu, dışsal-yönelimli görsel-tele-var oluş çağının da başlangıcıdır.”tespitlerini yaptı.
YAVUZ’UN SUNUMU
Yavuz şunları kaydetti, “Yeni iletişim ve gözetim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte yaygınlaşan panoptik -synoptik güç kullanımı, yaşamın her alanında mahremiyetin geri dönüşsüz biçimde parçalanması ve gaspıyla sonuçlanan ölümcül örnekler ortaya koyarken, söz konusu süreç, neyin toplum yaşamıyla, neyin bireysel yaşam alanıyla ilgili olduğuna ilişkin de can alıcı sorular ortaya koymaktadır. Bu yönüyle, mahremiyetini, öznelliğini ve özgürlüğünü televizyon ekranı adlı kansız sunakta sınayan bireylerin adeta görünmez bir iktidarın ıslah evlerine dönüşmüş olan yaşamları da artık geleceğe ilişkin hiçbir anlamlı vaat sunmamaktadır. Görünme ve algılanma arzusu, bir isteği ve arzuyu görünür kılmanın önüne geçmiştir. Bireyin özel yaşam alanına giren hisleri, sırları, aile ilişkileri, hastalıkları, inançları, planları, mektupları, yalnızlığı, yatak odası, vb. özelliklerinin eriştiği alenilik düzeyi o noktaya varmıştır ki, artık davranışı gizli tutma iradesinin perdelediği varsayılan kutsanmış öznelliğin de hiçbir muteber tarafı kalmamıştır.Özetle, özel yaşamın gizliliğini, kutsallığını ve dokunulmazlığını, özel yaşam-kamusal alan ayrımını, mahremiyet ve aleniyet arasındaki dolaysız ilişkileri bireysel “özgürlükler” ve medyanın “toplumsal sorumluluk paylaşımı” temelinde üstlendiği etik rollerle birlikte farklı perspektiflerden yeniden tartışmaya açmanın şimdi tam zamanıdır…’