Bu tablo, sekiz yıl önce, hemşehrilerinin ölüm tehdidi altında, arkadaşı Hz. Ebubekirle birlikte, mahzun bir şekilde terk ettiği ata yurduna muzafferen dönen bir peygamberin, düşmanlarına karşı gösterdiği âlicenap tavrın bir ifadesidir. Kendisine ve arkadaşlarına 13 yıl boyunca reva görülen her türlü düşmanlığa rağmen, neredeyse ansızın yakalayıp teslim aldığı bir şehir halkından, taş üstünde taş,gövde üstünde baş bırakmayacak şekilde intikam alma imkanı varken buna başvurmayan, üstelik, engin merhametiyle, yapılanları affedip faillerini serbest bırakan Allah Rasûlü’nün bu tutumu ancak,onun bir barış peygamberi olmasıyla açıklanabilir.
Sadece Mekke’nin fethi sürecini dikkatlice izlemek bile, Hz. Peygamber’in hayatı boyunca takip ettiği barışçı tutumunu, başka hiçbir örneğe ihtiyaç hissettirmeyecek şekilde gözler önüne serecektir. Bilindiği gibi Allah Rasûlü, Mekke üzerine yürüme niyetini son ana kadar gizli tutmuş, eşleri dahil, en yakın arkadaşlarına bile bu fikrini açmamıştı. Allah’tan dileği de, beldelerine varıncaya kadar Kureyş’in, bu işten haberinin olmamasıydı. (Sîretu İbn Hişam, 4/29)
Onun için, bu gizliliği ihlâl eden her girişime engel olmuş, örneğin, bazı işaretlerden hareketle böyle bir seferin olabileceğini tahmin eden ve Mekke’deki akrabalarını korumak isteyen sahabi Hâtıb b. Ebû Beltea’nın bir kadın aracılığıyla mektup gönderme teşebbüsüne mani olmuştu. Keşif birlikleri göndererek casusluk faaliyetlerini engellemişti. Mekke yakınlarındaki Merruzzahran’da konaklayan on bin civarındaki askerinin her birine ateş yaktırarak, muazzam bir ordu karşısında olduklarını düşünüp morali bozulacak düşmanın karşı koyma ihtimalini zayıflatmak istemişti. İşte bütün bu tedbirler, Allah Rasûlü’nün, kan dökülmesini önlemek amacına yönelikti.
Çünkü, onun, Mekke üzerine yapacağı seferi önceden duyurması ve hazırlıklarını alenî olarak yapması hâlinde, Kureyş’in gerekli tedbirleri alıp İslâm ordusuna şiddetle karşı koyarak iki taraftan da pek çok can kaybı ve yaralanmaya yol açması kuvvetle muhtemeldi. Halbuki Mekke fethinin gerçekleştiği hicretin 8. yılında Müslümanlar daha önce hiç olmadıkları kadar güçlü idiler. Dolayısıyla, Hz. Peygamberin, Hudeybiye anlaşmasını ihlâl eden Mekkeli müşrikler üzerine, bu haklı gerekçeyle savaş ilân edip büyük bir ordu ile alenen gitmesi de mümkündü. Ancak, onun amacı intikam almak, toprak işgal etmek veya ganimet kazanmak değildi. Bu yüzden Ensar’ın bayraktarı Sa’d b. Ubâde’nin, Ebû Süfyan’ın önünden geçerken söylediği, “Bugün büyük savaş günüdür, bugün Kâbe’de kan dökmek helâl kılınmıştır” sözüne karşılık, “Sa’d yalan söylemiştir. Bugün Allah’ın Kâbe’yi yücelteceği gündür.”buyurmuştu. (Buhari, Megazi, 49)
O, bu sefere çıkarken ata yurduna dönüp yerleşmek gibi bir niyet de taşımıyordu. Aslında çok doğal olan böyle bir arzunun gerçekleşmesinden endişe eden Medinelileri,“Asla! Ben Allah’ın kulu ve elçisiyim. Allah’a ve size hicret ettim. Hayatım da ölümüm de sizinledir.”diyerek rahatlatmıştı. (Müslim, Cihad, 31)
Allah Rasûlü Mekke’ye, asırlarca İslâm’ın kutsal mabedi olan Kâbe’yi putlardan temizlemek, Hicaz’ın kalbi olan bu şehri İslâm’a kazandırmak için gitmişti. Onun hedefi, Mekke’yi fethetmekle birlikte insanların gönüllerini de fethetmekti. Nitekim kan dökmeye izin vermeyerek, evlerinde kalan, Mescidi Haram’a veya Ebu Süfyan’ın evine sığınan herkesin güven içinde olduğunu söyleyerek, endişe içinde bekleyen Mekkelilere “hepiniz serbestsiniz” müjdesini vererek ve nihayet genel af ilân ederek onların gönüllerini fethetmeyi de başarmıştı.
İşte bu sayede Kur’anı Kerim’in, “ Allah’ın yardım ve zaferi geldiği ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile, çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr, 13)şeklinde tasvir ettiği olay gerçekleşti. İnsanlar bölük bölük İslâm’a girdiler.
Bunlar içinde Kureyş’in lideri Ebu Süfyan,Hz. Hamza’yı öldürten, karısı Hind ve Ebu Cehil’in oğlu İkrime de vardı. Peygamber Efendimiz, geçmişte yaşanan acı olayları hatırlatıp onları utandırmadı. Kendi mahcubiyet ve pişmanlıklarını yeterli görerek onları affetti. Mekke’nin fethi münasebetiyle hatırlanması gereken bir husus da, yirmi üç yıllık peygamberliği döneminde Allah Rasûlü’nün yaptığı savaşların hemen tamamının savunma amaçlı olduğu gerçeğidir.
Nitekim Müslümanların düşmanla ilk önemli karşılaşmaları olan Bedir, Uhud ve Hendek savaşları, Mekkeli müşriklerin kilometrelerce yol kat ederek Müslümanlara saldırmalarıyla gerçekleşmiştir. Diğer bazı gazvelerin arkasında da tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmek amacı bulunmaktadır.Tamamen Hz. Peygamberin inisiyatifiyle gerçekleşen Mekke fethinin ise âdeta bir barış harekâtı stratejisiyle plânlandığı aşikârdır. Bu durumu dikkate alan bazı araştırmacılar, Hz. Peygamber’in savaşlarını, dünya harp tarihinin en az kan dökülen savaşları olarak değerlendirmişlerdir. Yapılan bir hesaba göre, bazı baskınlar hariç, bu savaşlarda Müslümanların verdiği toplam şehit sayısı 138, düşman tarafın verdiği ölü sayısı ise, Benî Kurayza olayı hariç, toplam 216’dır. (M.Hamidullah, Hz.Peygamber’in Savaşları, 1213)
Peygamber Efendimiz’in hayatını âdeta savaşlardan ibaretmiş gibi göstererek, onu şiddet yanlısı olarak takdim etmeye çalışan art niyetli kimselere, bu gerçeklerin zaman zaman hatırlatılması ve Allah Rasûlü’nün, “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin.Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara, 190)buyuran Cenabı Hakk’ın emrini titizlikle yerine getiren bir barış peygamberi olduğunun anlatılması gerekmektedir.