Ülkemizde söyleşi türündeki kitapların çoğunluğu -90lı yılların ortalarına kadar- gazeteci, yazar, akademisyen, şair, sanatçı gibi aydınların muhtelif gazete ve dergilerde yayımlanan söyleşilerinden oluşan seçkilerden meydana gelirdi. Nehir söyleşilerle bu türün daha yaygınlaştığını hem de farklı bir boyut aldığını söyleyebiliriz.
Yeni tür haline gelen bu söyleşilerde yaşamı kitaplaşmış ya da kitaplaşması muhtemel yazar, çizer, uzman, sanatçı, aydın ve entelektüeller konuşturulmaya çalışılır; bir plan dâhilinde kişinin doğumundan günümüze kadar olan süreçte yaşamının ilginç bölümleri, kendisini alanında uzman yapan deneyimler, kişinin birbirinden farklı konulardaki görüş ve tespitleri vesaire gibi unsurlar kitabın yekûnunu oluşturur.
Nehir söyleşilerinin hatıra kıvamında olduğunu ama hatıra türünden bazı özellikleriyle ayrıldığını vurgulamalıyız. Örneğin hatıra kitaplarında yazarın bazı bölümleri bilinçli olarak öne çıkardığını, anlatmayı uygun görmediği bazı yerleri geçiştirdiğini ya da es geçtiğini fark ediyoruz. Buna karşın özellikle de ödevine iyi hazırlanmış gazeteciler tarafından hazırlanan nehir söyleşilerde yazarın unuttuğu konu ve alanların söyleşiyi yapan gazeteciler tarafından gündeme getirildiğini, sorularla yazarın sıkıştırıldığını gözlemlemekteyiz.
Hal böyle olunca bu yeni türe ilginin yoğunlaştığını, her geçen gün bu alandaki kitapların çoğaldığını belirtebiliriz.
Bazı yayınevleri nehir söyleşi dizisi oluşturmaya başladı. Destek Yayınevi de bu türde dizi oluşturmaya yeni başlayanlardan. Barış Doster’in Orhan Koloğlu ile yaptığı söyleşilerden oluşan ”Bilimsel Medyatik’e Tarih” isimli eseri geçtiğimiz yılın Ekim ayında yayın dünyasına merhaba demişti.[2] Haftanın yazısı olarak bu kitap hakkında bir şeyler yazmak istedim.
Eserin başkahramanı Koloğlu, hayata gazetecilikle başlayıp basın ataşesi olarak birçok ülkede görev yapan, farklı tarihlerde Basın Yayın Genel Müdürlüğü görevinde bulunan, Rahmetli Ecevit döneminde (75–77 yılları arasında) CHP’nin Uluslararası ilişkiler danışmanlığını yürüten, 1978’den itibaren birçok üniversitede öğretim üyesi olarak iletişim ve tarih dersi veren bir akademisyendir.
Kendisinin çoğunluğu tarih araştırması olan 70’e yakın eseri bulunmaktadır. Koloğlu’nun özgeçmişi bir tarafa; tarihe olan tutkusu, hakikate ulaşma yolculuğu, alaylı tarihçiden mektepli tarihçiliğe savrulma hikâyesi, eserlerinin çoğunluğunun tarih araştırmaları olması gibi etkenler kendisinin Tarihçi kimliğini ön plana çıkarmaktadır. Gazetecilik ve siyasetteki kısırlıkların kendisini tarihçi olmaya ittiğini belirtir.
Bu anlamda tarihi olayları yorumlarken nelere dikkat etmemiz gerektiğini söyle anlatır: “Kendi Geçmişimizi anlamanın gereğini hissederek girdim. Bunun için kendime göre de bir plan yaptım. Kemalist Devrim zaten bize anlatılmıştı. Onu daha iyi anlamak için İttihatçıları, İttihatçıları daha iyi anlamak için Sultan Abdülhamid’i, Abdülhamid’i anlamak için Tanzimat’ı, Tanzimatı anlamak için Klasik Osmanlı yapısını, Klasik Osmanlı yapısı için de İslami yapıyı anlamak gerekir. İslami yapıyı araştırınca, Hz. Peygamberin sunduğu ilkelerle, sonradan Klasik İslam diyeceğimiz yapının arasındaki farkı gördüm. Ve nihayet Batı dünyasının ne olduğunu anlamak gerektiğini hissettim. Bu esaslara göre yaptığım planı da adım adım uyguladım. Tüm bu çalışmaları yaparken hayatımdan fedakârlık yaptığımı söyleyemem. Çapkınlık da yaptım, dünyayı da gezdim. Zamanı iyi kullanmayı becerdiğimi düşünüyorum.” (s.44-45)
Gazeteci ve akademisyen Barış Doster, Orhan Koloğlu gibi çok yönlü bir aydını konuşturmuştur. Eser, Önsöz, Orhan Koloğlu Kaynakçası, Koloğlu’nun tarih yazılarından küçük bir seçki bölümü dışında 7 bölümden oluşmaktadır. Diğer nehir söyleşilerden farklı olarak özel yaşamıyla ilgili bölümler oldukça sınırlı tutulmuştur.
Orhan Beyin üretkenliği ve zamanı verimli kullanması dikkat çekmektedir. Türkçe ve Osmanlıca’nın dışında 7 dil bilen, 15 ülkenin arşivlerinde çalışan bir kişidir. Özellikle basın ataşeliği dönemlerinde ve yurtdışında gazetecilik yaptığı yıllarda birçok ülkenin arşivinde toz yutmuştur. Kamuoyunda yanlış bilinenlerin tashihine yönelik birçok açıklamalarda bulunur. Osmanlı’nın Alevilere yönelik tutumunu anlatırken, alevilerin siyasete karışmadıkları takdirde yaşamlarına fazla karışılmadığını belirtir.(s.176)
Milli Mücadele aleyhinde olanlar hakkında ‘hain’ yaftasının sık kullanılmaması gerektiğini belirtir. Bu konuyla ilgili önemli tespitlerde bulunur. 30 Ağustos 1922’ye kadar kimin hain olacağının belli olmadığını, bu tarihe kadar herhangi bir çözümün olmadığını, dolayısıyla her iki tarafın da kendince haklı olabileceğini, Atatürk’ün ”Benimle yola çıkmayanlar da kendilerine göre, en az benimle yola çıkanlar kadar haklıydı.” sözünün de bu anlamda ciddiye alınması gerektiğini vurgular.
II. Cumhuriyet kavramının patentinin Mehmet Altan’a ait olmadığını ayrıntılarıyla anlatır.(s.172/3)
İttihatçılara yönelik yaftalanan dinsiz, mason ve sabetaycı yargılarının İngiltere’nin yalanı olduğunu anlatır. İngiltere’nin bazı propagandalarının günümüzde dahi İngiliz aydınlarının iman sandığında olduğunu şu cümlelerle anlatır Koloğlu: ”İttihat ve Terakki’ye hiç Sebetaycılık damgası vurmayan İngilizler, İttihatçıların getirdiği Meşrutiyet’in, kendilerinin Mısır ve Hindistan’daki sömürgelerini etkileyeceğinden korkmuşlar, bu yüzden de İttihatçıların Manastır-Selanik eksenli gelişmesini bahane ederek, Sabetaycılık, dolayısıyla Yahudilik kampanyası başlatmışlardır. Yani İttihatçıların İslam dinine ihanetle suçlanmasını sağlayan İngilizlerdir. Oysa Filistin’i Yahudilere hediye eden de İngiltere’dir.”(s.183)
Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı’nın İstanbul’daki Büyükelçiye ”Abdülhamid’i unutun, İttihatçıları yerin dibine batırın !” talimatı verdiğini söyler.
Yazar, genelde dünya tarihi özelde ise Balkan ülkelerinin ve komşu ülkelerin tarihi hakkında önemli tespitlerde bulunur. Homojen bir grup olmamakla birlikte Balkan ülkelerinin çoğunluğunun Osmanlı’ya bakışının hiç de iyi olmadığını vurgular. Özellikle ders kitaplarında Osmanlı’ya ve Türk’e olan düşmanlığın ciddi boyutlarda olduğunu söyler.
Koloğlu, Tarih Vakfı’nın kurucuları arasında yer almasına rağmen vakfın, ders kitaplarındaki milliyetçi sözleri ayıklamaya yönelik çalışmalarını ve bu çizgideki aydınların, Türklerin ve Müslümanların 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında yaşadığı toplumsal sıkıntılara sessiz kalmasını, hiç olmamış gibi davranmasını eleştirir.
Bu durumu şöyle izah etmeye çalışır: ”…19. yüzyıldan Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar Ege ve Akdeniz adalarından, Balkanlar’dan, Kırım’dan, Kafkasya’dan Anadolu’ya 10.5 milyon Türk ve Müslüman’ın göç için yola çıktığı biliniyor. Ama bunların yarısının yollarda katledildiği ya da sağlık sebepleriyle öldüğü bilinmesine karşın hiç kimse bunlardan bahsetmiyor. Dolayısıyla biz insanlarımıza neyi öğretmeliyiz? Örneklerini verdiğimiz üzere yabancılar kendi kitaplarında şoven, ırkçı oluyorlar da neden sadece biz kendi kitaplarımızda kimseleri kırmamak adına her şeyi ayıklıyoruz? Bizim Tarih kitaplarında milliyetçi sözleri ayıklamaya meraklı olanlar, yabancıların tarih kitaplarında neler yazdığını hiç bilmiyorlar.” (s.226)
Halkın kitlesel olarak destek verdiği ilk hareketin İstiklal Harbi olduğunu belirtir.(s.181)
”Kanuni olmak kolaydır, II. Abdülhamid olmak zordur.” sözüyle de o dönem şartlarının zorluğuna dikkat çeker. Eserde Koloğlu, çarpık, yanlış, hastalıklı tarihçilik örneğiyle ilgili onlarca makale, eser, yazar ve kitaba atıfta bulunmaktadır. En ilginç olanı şüphesiz Çetin Altan’ın Milliyet gazetesinde 7 Şubat 1999 yılında yayımlanan ”Padişah Efendimiz Sultan Süleyman Han Çok İbişçe Yaşadı” makalesidir.[3] Altan gibi önemli bir yazarın bu kadar yanlış bir yol izlemesi ibretliktir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın çağdışı olduğunu anlatmaya çalışır. Bahse konu olan yazıdan bir alıntı: ”Ne elektriği vardı sarayında, ne telefonu, ne radyosu, ne televizyonu, ne de kaloriferi… Kapıcı dostumuz Muzaffer’in Padişah efendimiz Kanuni Sultan Süleyman Han’dan çok daha konforlu bir ortamda yaşadığı kesin. Çünkü onda hepsi var bunların… Neden elektriksiz, radyosuz, telefonsuz, televizyonsuz, kalorifersiz, otomobilsiz, uçaksız ve bilgisayarsız yaşadığı sorusu kimsenin aklını kurcalamadı. Akıllarımız sadece Padişahımız Efendimiz Kanuni Sultan Süleyman Han’ın ne kadar geniş bir alana hükmetmiş olduğuna takıldı. Oysa Bağdat Caddesi’nin kaldırımlarında yürürken, cep telefonuyla Stockholm’deki Beti’yi Kalamış’a yahut Köyceğiz’e davet edemeden yaşamış olmak ne acı… Padişahımız Efendimiz Sultan II. Mahmut Han dahi ne San Francisco gecelerinde dans edebildi, ne Venedik gondollarında aryalar dinleyebildi, ne de sarayında bir film izleyebildi… Gerçekten hazin.” (s.155)
Bu konuda Fransa’dan da bir örnek verir. Fransız devriminin 200. yıl dönümü dolayısıyla ilgili bir toplantıda bir tarihçi ”O maliye bakanı konuşmasaydı, krallığın ortadan kaldırılmasına sebep olan olaylar görülmezdi.” deyince başka bir tarihçi lafı gediğine koyar: ”Günde yüz kişinin kafası giyotinle kesilirken sen olsaydın bunu söyleyebilir miydin?” (s.88)
DEĞERLENDİRME
Akademisyen ve gazeteci Barış Doster’in, Orhan Koloğlu ile yaptığı uzun soluklu söyleşilerden oluşan eser, Orhan Beyin çok yönlü ve üretken bir araştırmacı-yazar haline gelişinin de öyküsüdür. Analitik ve akademik göze sahip olmak isteyenlere kitaptan onlarca hatta yüzlerce örnek bulmak mümkündür. Kitap, Kanuni’den II. Abdülhamid’e, Enver Paşa’dan Atatürk’e, Masonluktan İttihatçılığa, II. Cumhuriyet tartışmalarından türbana, dünyada tarihi yaklaşımlardan dünyadaki Türk imajına kadar birçok konuda doğru, kallavi tespitler içermektedir. Daha çok, tarihe olan yöntemsiz, ideolojik ve hastalıklı bakış açımız irdelenmeye, sorgulanmaya çalışılmıştır. Tarihe rafine bir bakışla bakan Koloğlu’nun tespitlerine vicdan terazisi sağlam kişilerin katılmamasının imkânsızdır. Olaylara yaklaşırken akademik gözlüğünü neredeyse hiç çıkarmamaktadır.
Kitabın isminde de vurgulandığı gibi daha çok ülkemizdeki popüler ve medyatik tarih yaklaşımının zararları ve yanlışları üzerinde durulmuştur. Böylesi bir yaklaşımın bilimsel ve akademik bir bakış açısı kazandırmak şöyle dursun “Yarım doktor candan, yarım hoca imandan eder.” misali hakikat yolculuğuna çıkan beyinleri hiç ummadıkları, tasavvur bile etmedikleri yer ve yönlere götüreceğini söyleyebiliriz.
Son olarak eser hakkında şu kehanette bulunabilirim: Kitap okumama salgınına tutulan ama sosyal bilimlere ve tarihe meraklı beyinlerin bu eseri okuduğu takdirde -başka eserleri okumasına yönelik- içlerine küçük kıvılcımlar düşüreceğini düşünüyor, bu kıvılcımların da daha başka kitaplara götürebileceğini iddia ediyorum.
[*] 19 Mart tarihli Radikal kitap’ta Haluk Hepkon bahse konu olan kitapla ilgili bir yazı hazırlamıştı. Bu yazının başlığını da “Bilgi Mabedi Gibi..” koymuştu. Başlıktan etkilendiğimi itiraf etmek durumundayım.
[2] Orhan Koloğlu ile Söyleşiler: Bilimselden Medyatike Tarih, Söyleşiyi yapan Barış Doster, 494 sayfa, 1 baskı, Ekim 2009, İstanbul, Destek Yayınevi, www.destekyayinlari.com
[3] Bu makalenin tamamını okumak için Milliyet gazetesinin internet arşivine baktım. 7 Şubat 1999 tarihli sayısında bulamadım. Bu yazının tamamına ulaşanlardan yardım bekliyorum.