Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam ülkeleri ve bütün dünya Müslümanları için büyük önem arz eden Uluslararası Hicri Takvim Birliği Kongresini İstanbul’da topladı.
Aralarında Türkiye, Suudi Arabistan, Malezya, Birleşik Arap Emirlikleri, ABD, Katar, Fas, Mısır ve Ürdün'ün de aralarında olduğu 50'ye yakın ülkeden ilim adamları, astronomlar ve karar merciinde bulunan yetkililerin katıldığı ve Diyanet İşleri Başkanlığının ev sahipliğinde İstanbul’da toplanan kongrede, İslam dünyasında takvim birliği amaçlanıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Avrupa Fetva ve Araştırma Meclisi, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve İslam Hilal Gözlem Projesi (ICOP) ile işbirliği içerisinde gerçekleştirilen kongre üç gün boyunca devam edecek.
Bütün dünya Müslümanlarının dikkatini verdiği kongrenin açılış törenine katılan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, takvim birliğinin sağlanmasının gerekliliğine dikkat çekerek, Müslümanların birçok açıdan sarsıldığı bir dönemde Müslümanların takvim birliğine kavuşarak vahdetin sağlanmasının önemine işaret etti.
“Ayı ve güneşi şaşmaz bir hesapla yaratan, yılların sayısını ve hesabı bilebilmemiz için aya menziller tayin eden Yüce Allah’a hamd olsun” diye sözlerine başlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, kongreden çıkacak kararın, ümmetin birliğine katkı sağlayacağını, hicri takvim ve kamerî aybaşları konusunda olduğu gibi ümmetin duygu, düşünce ve davranış birliğine de vesile olacağını kaydetti.
İslam ülkeleri ve dünya Müslümanlarının çıkacak kararı beklediği kongrenin açılışında konuşan Başkan Görmez, şu hususların altını çizdi;
“TEVHİD DİNİ OLAN İSLAM, MÜSLÜMANLARI BİRLİĞE DAVET ETMEKTEDİR…”
Tevhid dini olan İslam, Müslümanları duygu, düşünce, tavır ve davranışta da birliğe davet etmektedir. İslam’da ibadetler Allah’ı birlemenin ve yalnızca ona kul olduğumuzu ifade etmenin yanında inananların birliğine de katkı sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyye’nin hayatın ibadetlere göre şekillendirdiği, bunlar için belli vakitler öngördüğü ve bu vakitlerin tespiti için ilke ve kurallar koyduğu yüksek malumlarıdır. Müslüman âlimler baştan itibaren söz konusu ilke ve kuralları anlamaya çalışırken, Müslüman astronomlar da uzayı ve gök cisimlerinin hareketini incelemiş, kâinata hâkim olan şaşmaz düzen ve dengeyi yaptıkları gözlem ve hesaplamalarla somut, bilimsel gerçekler olarak ortaya koymaya çalışmışlardır. Fakat fakih ile astronomun senkronize çalışması ve birbirlerini beslemeleri hususunda zaman içinde taksirler de olmuştur. Uzayın keşfi ile hassas gözlem ve dakik hesaplama imkânlarının artmasına bağlı olarak, ilmin ortaya koyduğu gerçekler karşısında fıkhın güncellenememesi sebebiyle fıkhi bilgilerimizin bir kısmı eskide kalmıştır.
“İSLAM DÜNYASINDA TAKVİM BİRLİĞİNİN OLMAMASI ÜZÜNTÜ VERİCİDİR…”
Ümmetin bir kesimi gerek nasların gerek literatürün mana, mefhum, makul ve maksadına değil sadece lafızlarına bağlı kalarak eski bilgilerle amel etmeye devam edegelmiştir. Eskiyen, daha açık bir ifadeyle bilimin yanlışladığı fıkhi hükümlerle amele devam edilmesi, Müslümanları şüpheye ve bir adım sonra da nizaya sevk etmiştir. Aynı şüphe ve tartışmalar sadece kendi güneş sistemi ve galaksimizden değil başka galaksilerden bile haberimizin olduğu şu günümüzde de ne yazık ki sürmektedir. Uzay çağında hala aynı boylamlarda ve yeryüzünün birbirine yakın coğrafi bölgelerinde bulunan İslam ülkeleri dahi üç farklı günde bayram yapmaktan kurtulamamıştır. Arafat bütün dünya Müslümanlarını bir araya getiren İslam’ın en önemli birlik, beraberlik ve kardeşlik günü iken, ülkelerinde hacca giden Müslümanlar Arafat’ta vakfe yaparken kendi ülkelerinde bayram yapan veya hacılar bayram yaparken ülkelerinde arafe gününde bulunan Müslümanların oluşturduğu bir tablo, İslam’ın vahdet anlayışına uymamaktadır. Zorlama metin yorumlarıyla okuma yazma ve hesap bilmemeyi fazilet gibi gösteren ve hesabı reddeden aşırı yorumlar astronomiyi ve astronomik hesapların değerini bilen herkesin zihinlerini teşviş etmektedir.
“ORUÇ VE BAYRAMDAKİ ZAMAN BİRLİKTELİĞİ …”
Yerkürenin tamamında 24 saat içinde her an “Allah’ın tekliğini ve Hz. Muhammed’in onun elçisi olduğunu ilan eden ezanların okunması ve namaz kılınmayan tek bir anın bile kalmamasını sağlamak için namaz vakitlerinin Güneşin hareketlerine bağlanması ne kadar tabi ve makul ise Müslümanlardan kesret içinde vahdeti temin etmelerinin istendiği oruç, hac, kurban gibi ibadetler ve sevinç günleri olan bayramların onların birliğini sağlayacak şekilde ayın hareketine bağlanması da o kadar tabii ve makuldür. Bundan dolayı Rasul-i Ekrem “Oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündür. İftar (bayram), birlikte bayram ettiğiniz gündür. Kurban hep beraber kurban kestiğiniz gündür” buyurmuştur. Vakit açısından yerelliğin söz konusu olduğu namazda aynı cihete dönmek suretiyle duygu birliği temin edilirken kameri aylar çerçevesinde düzenlenmiş diğer ibadetlerde zaman ve mekan birliği dikkatlerimizi çekmektedir. İnananlar namazda aynı yöne dönerek, hacda aynı mekânlarda bulunarak, oruç ve bayramda ise aynı anda bu hazzı tadarak birlik ve beraberliği hissetmekte ve yaşamaktadırlar. Oruç ve bayramdaki zaman birlikteliği hacdaki mekan ve namazdaki yön birlikteliğinden daha önemsiz değildir.
“AYNI İBADETİ AYNI GÜN EDA EDEMEYEN MÜSLÜMANLARIN BİRLİK ŞUURU”
Aynı ibadeti aynı gün eda etmeyen Müslümanların birlik şuurunu yaşaması mümkün değildir. Bugün burada yapmış olduğumuz toplantı, ümmetin duygu ve sevinçlerini birleştirebileceği günlerde dahi ihtilaf içinde olmalarından duyduğumuz üzüntünün dışa vurumu ve bu rahatsızlığımızı iç huzura dönüştürmenin çabasıdır. Kitap ve Sünnet’in hayatı ibadet vakitlerine göre şekillendirmeye başladığı andan itibaren ümmetin gerek fıkıh gerekse astronomi alanında yetişmiş olan âlimleri ibadet vakitlerini belirlemeyi dini bir vecibe olarak üstlenmiş, yüce Allah’ın kevnî ayetleriyle tenzîlî ayetleri arasındaki uyumu gösteren bir mesai içerisine girmişlerdir. Astronomi ilminin gelişmesi neticesinde önce namaz vakitlerinin, akabinde ramazan ayı ve hac mevsiminin belirlenmesi hususunda fıkıh hükümleri de mevcut gelişmeler ışığında şekillenmiştir ve bu süreç günümüzde de devam etmektedir.
“MÜSLÜMANLARIN, BİRLİK OLMALARI GEREKEN BİR KONU…”
Müslümanların, birlik olmaları gereken bir konuda ihtilaf etmeleri, tevhit eksenli bir dinin ve geleneğin ruhuna aykırı düşmektedir. Bu durumu, dünyanın şekli, ay ve güneşin hareketinin doğal bir sonucu olarak izah etmek, yaşanan probleme gözümüzü ve kulağımızı kapatıp yok kabul etmekten öte bir anlam ifade etmez. Nitekim dünyanın farklı coğrafyalarında yaklaşık 60 yıldır icra edilen bunca toplantı aslında ortada Müslümanları rahatsız eden bir problemin olduğunu göstermektedir. Ayrıca ramazan, şevval ve zilhicce ayı başlarında tüm İslam coğrafyasında “kameri ay başladı mı başlamadı mı” şeklinde yaşanan tartışmalar problemin ne derece ciddi olduğunun açık bir delilidir. Küreselleşmenin yaşandığı günümüzde, göçler ve seyahatler neticesinde Müslümanların artık dünyanın her yerinde Ramazan ayını idrak ettiği de dikkate alınırsa, meselenin yalnızca İslam âleminde değil dünya çapında gündemi teşkil ettiği ifade edilebilir. Bu bağlamda Ramazan ve diğer ayları farklı günlerde idrak etmenin dünyanın kürevi oluşunun tabi bir sonucu olduğu ileri sürülürse, bunca toplantının neden icra edildiğini ve bu tartışmaların hala neden devam ettiğini açıklamak gerekmektedir.
“HİLALİN GÖRÜLMESİYLE AYA BAŞLANABİLECEĞİNİ İFADE EDEN HADİS …”
Yeni ayın girdiğinin bir alameti olan hilalin, hicrî ayların başlangıcı için ölçü olarak tayin edildiği malumdur. “Hilali gördüğünüzde oruca başlayın, hilali gördüğünüzde bayram edin” hadisi bu ölçüyü ifade etmektedir. Ancak hadis-i şerifte ifade edilen hilalin görülmesinin bizzat maksat değil, ayın tespiti için bir vesile olduğunu söylemek de pekâlâ mümkündür. Bu hükmün aynı hadiste “Biz ümmî bir ümmetiz; yazma ve hesaplama bilmeyiz” şeklindeki ifadesi, hilalin görülmesiyle hicri ayın başlatılmasının gerekçesini ortaya koymaktadır. Günümüzde astronomik hesaplara ilaveten hilalin görülmesinin de şart olduğunun söylenmesi, muhtemelen hesaba duyulan şüpheden değil hadisin lafzına bağlı kalma gayretindendir. Hâlbuki hadis, ayın başlangıcı için ru’yetin gerekliliğini değişmez bir ilke olarak ortaya koymamaktadır. Çünkü ru’yeti emreden hadis, ölçü olarak neden ru’yetin esas alındığının gerekçesini de zikretmektedir. Bugün astronomi ilminin kesin ve güvenilir verileri karşısında, hadiste zikredilen illetin varlığını hala koruduğunu iddia etmek, Ahmed Muhammed Şâkir’in 80 yıl öncesinden haykırdığı gibi makul değildir. İllet değiştiği halde hükmü değiştirmemek “hükümler varlık ve yokluk açısından illete tabidir” genel kuralına da aykırı bir durum olsa gerektir. Hz. Peygamber’in, hilalin görülmesiyle oruca başlamayı “hesap ve yazıyı bilmemek” şeklinde gerekçelendirmesi, o gün için ümmetin genel durumu hakkında yapılan bir tespit olup, hesap ve okuma yazma bilmemenin ümmet için kıyamete kadar mukadder olduğuna dair bir kanaat değildir. Hilalin görülmesiyle aya başlanabileceğini ifade eden bu hadis, astronomi ilminin dinin esasları ile çatıştığına ve hesapla muamele etmenin yasaklandığına da delil olmaz.
“KURAN’DA AYETLERLE İLİM ÖĞRENMENİN ÖNEMİ ORTAYA KOYDUĞU HALDE, İBADET VAKİTLERİNİN TESPİTİ KONUSUNDA İLMÎ VERİLERE DUYARSIZ KALMAYI TEKLİF ETMENİN İZAHI ZORDUR…”
Ayet ve hadislerde, hilalin görülmesiyle aya başlanacağı zikredilmiş, ancak büyük Şâfiî alimi Takiyyuddîn es-Subkî’nin de dediği gibi astronomik hesaplarla amel etmek yasaklanmamıştır. Aksine, hadisin ifadesi yazıyı, hesabı öğrenmeyi teşvik etmekte ve sadece çıplak gözle hilali gözlemeyi, asgari bir çözüm olarak sunmaktadır. Dolayısıyla hadisi şerifte yazının öğrenilmesi yasaklanmadığı gibi hesabı öğrenmek de yasaklanmamıştır. Hesabı öğrenmek onunla amel etmeyi gerektirdiğine göre bu alanda ona başvurmak icap etmektedir. Yüce Dinimiz ‘Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun’ gibi ayetlerle ilmin ve ilim öğrenmenin önemini ortaya koyduğu halde, ibadet vakitlerinin tespiti konusunda ilmî verilere duyarsız kalmayı teklif etmenin izahı zordur.
“İBADETLERLE HEDEFLENEN TEMEL GAYE”
Vakitler, ibadetler için belirlenmiş sebeplerdir. Sebepler ve bunların tespit şekli, ibadetin bir parçası olmayıp asıl gaye, Allah’ın emrine boyun eğmek ve ibadeti eda etmek suretiyle kulluğu pratikte göstermektir. Nitekim bazı vakitlerin oluşmadığı yerlerde namazın düşmediğine yönelik hâkim kanaat, tutarlılık açısından aynı hususun Ramazanın başlangıcı ve hilal arasındaki ilişkide de geçerli olmasını iktiza eder. Dinî hükümlerin zaman ve mekânla olan irtibatı ve irtibatın tespit şekli, ibadetlerle hedeflenen temel gayeyi gölgelememelidir. İbadet vakitlerinin bağlanmış olduğu sebeplerin tespitinin, astronomi ilminin alanına girdiği malumdur. Geçmişte bu tespitin ilmin verilerine bırakılmayarak, hilalin görülmesi şeklinde yapılması, sonuçları kesinlik arz eden bir astronomi ilminin mevcut olmaması, “ilm-i felek” ile “el-ahbâr bi’t-tencîm”in aynı telakki edilmesi; dolayısıyla da verilerinin kesin sonuçlardan ziyade bir takım tahminlere dayanmasındandır. O günün şartlarında zannî olması sebebiyle kriter kabul edilmeyeceği hükmü, illetin değişmesiyle beraber, bu gün geçerli olmamalıdır. Bu şartlar çerçevesinde verilmiş bir hükmün varlığını günümüzde de sürdüreceğini iddia etmek ve Hz. Peygamber’in açıkladığı gerekçe ile amel etmemek, bu hükmün hikmetini dikkate almamak olacaktır. Sonuçları kesinlik arz eden bir ilmin verileri ile amel etmek, “ehl-i ilme sorma” emrinin de bir gereğidir. Bugün yapılması gereken, astronomi ilmini dine ve ümmetin birliğine hizmet eder hale getirmektir.
“KAMERÎ AYBAŞLARI KONUSUNDA ÜMMETİN BİRLİĞİ”
Kamerî aybaşları konusunda ümmetin birlik sağlayamamış olması hem İslam’ı hem de Müslümanları bir takım sıkıntılarla karşı karşıya bırakmaktadır. Söz konusu sıkıntılar topluca ümmeti ilgilendirdiği için çözümü de ancak ümmetin önde gelen siz kıymetli ilim adamlarının eliyle olacaktır. İlim adamlarına düşen, ümmetin genel maslahatını gözeten, içinde bulunduğumuz çağın şartlarına uyan ve insanlığın ulaştığı ilmi seviyeyi göz ardı etmeyen içtihatlar üretebilmektir. Yıllar, hatta yüzyıllar sonrasının bile hesabının yapıldığı günümüzde, hesap bilenlerin nadiren bulunduğu bu sebeple de ibadet vakitlerini belirlemede müşahedeyi vesile kılan 1400 yıl önceki şartlar çerçevesinde oluşturulmuş çözüm önerileri ile hareket etmeyi tavsiye etmek, problemi çözümsüzlüğe terk etmektir. 24 saat içinde oluşması gereken günün 48, hatta 72 saatte oluşacağı yönündeki görüşler, huzur kaynağı olması gereken ibadeti şüphe içerir hale getirmekte ve inananlar gönül huzuru içinde ibadetlerini yapamamaktadırlar. Bu huzursuzluklar da hem ibadetten beklenen gayeyi gerçekleştirmemekte hem de Müslümanlar arasında olması gereken tevhid anlayışı ile bağdaşmamaktadır.
“İSLAM ÂLEMİNİN İBADET VAKİTLERİ KONUSUNDA YAŞADIĞI İHTİLAF”
İslam âleminin ibadet vakitleri konusunda yaşadığı ihtilaf, bütün Müslümanları rahatsız etmektedir. Bu konuda yaşanan sıkıntıdan en çok etkilenenler hiç şüphesiz ki bulundukları coğrafyalarda azınlık halde yaşayan Müslümanlardır. Aynı medeniyetin bir üyesi olarak artık dünyanın her yerinde bulunan Müslümanlar arasında bu konunun bir fitne ve fesad sebebi olması meseleyi daha sıkıntılı bir hale getirmektedir. Ne yazık ki bu fitne bazen aynı evde yaşayan kardeşleri karşı karşıya getirecek boyutlara varabilmektedir.
“AVRUPA’DA YAŞAYAN MÜSLÜMANLAR DA BU SORUN SEBEBİYLE ZOR DURUMDA KALMAKTADIRLAR…”
Avrupa’da ve dünyanın çeşitli bölgelerinde azınlık olarak yaşayan Müslümanlar da bu sorun sebebiyle zor durumda kalmaktadırlar. Yıllardır bayram günlerini tatil günü olarak kabul ettirmek için mücadele eden bu Müslümanlar kendi içlerinde bayram günleri konusunda ihtilafa düşünce bin bir zorlukla elde ettikleri haklarını kaybetmekle karşı karşıya kalmışlardır. Üstelik aynı mescidde yan yana namaza duran müminlerin farklı günlerde bayram yapmasını ne dinen ne ilmen ne de fıkhen açıklamak mümkündür. Diğer taraftan bazılarının algısında bu mesele ilmi ve içtihadi bir konu olmaktan çıkmış, politik bir tartışmaya dönüşmüştür. Birliğimizin sembolü, şeâir-i İslamiyyeden olan bayramlarımız bir ihtilaf konusu haline gelmiş, Müslümanlar ağyarın gözünde küçük düşmüştür.
“MÜSLÜMANLARIN BİRLİK SAĞLAYAMAMALARI “
Bütün bu sıkıntıları görmezden gelerek, “meseleyi problem haline getirmeye gerek yok” yaklaşımı, vatan topraklarından uzaklarda kalan Müslümanların parçalanmışlıklarını görmezden gelmek ve üstünü örtmeye çalışmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Yaşanan bu soruna ortak bir çözüm bulmadan, bütün Müslümanları tek söz üzerinde birleştirmeden “herkes yaşadığı ülkenin kararına uysun” demek de, problemin bizzat içinde olanların vicdanlarını rahatlatmadığı gibi nihai bir çözüm de üretmemektedir. Ayrıca, kameri aybaşlarındaki farklı yorum ve uygulamalar, Müslümanların kendi içlerinde birlik sağlayamadıkları ve ayrık bir görüntü çizdikleri şeklinde yorumlanmakta ve İslam’ın ilme verdiği önemin tartışmaya açılmasına neden olmaktadır. Bu olumsuzluk üzerinden İslam’ın tartışma konusu yapılması, meselenin çözümünü zorunlu kılan diğer bir sebeptir.
“MODERN İLETİŞİM VASITALARI VE TEKNOLOJİK GELİŞİM BAZI KONULARI TEKRAR ELE ALMAMIZI GEREKLİ KILIYOR…”
Takvim birliğine engel olacak ictihatlardan biri de ihtilâf-ı metaliʽ konusudur. Malum olduğu üzere, kadim ulemamızın konu hakkında farklı değerlendirmeleri bulunmaktadır. İhtilâf-ı metâliʽin muteber olduğuna delil olarak yorumlanan Küreyb hadisi diye meşhur rivayette İbn Abbâs’ın ‘Hz. Peygamber bize böyle emretti’ ifadesi ve olayın geçtiği dönem bu konuda farklı içtihatlara yol açmıştır. “Bize Hz. Peygamber böyle emretti” ifadesi usûlî anlamda nass olmayıp, farklı yorumlara açık bir ifadedir. Nitekim cumhur-i fukahanın “ihtilâf-ı metâliʽe itibar olunmaz” şeklindeki içtihatları, hadiste geçen ifadenin farklı yorumlanabileceğinin en büyük delilidir. Diğer taraftan bu durumun, o zamanın bir gerçeği olduğu da unutulmamalıdır. Hadisin ifadesiyle Şam’daki bir haber Medine’ye yaklaşık bir ay sonra ulaşmıştır. Yolculukların aylarca sürdüğü, haberleşmenin elçilerle yapıldığı o günün şartlarında verilmiş bir hükmü günümüz için de geçerli kabul etmek arzuladığımız ve gerçekleştirebilmek için gayret ettiğimiz birliğe engel teşkil edecektir. Bugün yolculuklar saatlerle ifade edilmekte, iletişim de anlık olarak gerçekleşmektedir. İnsanlar arası ilişkiler de artık geçmişte olduğu gibi değildir. Modern iletişim vasıtaları ve teknolojik gelişmeler neticesinde dünya artık küçülmüş ve metâli‛ konusundaki ihtilafı bu zaviyeden tekrar ele almak zaruretini doğurmuştur.
“İSLAM’IN EVRENSEL BİR DİN OLMASI VE MÜSLÜMANLARIN YERYÜZÜNÜN HER TARAFINA YAYILMIŞ BULUNMALARI, TAKVİM BİRLİĞİNİ GEREKLİ KILMAKTADIR…”
Bugünün dünyası bundan on dört asır önceki dünya değildir. Hem Müslümanların yaşadıkları farklı coğrafyalar, hem sosyo-kültürel ilişkiler ve hem de astronomi ilminin ulaştığı nokta bu önemli konuyu yeniden ama son kez ele almayı gerekli kılmaktadır. İslam’ın evrensel bir din olması ve Müslümanların yeryüzünün her tarafına yayılmış bulunmaları, takvim birliğini gerekli kılmaktadır. Dünyayı İslam dünyası ve diğerleri şeklinde ayrıma tabi tutarak bir çözüm arayışına gitmek probleme kısmî bir çözüm getirecek olsa da, asıl sorunu teşkil edecek olan azınlık Müslümanların yaşamış olduğu problemi çözümsüz bırakacak, ayrıca hedeflenen birlik de tam anlamıyla sağlanamayacaktır. Dünyanın her bir köşesinde azımsanamayacak sayıda Müslümanın yaşadığı ortada iken, bu toprakları “İslam dünyası değil” diyerek birlik arayışı dışında tutmak en çok çözüm isteyen dindaşlarımızı çözümsüzlükle karşı karşıya bırakmak olacaktır. Dolayısıyla, üzerinde mutabakat arayacağımız çözüm, kısmî ve yerel olmak yerine nasların imkân verdiği ölçüde küresel bazda olmalıdır. Bunun yolu da yüce Allah’ın kainat kitabıyla insanlığa gönderdiği Kitab-ı Kerimi ve onu beyan eden son peygamberin sünnetini birlikte okumaktır.
Açılışa Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un da katıldığı kongreye 50’ye yakın ülkeden alimler, bilim adamları, astronomlar, karar merciinde bulunan yetkililer, alanında uzman akademisyenler, Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları, Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri ve Dr. Ekrem Keleş, Prof. Dr. Ali Muhyiddîn el-Karadâğî, Muhammed Şevket Avde, Prof. Dr. Ahmed Yaman, Prof. Dr. Şeref el-Kudât, Prof. Dr. Sâcid Özdemir, Prof. Dr. Celâleddîn Hâncı, Dr. Zülfikar Şâh, Dr. Ahmed Câballâh, Dr. Heymen Mütevellî, Dr. Muhammed Garîb, İlhami Aşıkkaya, Prof. Dr. Said el-Haslan, Prof. Dr. Nidâl Kassum, Prof. Dr. Muhammed İlyas, M. Cemâleddin Abdurrazık, Hâlid Şevket, Salih es-Sa’b isimlerinden oluşan bilim komisyonu katıldı.