Hoca Ahmet Yesevi Salonu'nda düzenlenen ve ilginin yoğun olduğu panelin oturum başkanlığını Prof. Dr. Hacı Bayram Kaçmazoğlu yaparken, konuşmacı olarak Doç. Dr. Abdulkadir Baharçiçek ve Yrd. Doç. Dr. Ebru Burcu Yılmaz katıldı.
Doç. Dr. Baharçiçek, yaptığı konuşmada, "Uluslararası politika bir güç meselesidir. Dolayısıyla dünyada sürekli olarak bir denge oluşturulmaya çalışılır. Bu dengeyi de güçlü ülkeler şekillendirir. Ama 16. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar hakim olan dünya gücü dengesine baktığımızda güçler dengesi ve Avrupa merkezli bir yapının var olduğunu görüyoruz. Bunları anlatmamdaki sebep, Çanakkale savaşlarının dünya siyasetinde uluslararası politikada yarattığı sonuçları anlamamız açısından nasıl bir dünya
düzeni olduğunu görmektir. Güç bu düzenin çok belirgin bir unsuruydu. Gücü genellikle başka devletlerin tutum ve davranışlarını etkileyebilme kapasitesi olarak tanımlarız. Yani başkalarına bir şey yaptırabiliyorsanız güçlüsünüz demektir. Gücü sadece tank, top, donanma gibi araçlardan oluşan bir yapı gibi algılarız. Ama en az onun kadar önemli olan bir boyut daha var. Gücü oluşturan diğer öğeler. Oda manevi güç unsurları dediğimiz belki de esas güç. Ama Avrupa merkezli güç anlayışı ve dünya düzeninin temel bakışı biraz maddi unsurları öne çıkaran bir yapıdır. Çanakkale savaşlarına kadar temel bakış açısı şöyleydi: Batının gücü karşısında hiçbir devlet ya da güç duramaz. Çanakkale savaşı bu temeller üzerine kurulan bütün bu değerleri altüst etti. Bu savaş ondan sonraki 30-40 yıl içerisindeki dünya düzeninin tamamen değişmesine yol açmasına neden olmuştur. Bir defa manevi güç unsurların maddi güç unsurlarının üstüne çıktığını göstermiştir. Çanakkale savaşı milli mücadele ruhunun başlangıcı olmuştur. 18 Mart zaferi müttefik ülkelerin uluslararası politikadaki prestijini sıfırlanması sonucunu doğurmuştur" dedi.
//"ÇANAKKALE ZAFERİ EDEBİ ESERLERDE YETERİNCE TEMSİL EDİLMİYOR"
"Çanakkale Zaferi'nin Edebiyatımıza Yansıyan Cephesi" konulu bir konuşma yapan Yrd. Doç. Dr. Ebru Burcu Yılmaz ise, "Milli mücadelemizin dayandığı önemli bir zemin sayılan Çanakkale muharebesi dünya tarihinde çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu savaşın etkileri çok uzun sürmesine rağmen neredeyse üzerinden bir asır geçmesine rağmen Çanakkale zaferinin edebi metinlerde yeterince ve layıkıyla temsil edildiğini söyleyemeyiz. Bizde bu edebiyatın eksiklikleri olarak değerlendirilir. Bizim harp cephelerimiz
bin bir safhalarıyla edebiyatımızda yokturlar. Bu yüzden eski savaşlarımız gibi bu savaşlarda yıllar geçtikçe unutulacaklarıdır. Çanakkale savaşının yaşandığı şartlara baktığımız zaman bu dönemin neden metinlere yansımadığına dair bir çok gerekçeler karşımıza çıkıyor. Öncelikli olarak sıkıntının temeli orijinal kaynaklara ulaşılamamasıdır. O dönem okuma yazma bilenlerin sayısı çok az. Özellikle cepheye gönderilen askerlerin doğu-batı kültürünü iyi bilen okur-yazar gençlerin sayısı bir hayli fazladır. Ama bunların birçoğu şehit düşer. Çanakkale zaferinin edebi eserlerde temsil edilebilmesi için dönemin idarecileri tarafından bir takım teşvikler olmuştur. 1915 yılının Temmuz ayında 20 kişiden oluşan şair yazar ve sanatçılardan oluşan bu heyet Çanakkale cephesinde yaşananların halka aktarılması ve orada yaşananların unutulmaması için cepheye gönderilir. Yaklaşık on gün süren bu seyahatten sonra bu heyet gözlemlerini, duygu ve düşüncelerini şiir olarak kaleme alırlar ve yayınlamaya başlarlar. Bu çabalar her ne kadar sınırlı bir katılımla gerçekleşmiş olsa da edebiyatımız adına önemli girişimlerdir. Dil ve yazının en etkin yolu olan edebiyat ve yazı çok önemli bir işlevi yerine getiriyor. Bizlerin geleceği şekillendirirken yazıyla kayıt altına alınmış sağlam bir tarihe ihtiyacımız var" dedi.
//"TÜRKİYE ZATEN 1850'LERDE AVRUPA ÜLKESİDİR"
"Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Ulusal Bilinçlenme Köprüsü Çanakkale" konusunda konuşan Prof. Dr. Hacı Bayram Kaçmazoğlu ise şunları ifade etti:
"Çanakkale aslında bir bilincin son noktası ve bu bilinç gerçekleşmezse her şeyin elden kayıp gideceği hatta tarih sahnesine veda edileceği tarihtir. Dolayısıyla Çanakkale'ye gelene kadar geçen bir dizi olay aslında Osmanlıcılık fikrinden ulusalcılık fikrine doğru bir değişimi, dönüşümü de beraberinde getirir. Dikkat edilmesi gereken bir nokta Osmanlı'nın neden ve niçin yıkıldığını da hesaba katarak değerlendirmek gerekir. Eğer olaylar doğu- batı çatışma merkezli bir bakış açısıyla değerlendirilse tüm değerlendirmeler ya eksik kalır yada yerli yerine oturtulamayacaktır. Osmanlının devam ettirdiği sisteme sırt çevirmesi ya da eski müttefiklerini satması olayı batılılaşma tarihiyle başlar. Asıl siyasal belgesi Tanzimat Fermanıdır. Dolayısıyla bugün Avrupa Birliği tartışmalarını yapan Türkiye 1850'li yıllarda zaten bir Avrupa ülkesidir. Osmanlı bu batılılaşma döneminden sonra dışarıdaki ülkelerle yaşadığı sorunlarla uğraşmakla kalmadı, aynı zamanda Fransız eğiliminin tüm dünyaya yaydığı bir takım milliyetçi unsurlarla da uğraştı."