Altan Erbulak
( 01.11.1929)- (1988)
Altan Erbulak 11 Kasım 1929da Erzurum’da doğdu.Annesi, dini bütün bir ev kadını, sevecen ve hoş görülü. Babası Binbaşı .Altan’ın çocukluğu, babasının atanması ile ilgili olarak, Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde geçti.
İlk okulu hemen her yılını farklı okullarda okudu.Alıştığı arkadaşlarından kopmak onu çok üzüyordu. Orta okulu Bakırköy orta okulunda bitirip, Işık Lisesi’ne yazdırıldı.Anılarında Işık Lisesinden ve çocukluğundan detaylı olarak bahis ediyor.
Işık Lisesinde başarısız olup, Akademinin resim bölümüne kayıt oldu.Akademiyi bitirmeden onbaşı olarak askere gitti.Altan’ın babası da resim yapardı. Babası emekli olduktan sonra Bakırköy’de, Kartal Tepe Mahallesi Muhtarı oldu.
Zengin değillerdi ama iki çocuklarını örselenmeden büyütmeyi başardılar.
Altan’ın Bilgi adında bir kız kardeşi vardı. Bakırköy’de otururlarken Münir Özkul, Sadri Alışık ve Altan Karındaş ile trende gidip gelirken skeçler oynar Komiklikler yaparmış. Aile arasında da tuhaflıklarını zevkle izlerlermiş.
Sahneye ilk defa 1955 yılında cep Tiyatrosunda amatör olarak çıktı. Aynı. yıl Altan Aşkınla evleniyor. Kızı (altan) Ayşe Erbulak doğuyor (Ayşe bir Norveçli evli orada yaşıyor.)
1957 yılında Haldun Dormen’le tanışıyor. Bir kereliğine Küçük Sahnede Dormen Tiyatrosunda “Erol Günaydın ile Teyzesi” adlı oyunda, kel bir uşak oynuyor ve bir daha tiyatrodan Kopamıyor.
1962 yılında Dormen Tiyatrosunda "Ayı Masalı" adlı oyunda tanışarak Füsun Şahin’le 21 Şubat 1964’te ikinci evliliğini yaptı.
Bu evliliğinden 20 Ekim 1975’te Seviç Erbulak doğdu. (Şehir Tiyatrosu sanatçısı, o da babasının yolunda dizilerde oynuyor, ödüller alıyor.)
1970 yılına kadar Dormen Tiyatrosunda profesyonel olarak çeşitli roller oynadı ve bu arada birçok oyun yönetti. Misafir olarak Münir Özkul tiyatrosunda,1969’da İstanbul Devlet Opera Balesinde konuk oyuncu olarak Güngör Dilmenin baş yapıtlarından Midas’ın Kulakları’nda Berber Başı’nı oynadı.
Bir iki ay sonra Kültür Sarayı yandığında, Taksim meydanında bir saat yangını ağlayarak izledi.Onu bir de yıllar sonra babasının ölümüyle oğullarının doğar doğmaz ölmeleri ağlattı. Bunun dışında limonu limonata yapan, son derece neşeli, anlayışla bir kimlik sergiledi. Pembe gözlüklüydü ama her şeyi içine attı.
1971-1979 yılları arasında Metin Serezli ile birlikte Koca Mustafa paşa Çevre Tiyatrosunu kurdu. Buradaki bütün oyunlarda rol alıp,bir kaçını da yönetti.Ünlü bir ikilinin o yıllarda Beyoğlu-Şişli dışında tiyatro açması ilk defa gerçekleşiyordu.İkinci bir ilk ise "Yüzsüz Zühtü" Kandemir Konduk’un oynanan ilk oyunu olması idi.
1982deEgemen Bostancının teklifi üzerine "Yedi Kocalı Hürmüz"de Kekeme berberi oynadı.Uzunca bir süre yalnız gazetecilik,karikatüristlik yaptıktan sonra Haldun Dormen’in Pangaltı’daki tiyatrosunda Necati Cumalının "Her Evde Hır Var" adlı oyununda görev aldı.Belli aralıklarla Maksim Gazinosunda şov yaptı. İki kez daha tiyatro kurma girişiminde bulundu.
Venüs Tiyatrosunda Erol Günaydın ile birlikte Bit Yeniği-ni adapte edip "Bit Yeniği mi?"adı altında oynadı. Bir de Aksaray Köşe Başı Tiyatrosunda "Fehim Paşa Konağı"nı sahneye koydu,Yedi Bela Rasim adlı kabadayı rolünü de üstlendi.Fehim paşa rolünü Mete İnselel oynadı.Salon Çevre Tiyatrosu sahibi Hasan Zengine aitti.1986 yılında Ali Poyrazoğlu Tiyatrosunda çalışmaya başladı."Yanımdaki Yatak "adlı oyun bir dram sayılırdı ve orada ilk kez ciddi, dramatik bir rol oynadığı için çok mutluydu. Seyirci ilk kez kendisine gülmüyordu.1 Mayıs1988 yılında Dünyalar adlı oyunu oynadıktan sonra ertesi gün çıkacağı Almanya turnesinin hazırlıklarını yaparken aramızdan ayrıldı. Sahnede öldü diyebiliriz.
Hadi Çaman Tiyatrosunda "Aziz Name" oyunu yönetti ve Dekorunu yaptı.
Dormen Tiyatrosunda "Puntila ağa İle Uşağı Matti" dekorunu gerçekleştirmiştir. Çevre Tiyatrosunda Teknik ekiple çalışır,baş teknisyen Selahattin Ustayla dekorları bir fiil sabahlara kadar boyar çakardı.Tam bir teknoloji hastası idi en son çıkan cihazları kendisine ve tiyatroya hemen alırdı. Eskilerin alaylı dedikleri bir oyuncu idi.
Ama İsmail Dümbüllü, Muammer Karaca ve benzeri ustalarla,usta çırak ilişkisini,ölünceye kadar sürdü.
FİLM TV ÇALIŞMALARI
Uzunca bir süre, yani 1962 yılına kadar Yeşil çamda çok sayıda filmde rol aldı. Muhterem Nur en sevdiği film Oyuncusudur. Çitlenbik adlı birkaç bölümlük filmde yoksul, iyi yürekli köylü tiplemesiyle dikkati çekti.
Feryat Filminde sonra 1960larda Filiz Akınla film çekti. TV Çalışmalarını sıralamak mümkün değil.Çok sayıda program sundu. Tatlı Yiyelim Tatlı Konuşalım bunlardan biri yalnızca.Ahmet Üstelin yazdığı parodilerde,özellikle Atılgan Ailesinde oynadı.
Egemen Bostancının müzikalleri televizyonda gösterildi. Bunlardan en renklisi Sezen Aksu Aile Gazinosu İdi.Yılbaşlarında skeçler yaptı.Televizyona tutkundu. Bilen Şoför Kazanıyor Halit Kıvanç ile birlikte,uzun yıllar sundu. Bu programda moral hocası oluyordu .Soruları Halit Kıvanç soruyordu.
GAZETECİLİK-KARİKATÜRİSTLİK
1947de Her Gün gazetesinde Karikatürist olarak çalışma hayatına atıldı. Sonra sırası ile Vatan,Yeni Sabah, Milliyet ve çeşitli dergilerde karikatür çizdi. Karikatüristlik-Gazetecilik hangisi esas mesleğim bilemiyorum, derdi. Tiyatroculuk ve gazetecilik kızları gibiydi.Dizi halinde yıllarca süren çizimlerinden bazıları: Caferle Hürmüz (Münir Özkul-Heyacan Başaran’dan esinlenerek.) Taş Arabası,Yuki (Orhan Boran’ın radyoda yarattığı tipi dergi olarak çizdi.)
1958 yılında,Yeni Sabah Gazetesi’nde çalışırken, bir hafta boyunca Medrano Sirkinde palyaçoluk yaptı. Teoman Orberk bu macerayı resimlerle ölüsüzleştirdi. Bir Başka Dünya adı altında Sirkteki günlerini Kaleme alıp, karikatürledi.
Anıları Nalıncı Keseri ya da Ben Bir Yalancıyım adlı bir kitapta topladı. Ölümünden sonra Delikır ile Kırmızı başlıklı seyirci adı altında Füsun Erbulak tarafından kendi anıları ıle birlikte bastırıldı. Bir de bilgi yayın evinin bir çocuk kitabında bu anılardan Füsun Erbulak tarafından alıntılar yapıldı. Uçuç Böceği ile Delikır Kiracı ve Taş Arabası adı altında karikatürlü yazılarını içeren iki kitabı Parantez yayınlarından çıktı. Şu ara Yalvaç Ural kapsamlı bir albümünü hazırlamakta.
ÖDÜLLERİ:
Altan Erbulak ın gazetecilik ve karikatürlerinden ötürü çok sayıda ödülü var.Oyunculuktan İlhan İskender ödülünü Küçük Sahnede oynadığı İkinci Baskıdaki Canavar Cafer rolü ile.(Buradaki kabadayıyı Kahvedekilerle sohbet ederek çalışmıştı. Sustalının nasıl açılıp kapanacağını öğrenmek istediğinde, kendisine dersi veren kabadayı, olmadı, demiş.Bunu açınca kapatmayacaksın.)
Ekspres Altın Heykel 1969
Ekspres Altın Heykel 1970
Ekspres Altın Heykel-Yılın en iyi erkek tiyatro sanatçısı 1971
İsmail Dümbüllü 1982-1983 yılının en başarılı sanatçısı
Gazeteciler Cemiyeti- Türk Spor yazarları Derneği
Spor Yazılarında 25.Yıl 1971
CİHAN DEMİRCİ'NİN KALEMİNDEN
KOMPLE MİZAH USTASI ALTAN ERBULAK...
BİR SICAK KAHKAHA: ALTAN ERBULAK
Uzun yıllardır, ne zaman Mayıs ayı gelse, aklıma hemen yakından tanıdığım bir büyük mizah ustası, bir büyük komedyen düşer, dalar giderim anılara... Sevgili Altan Erbulak ustadır aklıma düşen... 1 Mayıs 1988’de, bundan tam 20 yıl önce, çok erken bir yaşta, henüz 59’undayken yitirdiğimiz o küçük dev adam!.. 1 Mayıs’ta aramızdan ayrıldığı için biraz daha fazla karambole gidiyor sanki sevgili Altan ağabey.. Ne de olsa 1 MAYIS bu ülkede, devleti elinde tutanlar için korkulacak bir gün… Öylesine korkulan bir gün ki, o gün hayat bile karambole gidiyor. Her yıl yeni bir 1 Mayıs rezaleti yaşıyoruz bu ülkede… Geçen yılda böyle olmuştu. Şehirde hayat tümüyle duruyor 1 Mayıs'larda… Faşist diktatörlüklerde yaşanan görüntüler fazlasıyla yaşanıyor… Özellikle İstanbul 1 Mayıs'larda büyük bir hapishaneye dönüyor… İnsanlar evlerine kapanıyor. İşte Altan ağabey de böylesi bir günde gitmişti bundan tam 20 yıl önce… Ama o 1 Mayıs karambolüne gidecek bir insan değildir...
Sevgili Altan ağabeyle 70’li yılların sonlarında tanışmış, 1985-86 yıllarında da birlikte çalışmıştım. Onunla birlikte çalışmak büyük bir zevkti benim için. Altan abi benim bu ülkede tanıdığım bileği en güçlü çizerlerdendi… Öyle eskiz filan yapmaz, kurşunkalemle falan uğraşmazdı, eline aldığı rapido kalemiyle anında yerleştirirdi bir karikatürü kağıda, müthiş bir desen ustasıydı aynı zamanda…
Altan Erbulak aslında bu ülke için oldukça ‘erken’ gelmiş ve oldukça ‘lüks’ bir insandı. Bunu o zamanda fark etmiştim ama şimdilerde daha da iyi anlıyorum. Bağrından tembellik fışkıran, insanlarının çoğunun haybeye oksijen tükettiği bir ülkede sevgili Altan ağabey ‘meslek fazlasına’ sahip müthiş enerjik, müthiş çalışkan, yerinde duramaz bir insandı…
Sayısız mesleğin ustasıydı
Kimseler pek bilmez ama, ülkemizin BBC’den diplomalı ilk kameramanı o’dur örneğin. Mesleklerini bu yazıya sığdırmak çok zor ama öncelikle bir karikatür ustasıydı ve her yerde altını çize çize; “Benim ilk işim karikatüristlik” derdi… Müthiş derecede sahne sıcaklığı olan, özgün bir tiyatro oyuncusuydu… O sıcaklığı perdeye taşıyan bir film oyuncusuydu… Usta bir komedyendi… İyi bir yönetmendi… Renkli bir şovmendi… Harika bir sunucuydu… Mizah duygusu doruklarda gezen bir gazeteciydi… Sıkı bir mizah yazarıydı… Sağlam bir senaristti… Diplomalı bir kameramandı… Kimse bilgisayar nedir bilmezken o bilgisayar uzmanıydı… Tam bir hiperaktif enerji küpüydü… Ama hepsinden öte o bir ‘İnsanlık uzmanıydı’ işin gerçeği… Bu saydığım işleri öylesine yapanlardan da değildi üstelik, hepsini hakkıyla yapardı ama ortalıkta “Ben her şeyi bilirim” havasıyla da dolaşmazdı asla…
Şimdi onun nasıl "kabadayı" olduğunun hikâyesine geçelim.
ALTAN AĞABEY NASIL 'KABADAYI' OLDU!
Altan abiyi yıllar önce "Fehimpaşa Konağı" adlı tiyatro oyununda izlemiştim. Bana anlattığı o hoş anısı da bu oyunla ilgili. Altan abi, bu oyunda bir "kabadayı" rolü üstlenmişti. Altan Erbulak, müthiş gözlemci bir insan. Kabadayı rolünün hakkını da en iyi şekilde verebilmek için tutmuş kabadayıların o zamanki semti Karagümrük'e gitmiş. Semtin en ünlü kabadayılarından birinin sürekli takıldığı kahveyi kendine mesken edinmiş. Altan abinin bu oyunun bir sahnesinde narasını patlatıp sustalısını çekmesi gerekiyor. Amacı da sustalının nasıl çekildiğini bizzat bu işin erbabından öğrenmek. Uzun gözlemlerden sonra cesaretini toplayıp namlı kabadayının masasına çökmüş ve durumu anlatıp: "Sustalıyı nasıl kullanmalıyım" diye sormuş.
Kabadayı belinden çıkardığı sustalısıyla hemen derse başlamış. "Bak şimdi abicim" demiş; "Sustalıyı şöyle çekersin, şöyle tutarsın, şöyle de sokarsın icabında!"
Altan abi heyecanla, dersini öğrenmeye çalışan bir öğrenci edasıyla sormuş: "Peki üstad, işimiz bittikten sonra nasıl kapatırız sustalıyı?"
Kabadayı küçük bir hayat dersi taşıyan cevabını vermiş: "Yoooo! Bak şimdi olmadı işteee! Bir kere açılan sustalı bir daha asla kapanmaz! Mutlaka birine sokup çıkartılır ama o sustalı bir daha asla ve asla kapanmaz!"
Sonuçta Altan abi daha sonra sahnede kabadayı
rolünde bu küçük ama önemli ayrıntıyı aynen uygulamış. İşte Altan Erbulak buydu. Onca işin ustalığı ona sanki yetmezdi, aynı zamanda; yaptığı her işin en ince ayrıntısına kadar hakkını verme ustasıydı o.
Yalan, dolana gerek yok, bazı kaybettiğiniz insanları, diğer kaybettiklerinizden çok daha fazla özlersiniz, çünkü onlarla birlikte daha paylaşacağınız çok daha fazla ortak anı ve çok fazla ortak güzellik olacaktır. Her ölüm yıldönümü geldiğinde ben Altan abiyi çok daha fazla özlediğimi hissediyorum, ama biliyorum ki benim hiperaktif enerji sahibi, sıcacık yürekli, biricik Altan abimin ruhu, 20 yıl önce gittiği yerlerde bile boş durmuyordur şimdi.
Zamanını yaşarken bile haybeye tüketen, amaçsız milyonların ülkesinde gel de onun gibi hiperaktif, onun gibi sıcak bir yüreği özleme!
ALTAN ABİDEN BİR FAKS ANISI
Hiç unutmam, elektronik aletler konusunda bir öncüydü Altan abi…Biz her türlü elektronik aleti ilk onda gördük hep. 80’li yıllarda İstanbul’da bayağı karlı bir kış olmuş, adeta hayat durmuş, kimse evinden çıkıp işine gidememişti bir kaç gün boyu… İşte böylesine hayatın durduğu, kimsenin çalıştığı gazeteye bile ulaşamadığı bu günlerde Milliyet’in spor sayfasına bir de baktım ki Altan ağabey gene karikatürünü çizebilmiş… Fakat karikatürün altına; ‘Okifax+Altan Erbulak’ diye bir imza atmış… O zaman; “Allah allah Altan abi acaba Okifax diye bir Japonun esprisini mi çizmiş?” diye düşünmüştüm saf saf…
Çünkü o dönem bizler henüz “Faks” diye birşey bilmiyorduk. Bizler henüz faks nedir bilmezken Altan abi, o karakışta evinden faksla karikatürünü yollamayı başarmıştı. Köşe yazarları bile yazılarını gazetelerine ulaştıramamışlar, köşeleri boş çıkmıştı o günlerde…O imzadaki “Okifax” da Altan abinin faksının markasıydı işte… Okifax’ı espriyi veren bir Japon zannettiğimi daha sonra kendisine söylediğimde karşılıklı olarak epeyce gülmüştük.
İnsanlarda bilgisayar bile yokken o bize Bilgisayar programı hazırlamıştı...
Daha kimselerde bilgisayar yokken, Altan abi TRT-2 televizyonunda ‘Bilgisayar’ programı yapmaya başlamıştı 80’lerin sonlarına doğru…Hatta o programı aile dostumuz ressam Cahit Güraydın'ın kızı Yeşim'le birlikte sunuyordu. Ne yazık ki bu sımsıcak yüreği, fazla enerjiden yerinde duramayan bu kıpır kıpır, yetenek üstü, müthiş insanı bizler 1 Mayıs 1988’de ani bir kalp kriziyle kaybettik. Altan abi, yaşasaydı inanın o öncü tavrıyla interneti de ilk kullanan çizer olmuştu ülkemizde, internette site açan ilk çizer gene o olmuştu mutlaka…
Şimdilerde ne zaman maille bir yere yazı yollasam aklıma uzun yıllar bu iş için faks kullandığım düşer ve artık kullanılmamaktan mahzun duran faksıma bakıp, dalar giderim. İşte o anda gözümün önüne 80’lerin o karlı kış günü ve Altan abiyle Okifax’ı gelir…Biliyorum ki, benim sevgili Altan ağabeyim şimdi Zincirlikuyu’da da boş durmuyordur, kim bilir gene bizlerin henüz adını bile bilmediği neleri kullanıyordur oralarda. Oralarda da buralardakilerden daha çok çalıştığını hissediyorum... ‘Damdaki Mizahçı’lığıma katkı sağlayanlardan biri olan, bana kısa sürede çok şey katan bu sımsıcak yüreği ölümünün 20. yılında bir kez daha özlemle ve sevgiyle anıyorum...
DAMDAKİ MİZAHÇI
Cihan Demirci
(Bu yazı; Cihan Demirci'nin daha önce Radikal-2 ve Cumhuriyet gazetelerinde Altan Erbulak için yazdığı yazıların bir kolajıdır.)