Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Uluslararası İlahiyat Programı'nın mezuniyet törenine katıldı.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfının ortaklaşa yürüttüğü Uluslararası İlahiyat Programı kapsamında Avrupa'dan gelerek Türkiye'de eğitim gören öğrencilerin mezuniyet Programı'nda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Uluslararası İlahiyat Programının, Avrupa’nın geleceğini ilgilendiren evrensel bir proje olduğunu kaydederek, “Bu proje sadece Türkiye’den Avrupa’ya göçmüş vatandaşlarımıza yönelik bir proje değil, evrensel bir projedir. Avrupa’nın geleceğini ilgilendiren, bizim geleceğimizi ilgilendiren evrensel bir projedir” diye konuştu.
Müslüman gençlerin terör örgütlerinin bir üyesi olmasının sebeplerini, Avrupalı yöneticilerin İslam’ın tarihinde değil, Batı’nın tarihinde araması gerektiğini, İslam’ın tarihinde bunun sebeplerini bulamayacaklarını vurgulayarak, Avrupa’nın ve dünyanın bu projeye ihtiyacı olduğunu belirtti.
Başkan Görmez’in konuşmasından önemli satır başları şöyle;
“ULUSLARARASI İLAHİYAT PROGRAMI, AVRUPA’NIN VE DÜNYANIN İHTİYACI OLAN EVRENSEL BİR PROJEDİR…”
Uluslararası İlahiyat Programı, sadece Türkiye’den Avrupa’ya göçmüş vatandaşlarımıza yönelik bir proje değil, bu proje aslında evrensel ve Avrupa’nın geleceğini ilgilendiren, bizim geleceğimizi ilgilendiren bir projedir. Bu proje yerel, küçük bir proje değil, bu proje büyük bir projedir. İstiyorum ki, Fransa’da doğan Faslı, Magripli, Cezayirli çocuklarda artık gelsin bu projeye dahil olsunlar. İngiltere’de yaşayan Hint, Pakistan asıllı ve orada doğmuş çocuklar da gelsinler bu nimetten istifade etsinler. Çünkü Avrupa’nın buna ihtiyacı var, dünyanın buna ihtiyacı var çünkü. O çocukların artık gidecekleri bir Ezherleri, Mısırları kalmadı. O çocukların gidecekleri bir Suriyeleri, bir Irakları kalmadı. O çocukların artık gidebilecekleri bir Suudi Arabistanları, bir Yemenleri, Libyaları kalmadı. O çocukların yine gidebileceği bir İstanbulları kaldı. Onun için Diyanet olarak, Türkiye olarak oturup bu projeyi sadece yurt dışında yaşayan millet varlığımızın çocuklarına tahsis etmekle iktifa etmeyip, Avrupa’da yaşayan bütün Müslümanların, hatta Latin Amerika’da, Amerika’da, Avusturalya’da yaşayan bütün Müslümanların çocuklarına bu imkanı açabilmenin yollarını aramamız gerekir.
“AVRUPALI YÖNETİCİLER, GENÇLERİN TERÖR ÖRGÜTLERİNE KATILMA SEBEPLERİNİ BATI’NIN TARİHİNDE ARASIN…”
Eğer biz bu imkanı 20 sene 30 sene önce sağlayabilseydik acaba bugün Fransa’nın banliyölerinde, Fransa’nın varoşlarında, Paris’in varoşlarında doğan, büyüyen o yaralı bilinçli çocuklar, gençler bugün çeşitli yollarla gidip Suriye’de insan öldürme makinesine dönüşen terör örgütlerinin hizmetinde olmak için bir çaba içerisinde olurlar mıydı? Bunun üzerinde hep birlikte düşünmemiz gerekir. Bugün Almanya’da, Berlin’de, Paris’te, İsviçre’de, Hollanda’da dünyaya gelmiş ve orada inançları ve değerleri aşağılandığı için veya öyle gördüğü için yaralı bilinçle yetişmiş Müslüman gençler neden insan öldürme makinelerine dönüşen terör örgütlerinin bir üyesi olmak için ailesini, çocuklarını, kardeşlerini, ülkesini içinde yaşadığı bütün hayatı bırakır gider. O örgütlerin bir parçası haline gelmek için bir çaba içerisinde olur. Avrupalı yöneticiler bunun sebeplerini 14 asır önce insanlığa ışık ve rahmet getiren İslam’ın satır aralarında arayacağına bütün bu şehirlerin varoşlarında bilinçlerini yaralayarak, inançlarını ve değerlerini aşağılayarak ölümcül kimliklere mahkum eden o görünen ve görünmeyen baskıcı kültürel atmosferinde arasın. Onu Batı’nın tarihinde arasın, onu İslam’ın tarihinde aramasın, İslam’ın tarihinde bulamaz onu.
“BUGÜN DÜNYADA YAŞANAN EN BÜYÜK BUNALIM, İKTİSADİ BUNALIM DEĞİL, KİMLİK BUNALIMIDIR…”
Bugün dünyada en büyük bunalım iktisadi bunalımlar değildir. Son yıllarda bu coğrafyada yaşanan büyük acıların da sebebi denilebilecek en büyük bunalım, kimlik bunalımıdır. Dünyada en büyük bunalım kimlik bunalımıdır. Kimlik bunalımı yaşayan topluluklar büyük yaralar alırlar. En büyük yarayı bilinçler alır, yaralı bilinçler meydana gelir. Kimlik bunalımlarının yaşadığı dünyalarda yaralı bilinçler oluşur, ölümcül kimlikler ortaya çıkar. Ve ondan sonra siz meydana gelen hiçbir sorunun sebebini sebeplerini izah edemezsiniz, onun için bu proje çok önemlidir. Ben inanıyorum ki, bu projede yetişen gençlerimiz, mezun olan gençlerimiz aynı zamanda bir kimlik bunalımını ortadan kaldıracak çalışmalar yapacaklar, yaralı bilinçleri tedavi edeceklerdir. Bu son derece önemlidir. Siz sadece gidip daha önce yaptığınız gibi camilerde görev yapmayacaksanız, sadece okullarda ders vermekle görevinizi ifa etmiş olmayacaksınız. Siz aynı zamanda millet varlığımıza ve bütün Müslümanlara süreklilik kazandıracak, onları kimlik bunalımından koruyacak, yaralı bilinçleri tedavi edecek birer hazık tabip görevi üstleneceksiniz aynı zamanda gittiğiniz ülkelerde.
“EN BÜYÜK HAYALİM, ENDÜLÜS VE MEVRAÜNNEHİR MEDENİYETLERİNİ İSTANBUL’DA TEKRAR İHYA ETMEK…”
Dünyanın geleceği için, İslam’ın geleceği için bir hayalim var. İslam dünyası ve insanlık iki medeniyeti kaybettiği için çok büyük kayıplar yaşadı. Biri Endülüs Medeniyeti, biri Maveraünnehir Medeniyeti… Bu iki medeniyeti Müslümanlar inşa etmişlerdi, bu iki medeniyeti kaybetmenin sancılarını hala çekiyor insanlık, sadece Müslümanlar çekmiyor, bütün insanlık çekiyor. Hayalim, bu iki medeniyetin en azından nüvelerini yeniden Türkiye’de, İstanbul’da ihya etmek. Türkiye Diyanet Vakfının yürüttüğü proje böyle bir projedir. Bir taraftan Orta Asya’dan öğrenciler geliyorlar, Türkiye’de tahsil görüyorlar, bir taraftan da Avrupa’dan öğrenciler geliyorlar. Avrupa’dan gelenler inşallah Endülüs Medeniyetinin o ilim, hikmet, marifet boyutunu, o rahmet ve adalet boyutunu yeniden ihya etmek için çalışacaklar. Orta Asya’dan gelen ve burada yetişen öğrencilerde Maveraünnehir Medeniyetinin, o ilim, hikmet, marifet boyutun, o şefkat boyutunu, merhamet boyutunu yeniden o gönül boyutunu yeniden ihya edecekler. Bu projeyi sadece Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımıza değil, Avrupa’da yaşayan bütün Müslümanlara açmamız gerektiğini ifade etmek isterim.
“AVRUPA’DAKİ MİLLET VARLIĞIMIZ, ÜÇ ÖNEMLİ DÖNEMDEN GEÇMİŞTİR…”
Avrupa’daki millet varlığımızın serüveni çeşitli dönemlerden geçmiştir. İlk 25 yıllık dönem, Anadolu topraklarından Avrupa’ya göçen vatandaşlarımızın ilk gününden itibaren orada varlıklarını, varoluşlarını sürekli kılabilmek için kılabilmek adına kendilerini korumak, muhafaza etmek, kimliklerini korumak adına verdikleri mücadelelerle geçen ilk 25 yıllık bir çırpınma dönemidir. Bugünden bakıldığında varlıklarının ilk 25 yılı varoluş için bir çırpınma dönemidir. Müslüman kimliğini koruyarak, muhafaza ederek çocuklarını ve gençlerini koruyarak muhafaza ederek varoluş mücadelesi vermek için çırpındıkları bir 25 yıldır. Sonra ikinci 25 yılda nispeten düzen kurma, sistem oluşturma, Diyanet İşleri Teşkilatıyla işbirliği kurma dönemi diyebileceğimiz artık buradan din görevlileri, din gönüllüleri göndermeye başladığımız birbirimizi anlamaya çalıştığımız, camilerde hizmetlerin düzenli bir şekilde yürümeye başladığı bir dönem olmuş.
“11 EYLÜL’DEN SONRA AVRUPA’DA YAŞAYAN MÜSLÜMANLAR, BÜYÜK SORUNLAR YAŞAMAYA BAŞLADI…”
2001 yılında dünyanın yaşadığı bir trajedi başka dünyalarda yaşayan bütün Müslümanların hayatını değiştirdiği gibi, Avrupa’da yaşayan millet varlığımızın da hayatını, düzenini, her şeyi değiştirdi. 11 Eylül olayları olarak tarihe geçen bu hadiseden sonra Avrupa’da yaşayan Müslüman varlığı, millet varlığı büyük sorunlar yaşamaya, büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaya başladı.
“11 EYLÜL’DEN SONRA AVRUPA’DA DİN EĞİTİMİ KONUSUNDA, DİYANET OLARAK YENİ BİR ÇALIŞMA BAŞLATTIK…”
Bu süreç içerisinde, Avrupa’nın her ülkesinden bize kara kara yazılar gelmeye başladı. Önce Hollanda’dan, sonra Fransa’dan, sonra İsviçre’den, sonra Belçika’dan dünyanın Avrupa’nın her tarafından bu konuda yazılar gelmeye başladı. Yazıların muhtevası şunu ifade ediyordu: ‘Bundan böyle siz öyle eskiden olduğu gibi burada camilere Türkiye’den, Diyanet’ten görevliler göndereceksiniz ve oradaki millet varlığınızın dini hayatını, manevi hayatını, istediğiniz gibi yönetemeyeceksiniz’ Bütün yazıların ortak esası böyleydi. Dolayısıyla bununla artık yeni bir dönemin başladığını gördük. Bu yeni dönemde iki şeyin yapılması gerekiyordu. Birincisi, Avrupa ülkelerinde İslam İlahiyat Fakülteleri açarak millet varlığımızın dini, manevi, ilmi ve kültürel hayatına hizmet edecek insanların artık buralarda yetişmesi idi. Ama bu açıdan bakıldığında da Avrupa üniversitelerinin buna hazır olmadıklarını görüyorduk. Din eğitimi yüksek din eğitimi aynı zamanda bir atmosfer işidir, bir altyapı işidir. O üniversitelerin altyapısı yoktu. İkinci alternatif ise, Avrupa’da doğup büyüyen evlatlarımızın Türkiye’ye gelerek Türkiye’de ilahiyat eğitimi almalarıydı. İşte bu iki konuda çalışmaya başladık.
“SEVGİLİ GENÇLER, ENDÜLÜS’ÜN KAPILARINI AÇMAK GÖREVİ SİZE DÜŞÜYOR…”
Sevgili gençler, Endülüs’ün kapılarını açmak görevi size düşüyor. Avrupa’yı saran o islamofobia adı verilen o korkuları ortadan kaldırma görevi size düşüyor. İslam’ın bütün kainata getirdiği o rahmeti yeniden yayma görevi size düşüyor. O korkuları, o endişeleri, o ötekileştirmeleri ortadan kaldırma çabası size düşüyor. Bu çabalarınızda, bu vazifelerinizde size başarılar diliyorum. Rabbim yar ve yardımcınız olsun. Ama bundan sonra da sizi tamamen rahat ve serbest bırakacağımızı zannetmeyin. Bundan sonra da hep yanınızda olacağız. Bundan sonra da girdiğiniz bu kapı daima sizin kapınız olacak. Siz her zaman bu kapının sahibi olacaksınız, sizlerle birlikte inşallah bu hizmetleri yürütmeye devam edeceğiz. Cenabı Hak yar ve yardımcınız olsun. Yolunuz açık olsun.
16 ÜLKEDEN 276 MEZUN…
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfının desteğiyle 2006 yılında başlayan program kapsamında, 6 üniversitenin ilahiyat fakültelerinde 16 ülkeden 744 öğrenci eğitim görüyor. Program kapsamında bugüne kadar 276 öğrenci mezun oldu. Ankara, Marmara, İstanbul, 29 Mayıs, Uludağ ve Konya Necmettin Erbakan üniversitelerinde devam eden program çerçevesinde 2015-2016 eğitim öğretim yılında yaklaşık 200 öğrencinin kabul edilmesi planlanıyor. 2015 Yılı Beşinci Dönem Mezuniyet Programında ise, 14 ülkeden 46 öğrenci mezun oldu.