Yükseköğretim sorunu yıllardır ülkemizde çok boyutlu olarak yoğun bir şekilde tartışıldığını ve talepleri karşılayabilmek için reform ihtiyacı toplumun hemen her kesimi tarafından sıklıkla dile getirildiğini belirten Eğitim Bir Sen Erzurum 1 Nolu Şube Başkanı Erkan Ciyavul, akademik kariyer siteminin güçlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Yükseköğretimde reformun gerekliliği hususunda toplumun tüm kesimleri arasında bir uzlaşmanın söz konusu olduğunu ifade eden Ciyavul, şu açıklamalar da bulundu:
“Ancak reformun nasıl yapılacağı konusunda bugüne kadar bir uzlaşma sağlanamadığından yükseköğretim alanında köklü bir değişiklik gerçekleşememiştir. Cumhurbaşkanımız soruna dikkat çekene kadar kamuoyunda bu sorunla alakalı sürekli olarak gündem oluşturan Eğitim- Bir Sen olmuştur. Hâlbuki Cumhurbaşkanımızın açıklamalarından çok daha önce YÖK tarafından konu gündeme getirilmeli, paydaşlarla istişareler yapılarak çözüm önerileri sunulmalıydı. Gündemde olan yeni düzenleme ise geçmişte yapıldığı gibi aceleci kararlar yerine ilgili politika aktörleriyle geniş bir çerçeveden sürdürülecek istişareler neticesinde yapılmalıdır. Yükseköğretimde yaşanan sorunlara çok yönlü bakmakta fayda vardır. Bu bağlamda Eğitim Bir Sen olarak gündeme ilişkin tespit ettiğimiz sorunları ve çözüm önerilerimizi ilgililerin dikkatlerine sunuyoruz. Arz talebi karşılamaktan hâlâ uzaktır. Üniversitelerimiz, Türkiye’nin değişim ve dönüşümüne paralel olarak çok daha ulaşılabilir ve erişilebilir hale gelmiş, yükseköğrenime geçişte öğrencilere daha fazla alternatifler sunulabilmiştir. Diğer taraftan her geçen gün sayıları artan üniversiteler, kuruldukları illerin sosyo-ekonomik gelişimine önemli katkılar da sağlamaktadır. Türkiye’de yükseköğretim sistemi, geldiği nokta itibarıyla, artık sadece üniversite çağı nüfusunun üçte birinden az bir kısmına hizmet sağlayan elit bir yapıdan uzaklaşmış ve çağ nüfusunun neredeyse yarısına hizmet sağlayabilen evrensel yükseköğretim yapısına kavuşmuştur. On yıllık bir zaman zarfına sıkıştırılmış niceliksel gelişmeler, eşine az rastlanır gelişme süreci teşkil etse de Türkiye’nin demografik dinamikleri dikkate alındığında yine de ihtiyaca tam olarak cevap verememektedir. Akademik kariyer sistemindeki çarpıklık ve objektiflikten uzaklık, zincirleme sorunlara sebep olmaktadır. Üniversite yapılanmasında 2547 sayılı Kanun’un dayandığı zihniyetten kaynaklanan sorunlar, olumsuz sonuçlarını en çok akademisyenlik mesleğinde ve akademik kariyer sisteminde göstermiştir. Akademik unvanların belirlenmesi, kadroların dağıtılması ve özellikle de akademik yükselme sürecinde yaşanan kayırmacılık, adam tutma, herhangi bir gruba mensubiyet ve bağlılıklar, “kamu yararından” ziyade özel çıkarların egemen olduğu, karşılıklı çıkar ve bağımlılığa dayanan ve özel menfaat birlikteliğini esas alan bir fiili durumun doğmasını beraberinde getirmiştir. Bu çarpık akademik alım ve kariyer düzeni, sisteme yeni yerleşmek isteyenlerinde benzer avantajlara sahip olması gerekliliği algısı oluşturmaktadır. Keyfiliği, sübjektifliği önleyecek, objektif ve denetlenebilir bir sistem kurgulanması gerekliliği kaçınılmaz bir zorunluluktur. Kadro dağıtımında görülen adaletsizlik. Araştırma görevlisi, öğretim görevlisi, okutman, uzman veya diğer öğretim üyesi kadroları fakültelerin veya diğer okulların ihtiyaçlarına göre değil, kadroya alınması düşünülen kişinin durumuna uygun hale getirilerek ilan edilebilmektedir. Birçok bölüm veya programda öğretim elemanı ihtiyacı mevcutken kadro şişkinliği yaşayan bölüm ve programlara kadro ilan edilebilmektedir. Öğretim elemanı ihtiyacını değerlendirip kadro iznini veren YÖK olmasına rağmen, kadro ilanlarında “fotoğraf ilan” olarak adlandırılan adaletsiz uygulamalar görülmektedir. Bu durum ülkemizin geleceği olan birçok gencimizde kötümserliğe yol açmakta, çalışma ve başarıya olan inancı azaltmakta ve devletine güvenmeyen, tükenmiş bir genç kitle oluşturulmasına zemin hazırlamaktadır. Adaletsiz ve hukuksuz kararlar, üniversitelerin bilimsel bilgi üretimini güçlendirecek genç ve dinamik zihinlerin akademisyenlik mesleği dışında kariyer tercihinde bulunmalarına neden olmaktadır. İş güvencesinin yokluğu. Aynı kanun içinde farklı maddelerde tanımlanan fakat aynı işi yapan gerek araştırma görevlisi gerekse öğretim üyeleri arasında eşitsizlik söz konusudur. 2547 sayılı yasanın 33/a maddesi ile 50/d maddesine göre görev yapan kişiler çalışmış oldukları birimlerde araştırma görevlisi olarak tanımlanırken 50/d maddesine göre görev yapan bir araştırma görevlisi lisansüstü eğitimini tamamladıktan sonra işsiz kalabilmektedir. Bu durum öğretim üyeleri arasında Yardımcı Doçent, Doçent ve Profesörler içinde geçerlidir. Yardımcı doçentler en fazla 3 yıllığına görevleri ile ilgili sözleşme yenilerken bu durum doçent ve profesör kadrolarında geçerli değildir ve daimi kadro statüsüyle görevleri devam etmektedir. Akademik özgürlük güvence altına alınmalı. Üniversiteler hiçbir baskı ve engelleme söz konusu olmaksızın, tüm fikirlerin, muhtelif hakikat iddialarının, sosyal ve siyasi problemlerin özgür ve medeni bir şekilde tartışıldığı, karmaşık sorunların açık bir biçimde ifade edildiği ortamlardır. Bu itibarla araştırma özgürlüğünü ve bu çerçevede temel bilgi yöntemlerini serbestçe kullanma hürriyetini, araştırma için gerekli araçlara ve şartlara sahip olma hakkını ve bilimsel üretme, bilgilendirme, öğrenme ve yayma hakkını içerecek şekilde akademik özgürlüğün hem anayasal hem de yükseköğretim kanunu ekseninde güvence altına alınması gereklidir. ÖYP gözden geçirilerek yeniden yürürlüğe konulmalı. Yeni kurulan üniversitelerde, öğretim elemanlarının sayıca yetersizliği önemli bir sorundur. Yükseköğretimimizin önündeki en büyük zorluk, yükseköğrenimin niceliksel büyümesine paralel olarak yeterli sayıda ve uluslararası ölçütleri karşılayan nitelikte öğretim üyesinin yetiştirilmemesidir. Bilim insanı yetiştirme ve ortak araştırma etkinliklerinde bulunma konusunda üniversiteler arasındaki iş birliğini artırma faaliyetleri ile gelişmiş üniversitelerin bilgi birikimi ve deneyimlerinden diğer üniversitelerin de yararlandırılmasının öğretim üyesi yetiştirme süreçlerine olumlu katkısı, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) deneyiminde tecrübe edilmiştir. ÖYP’nin tamamen kaldırılması hatalı bir karardır. Programın aksayan yönlerinin düzenlenerek yeniden yürürlüğe konulması yerinde olacaktır. Akademik hayatta asıl olan Dr. Unvanıdır. Doktorasını bitiren ve önceden saptanmış objektif kriterleri sağlayan her akademisyen eşit haklara sahip olmalıdır. Arş.Gör.Dr, Öğr.Gör.Dr, Uzm.Dr, Okt.Dr ve Yrd.Doç.Dr gibi farklı unvanlar tarihe karışmalı, şartları sağlayan herkese aynı sosyal hak ve statüler verilmelidir. Akademik kariyerde, atama ve yükselmelerde yabancı dilin en önemli unsur ya da eleme aracı olması durumu kaldırılmalıdır. Bilindiği üzere her bilim kendi dili içinde yapılmaktadır ya da yapılmalıdır. Her şeyin bir terminolojisi vardır. Türkiye’de yabancı dilin akademide “fetiş” hale getirilmesi bu anlamda sorunludur. Ekonomik ve teknolojik bağımlılıktan kültürel bağımlılığa kadar birçok soruna neden olmaktadır. Lisansüstü eğitimde akademik çalışmalardan çok yabancı dil eğitimine (psikolojik olarak) ağırlık verilmektedir. Burada anlatılmak istenen yabancı dilin gereksizliği değildir. Elbette bir akademisyen alanıyla ilgili yabancı literatürü okuyabilmelidir. Ancak bu kadar fetiş hale getirilmesine rağmen akademik çalışmalarda yabancı literatüre ne kadar yer verildiği araştırılmalıdır. Yabancı dil sınavlarının akademik okumalara katkısı görüşümüze göre sorunludur. Yabancı dil konusundaki ikinci husus, Türkiye’de temel seviyeden doğru ayaklar üzerine oturtulmuş bir yabancı dil eğitiminin olmayışıdır. İlkokuldan doktoraya kadar verilen yabancı dil eğitimi sorunludur. Üçüncü bir husus, dil sınavlarında standart bir devamlılık ve hakkaniyet ölçüsünün olmamasıdır. Sistem kendi uygulamalarıyla bu noktayı doğrulamaktadır. Olmadık adlarla yeni sınavlar uygulanmakta (YÖKDİL gibi), istismara açık ve bir takım hilelerin yapıldığı ya da önce tanınan sonra iptal edilen gelip-geçici sınavlar (ILTC gibi) yapılmaktadır. Kimi zaman ise, standartların dışına çıkılarak en basit seviyeye düşürtülmüş sınavlar yapılmaktadır. Doçentlik sübjektif sözlü sınav tamamen kaldırılmalıdır. İstismara açık, tartışılan, çeşitli türden kayırmacılıkların görüldüğü, ideolojik tavırların kimi zaman ağır bastığı, benzeri uygulamaların akademik çevrelerce sıkça dillendirildiği, objektif ölçülerden uzaklaşmış sözlü sınavı tartışmaktan çıkarılarak kaldırılmalıdır. Profesör kadro ve atamalarında olduğu gibi Doçentlik kadro ve atamaları da yıl ve yayın esasına göre yapılmalıdır. Girilen dersler, danışman olarak yürütülen Yüksek Lisans ve Doktora tezleri Doçentlik puanlama sistemine dâhil edilmelidir. Akademik teşvik yönetmeliğine göre her yıl belirli bir puan alma zorunluluğu (Örneğin en az 30 puan) getirilerek akademik çalışmalar özendirilmelidir. Doçent adayları YÖKSİS’e girmiş olduğu yayın bilgisi üzerinden gerekli puanı sağladığında görev yaptıkları üniversitelerde doçent kadrosuna beklemeden atanmalıdır.
Doçentlik atamalarında yabancı dil puan barajının düşürülmesi ve yabancı dil puanının doçentlik puanlama sistemine entegre edilmesi. Yabancı dil puanının ilk ve en önemli eleme aracı olması yerine doçentlik puanlama sistemine entegre edilmesi görüşümüzce daha uygundur. Doçent olabilmek için 65 yabancı dil puanı yerine barajın düşürülerek (55 ya da 60 puan) alınan puanın doçentlik puanlama sistemine eklemlenmesi gerekmektedir. Her doçent adayının barajın üstünde aldığı yabancı dil puanı, genel doçentlik puanlama sistemine oranlanarak dâhil edilmesi daha uygun olacaktır. Doktora eğitiminin ve doktora sonrası üretimin niteliğinin yükseltilmesi. Türkiye’de akademik üretim bağlamında en önemli sorun doktora sonrası üretimin kısır ve niteliksiz oluşudur. Öncelikle, doktora eğitiminin nihai eğitim olduğu gerçeğinden hareketle kriterlerin yükseltilmesi gerekmektedir ve her bilim dalına ilişkin daha nitelikli doktora çalışmalarının yapılması teşvik edilmelidir. Doçentlik sonrası ise, hem üretimi artırmak hem de üretimin niteliğini yükseltmek için çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bu noktada akademik teşvik uygulaması çözüm olarak düşünülmüştür. Ancak niteliğe ne kadar katkı sunduğu tartışmaktadır. Ademi merkeziyetçi bir uygulama doçentlik sınavlarında var olan sorunları çözmede kısır kalabilir hatta sorunların devamına ya da yeni türden sorunların çıkmasına neden olabilir. Doçentlik sözlü sınavıyla ilgili geçtiğimiz günlerde YÖK başkanı bir televizyona verdiği röportajda eser aşamasının ÜAK tarafından değerlendirileceğini, ikinci aşamanın ise üniversitelerin uhdesine bırakılacağını belirtmiştir. İkinci aşamada, isteyen üniversitenin doçentlik için mülakat yapabileceğini, isteyen üniversitenin de deneme dersi yaptırmak suretiyle doçentlik unvanını verebileceğini, söz konusu bu düşünce ile ilgili üniversitelerden görüş sorulduğunu belirten ifadeleri olmuştur. Yükseköğretim kurumları arasında farklı uygulamaların olması meseleyi mevcut durumdan daha karmaşık hale getirecektir. Yine mülakat, yine deneme dersi denmek suretiyle adaylar sübjektif bir yapının kollarına itilmektedir. Ülkemizin sosyo-ekonomik durumu ve bölgesel farklılıkları göz önünde bulundurulduğunda bu türden düzenlemeler merkez-taşra ayrımını derinleştirecek ve eğitimin kalitesinde rekabeti ortadan kaldıracaktır. En önemli sorunlarımızdan biri olan Üniversite öğreniminin yaygınlaştırılması ve Anadolu üniversitelerinin güçlendirilmesi hususu böyle bir uygulamadan olumsuz yönde etkilenecektir. Sonuç olarak; akademik kariyere ilişkin hedefe ulaşıncaya kadar geçen her aşama bir öncekinde daha zorlu olması gerekirken, başlangıç zor ve kayırmaya dayalı, ortada çok zor ve sübjektif, sonda ise çok kolay ve objektif olması kariyer sisteminde adaletsizliğe, eğitim sistemimizde verimsizliğe sebebiyet vermiştir. Gündemde olan yeni düzenleme, geçmişte yapıldığı gibi aceleci kararlar yerine ilgili politika aktörleriyle geniş bir çerçeveden sürdürülecek istişareler neticesinde yapılmalıdır. Akademik kariyerde görülen adaletsiz, hukuksuz, keyfi uygulamaların önüne geçilmelidir. Adaletsiz dil sınavlarının, kadro ilanlarının ve iş imkânlarının önüne geçilmelidir. Yeni türden tahakküm odaklarının oluşması engellenmelidir. Geçici çözümler yerine ülkemizin gerçekliğinden hareketle gençlerin akademik hayata teşvik edilmesi gerekmektedir. Var olan uygulamalar ve düşünülen uygulamalar bahsettiğimiz teşvikten oldukça uzaktır.”