Birinci Cihan Harbi’nde Kafkas Cephesinde kapsamında Sarıkamış Harekâtına katılan, daha sonra da Ruslara esir düşen ihtiyat subayı Mehmet Fuad (Tokad)’ın günlükleri geçtiğimiz aylarda yayınlanmış.[1] Kitabın kendisinden daha ziyade kitaplaşma süreci bir o kadar sıra dışı olduğu için basının bir bölümünde kendisine yer bulmuştu.
“Kibrit Kutusundaki Sarıkamış-Sibirya Günlükleri: (1915–1918)” isimli çalışmanın kitap haline gelme öyküsü hakikâten oldukça ilginçtir. Mehmet Fuad Bey savaşlarda günlük tutan ender subaylardan biridir. Günlükleri biri ince, diğeri kalın olan küçücük defterciklerden oluşur. Bu deftercikleri yaklaşık boyutları 5.6 x 3.3 x 1.8 santimetre küp olan eski bir Norveç defterinde saklayarak memleketine ulaştırır. Yanda resmi görülen söz konusu defterciklere o yazıların nasıl yazıldığı, şüphesiz maharet gerektirir.
Günlükleri yayınlamaya Mehmet Fuad Bey ile oğul Yılmaz Beyin ömrü kâfi gelmez. Fuad beyin torunu ile evli olan Amerikalı diplomat Jack Snowden, emekli olduktan sonra Ankara’ya yerleşir. Osmanlıca Türkçesini öğrenmeye karar veren Snowden, bazı Osmanlıca kurslarına katılır. Burada Osmanlıcasını geliştirdikten sonra kayınpederinin vasiyeti olan günlüklere el atar. Günlükleri 1.5 yıllık emeğin sonunda da günümüz Türkçesine çevirir.
MEHMET FUAD (TOKAD) KİMDİR?
Bir subay çocuğu olarak Ankara’da dünyaya gelen M. Fuad Bey, rüştiye ve idadi eğitimini Ankara, İstanbul ve Bursa’da tamamlar. İstanbul Harp Okulu’nu okurken ikinci sınıfından itibaren 1913’te Gelibolu’ya sevk edilerek oradaki Kuva-yı mürettebe Kumandanlığı emrine verilir. Evrak kaleminde yazıcı olarak istihdam edilir.
I. Dünya Savaşı başlayınca da 1914’te ihtiyat zabit namzedi sıfatıyla Harbiye Mektebi’ne tekrar kaydolur. Stajdan sonra on arkadaşıyla birlikte 85. Alay’ın 1. Taburu’na tayin edilir. 2 Mart 1916’da Erzurum’da Ruslara esir düşer. Vetluga’daki esaret hayatı yaklaşık iki yıl sürer. Tokad, özgürlüğüne kavuştuktan sonra İstanbul Darülfunun’da nazarî- amelî Fizik ve matematik tahsil ederek iki kısımdan tasdikname ve Paris Elektrik Alî Mektebi’nin Telsiz-Telgraf kısmından da Mühendis diploması alır. Tokad, yabancı dil olarak Almanca, Fransızca ve Rusça’yı bilir.
1918’de Muhasebe Müdürlüğü kâtibi olarak başladığı PTT Müdürlüğü’nden 1950’de başmühendis olarak ayrılır. Buradan sonra da 7 yıl İstanbul Radyosu Müdürlüğü’nde çalışıp emekli olur. Mehmet Fuad beyin “Uzak Mesafe Telefon Devreleri” kitabı Yüksek Mühendis Okulu tarafından okutulması uygun görülür. Ayrıca Yüksek Mühendis Okulu’nda öğretim elamanı olarak görev yapar.(1940-1947) Mehmet Fuad Bey, 1960 yılında İstanbul’da vefat eder.
KİBRİT KUTUSUNDA GİZLENEN GÜNLÜKLER
Mehmet Fuad Beyin günlükleri 8 Ocak 1915 günü başlayıp 19 Mart 1917 tarihli günlüğüyle sona erer. Vetluga’dan ayrılıp İstanbul’a kadar ki yolculuğunu da 1 Eylül 1918 tarihli günlüğünde anlatır.
Eser kendi arasında kabaca 3 bölüme ayrılır. İstanbul’dan ayrıldığı günden başlayıp esir düştüğü tarihe kadar ki bölümleri oluşturan günlükler ilk bölümü oluşturur. Burada yolculuk güzergâhını ayrıntılı bir şekilde anlatır. İkinci bölüm ise esir düştüğü tarihten Vetluga’ya ulaştığı tarihe kadarki süreyi kapsar. Eserin büyük kısmını ise son bölümdeki Vetluga’daki esaret günleri oluşturur.
Esir düşmeden önceki günlüklerin bazı bölümleri boş bırakılır. Savaş ortamında olduğu için bu dönemde günlüğe daha az zaman ayırır. Yazar Erzurum’a ulaşana kadar ki yolculukta insanların askere ikramından bahsederken duygulanıp ağladığını belirtir. M. Fuad Bey, ailesiyle özellikle de babasıyla telgraf ve mektup sayesinde sık sık iletişim kurar. Babasının subay olması bazen kendi işini kolaylaştırır. Babasından istediği krem, cep fener pili, fotin, çikolata, para günü gününe olmasa da eline geçer. Babasından istedikleri arasında gazeteler hep önceliklidir.
ESİRLİK HÂLLERİ
Fuad Bey, 16 Şubat 1916’da Erzurum civarında esir düşer. Esaret hayatını süreceği Vetluga’ya bazen trenle bazen yürüyerek 25 Mayıs 1916’da ulaşır. Bu tarihe kadar ki yaşadıkları bir esir olarak özellikle ruhen daha yıpratıcıdır. Gün olup tahta karyolada 4-5 kişi birlikte yatarlar. Kendisini Rus Ordusundaki kazak askerler esir alır. Kazakların esirlere tehditler yağdırdığını, kendilerine kaba hareketler yaptığını belirtir. Yazar, burada bazı Rus asker ve subayların, esirlerin bulunduğu odaya kapıyı çalmadan, nezaketsizce girip oturduklarını, esirlere yabani gibi baktıklarını ifade eder. Yolda karşılaştıkları Bazı Ermenilerin kendilerine küfür ettiğini, cellât gibi baktıklarını söyler.
Fuad Bey, yolculuk esnasındaki yerleşim yerlerinden bahseder. Tarlalarda çalışan amelelerin çoğunluğunun kadın olmasına, her köyde bir mektep ve kilise olmasına çok şaşırır. Rusların kendilerine yaptığı kara propaganda had safhadadır. Örneğin Enver Paşa’nın öldürüldüğü, Cemal Paşa’nın idam edildiği gibi haberlere inanmazlar. Türk esirler, savaşın seyriyle ilgili Türkiye mahreçli doğru haberlere bile temkinli yaklaşır.
SİBİRYA’DAKİ ESARET GÜNLERİ
Fuad Bey, Sibirya’nın Vetluga kazasında yaklaşık iki yıl esaret hayatı yaşar. Burada Türk esirleri -eğer yanlış anlamadımsa pansiyona benzeyen- evlerde kalırlar. Her evde yaklaşık 25 kişi kalır. Türk esirlerin Sibirya’ya alışmaları kolay olmaz. Hava sıcaklığının –50 dereceyi bulduğu bile olur. Bazı ay ve günler, gündüzler 6-7, bazen de geceler 6-7 saat olur. Geceden gündüzü; gündüzden geceyi beklemek oldukça zordur.
Burada esirlere Rus Ordusu ve Devleti’nin yaklaşımı oldukça sıcaktır. Esir maaşını alırlar. Kaldıkları evlerde esirlere hizmete yönelik hizmetçiler mevcuttur. Bazı esirler eş ve çocuklarını da yanında getirir. Bunlara diğer esirlerden farklı olarak barınak tahsis edilir. Esirler memleketlerine dönerken Bolşevik İhtilali etkisini hâlâ sürdürür. İç savaşta başlarına bir şey gelmemesi için Rus askeri elbisesi giydirilip gönderilir.
Vetluga’daki esirlerin en önemli sıkıntıların başında aileleriyle mektuplaşamamaları gelir. Mektup yazmalarına karşı çıkarlar. Sonra da 4 satırı geçmeyen mektuplar yazmaları istenir. Ailelerden mektup gelmez. Fuad bey 27 aylık esaret hayatının sonuna doğru babasından Hilal-i Ahmer kartı üzerine 4 satır olarak yazılmış bir haber aldığını belirtir. Esirlere yapılan muameleleri incelemek için gelen komisyon heyetine Türk esirler bu şikâyetlerini beyan ederler.
Yazar, Vetluga’daki günlüklerinde “Havadis” isimli bölüm açar. Bu bölümde genelde I. Dünya Savaşı özelde Osmanlı Devleti’nin akıbetiyle ilgili gelişmeleri yazar. Yazarın savaşta dahi babasından istedikleri arasında gazete istediğini üst paragraflarda yazmıştık. Vetluga’da da gazeteleri takip eder. Kırım’da tanınmış Türkçü eğitimci İsmail Gaspralı Beyin çıkardığı “Tercüman gazetesi”ne abone olur. Havadis bölümündeki gelişmelerin kaynağı bu gazeteler ve çevresindeki duyduklarıdır.
Esaret zamanlarındaki tutulan günlükler ilk zamanlara göre daha düzenli bir şekilde yazılıp günlüğe daha fazla yer ayrılmış. Bu bölümdeki satırlarda duygu yoğunluğu dikkat çeker. Yazar, rüyalarını bile günlüğe kaydetmekten çekinmez. Esirliğin en hafifinin bile kabullenilemeyeceği vakıadır. Esarette iklim şartlarının zorluğu, gurbet, kişisel ve toplumsal gelecek kaygısı ve meşgalesizlik üst üste binince moraller bozulur. Günlüklerden hep bedbinlik, yeis, umutsuzluk ve hüzün dökülür. Bütün bunlara inat çıkış yolu olarak sık sık Tanrıya dua eder. Çoğu günlüğünün satırlarında dua vardır. 20 Eylül 1916 günlüğünün şöyle tamamlar: “Sen azametinle başka bir sulh-i umûminin akdine bir sebep acil halk eyle de sade biz değil bütün dünya kurtulsun.”(s.181)
Yazar, arkadaşlarıyla bol bol sohbet eder. Kendi aralarında sık sık söz dalaşı ve hatta kavga yaparlar. Geçmişten gelecekten zaman zaman konuşurlar. Dar çevredeki Türk esirlerin çoğunluğunun vaktini değerlendirmediğini, sabah akşam kendi deyimiyle “laklakiyât” ile geçirirler. Bazıları muhtelif kâğıt oyunu, satranç ve kumar oynarlar. Bazı Türk esirlerin olumlu hiçbir şey ile uğraşmadığı gibi, zamparalık yapmaya çalışır. Bunun faturası hep oradaki esir Türklere çıkar. Yazar, Türk milleti ve devletinin itibarını düşüren bu teşebbüslere ateş püskürür. Sık sık Ruslara kepaze olduk, der. Bu iğrendiği subayların dedikodu, fitne-fesad çıkardıklarını, bel altı muhabbet yaptıklarını açık yüreklilikle ifade eder. Önemli sayıdaki Türk esirlerinin ahlaksızlığı ve meşgalesizliği yüzünden kendi aralarında sürekli didiştiklerini, kavga ettiklerini söyler. Fuad Beyin bu konudaki özeleştirisini önemsiyorum: “…Ah yurdumuzda bize analarımız, babalarımız metin bir terbiye veremedikleri, mekteplerimizde terbiye-yi ictimâiyenin ne demek olduğu öğretilmedikleri için işte bugün şurada hepimiz bir yurdun evladı olduğumuz halde yirmi beşimizin de birbirleriyle imtizacı mümkün olmaktan sarf-ı nazar daima birbirimizi çekiştirmek ile vaktimiz geçiyor. Ah düşüncesizlik, meşgalesizlik bunun en mühim âmilidir. Ya rab sen bizi ıslah et…” (s.178)[2]
Mehmet Fuad Beyin günlükleri kişisel gelişim uzmanı gözüyle incelendiğinde ibretlik birçok dersler çıkarılabilir. Günlüklerde Fuad Beyin okul hayatının yarım kalması, gelecek kaygısı hep kendini hissettirir. İleriki yıllarda yarım kalan eğitimini nasıl tamamlayacağı ve hangi işi yapacağına dair hayallerinin gerçekleştiğine şahit oluyoruz.
Fuad bey ve birkaç arkadaşı yukarıdaki boşboğaz olarak günlerini geçiren esirlerden farklı olarak vaktini verimli bir şekilde geçirir. Hava şartları, materyal eksikliği, öğretmen yetersizliğine rağmen Rusça, Almanca ve Fransızca öğrenmek için resmen çırpınır. Çok düzenli bir şekilde ve profesyonelce olmasa da imkânlar ölçüsünde ders alırlar. Bu dilleri öğrenip geliştirirler. Esaret yaşamı sonrasında hükümetin Fransa’ya göndereceği kişiler arasında Mehmet Fuad Bey de vardır. Bunun tesadüf olmadığını söylemeye bile gerek yoktur herhalde. Yazar, Cumhuriyet döneminde birkaç dil bilen saygın bir mühendis olarak hayatını sürdürür. Yaşlı anamdan duyduğum bir darbı meseli Fuad Bey adeta kulak ardı etmeyip dinlemiş ve başarmıştır. “Bu Cuma gecesini kaçırdım diye yanma. Coşana Cuma gecesi çoktur. Yeter ki sen coşmaya bak.”
Son olarak merhum Mehmet Fuad Tokad’ın hikâyesi sadece kendi özel yaşamı olmaktan çıkmıştır. Eser bütün Mehmetlerin hikâyesi halini almıştır. Özgür Mehmetlerin(!) bugünkü halini anlamakta zorlananlara bu eseri salık verebilirim. Yazara Allahtan rahmet diler. Kitabı gün yüzüne çıkaranlara şükranlarımı sunarım.
[1] Mehmet Fuad Tokad, Kibrit Kutusundaki Sarıkamış-Sibirya Günlükleri, Yayına Hazırlayan: Jack Snowden, 304 sayfa, Aralık 2010, İstanbul, Timaş Yayınları.
[2] Şair-yazar Yahya Akengin, hatıralarında Moldova Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak gittiği Başkent Kişinev ve Komrad’taki izlenimlerini anlatırken “Gagauz Türkleri” hakkında bazı saptamalarda bulunur. Hristiyan Gagauzların konuştukları Türkçenin gayet iyi anlaşıldığını, Hıristiyan inançlarını İslam terminolojisi ile ifade ettiklerini, dikkat çekici bakış açısına sahip, önemli aydın ve bilim insanlarına sahip olduklarını söylediklerinden sonra -merhum Mehmet Fuad Tokad’ın parmak bastığı- Türklerin kötü alışkanlığının bunlarda da olduğunu şu cümlelerle ifade eder. “…Fakat birkaç gün sonra gördüm ki bu yüz elli bin Gagauz toplumunun içinde belki yüz elli hizip vardı. Herkes birbirinin aleyhinde, herkes birbirini çekiştirmekten geri kalmıyor. Sadece bu hal bile onların “Türk” olduğuna inanmam için yeterliydi.” (Yahya Akengin, “Bir Semaverlik Muhabbet: Biraz da Siz Beni Dinleyin Hâtıralar” s. 158, 2010, İstanbul, Bilgeoğuz Yayınları)