Erzurum Devlet Tiyatrosu bu hafta ADT tarafından sahnelenen Kış Gelmeden oyununa sahne olacak. Fürüzan’ın yazdığı Funda Mete’nin Yönettiği oyun, bugün ve Cuma günü saat 19:30’da, Cumartesi günü ise 14:00 ve 19.30’da sahnelenecek.
Usta Romancı Firuzan’ın kendi romanından oyunlaştırdığı “Kış Gelmeden” adlı oyun İstanbul’un zor yaşam koşullarına adapte olmaya çalışan bir ailenin, mutlu yuva beklentisinin boşa çıkması ve kış gelmeden umutların, isteklerin gerçekleşmesini anlatıyor.
Dekor - Giysi Tasarımı K. Töre Özsel, Işık Tasarımı Burhanettin Yazar, Dramaturgu Füruzan Tercan tarafından yapılan oyunda Yönetmen yardımcılığını Hülya Dizmen Yücel, Sahne amirliğini Emine Başaran Özkan, Kondüvitliği Soner Yücel, Suflözlüğü ise Fatma Kış gerçekleştiriyor. Oyunda Bahadır Karasu, Selma Bayraktargil, Özgür Keçeci, Özge Mirzalı rol alıyor.
Aile yapısı ve ailelerin olmayan hayatlardan kurtulması gerektiğinin sorgulandığı Kış Gelmeden Oyunu ile ilgili Ahmet Olcay tarafından yapılan DT Tiyatro Dergisinde yayımlanan bir söyleşi’de şunlar aktarılıyor:
DOĞRU TANI GEREKLİ
Kış Gelmeden oyunu,ikisi kız biri erkek üç kardeşin öksüz ve yetim kalışının ardından,büyük kızın yapmış olduğu başarısız evlilikle, kendi evinde kardeşlerine sahip çıkmasını ve bu çatı altında yaşanan mutsuzlukları konu ediyor.
Bizim olmayan hayatlardan kurtulmamız gerektiğini anlatamaya çalışan oyun, oyunla birlikte zihnimizde beliren sorular karşısında zihin açıcı değil.Bu sorulardan bazıları;var olan sevgi boşluğunu doldurmak kolay mı? Yeni hayatlar hangi özellikler taşırsa mutluluk getirir? Her şey para derken sadece mutluluk paraya mı bağlı? Paralı olup da o kadar mutsuz insana ne diyebiliriz? Ya da yokluk içinde olup da mutlu olanlara ne diyebiliriz? Bu sorulardan bazılarını tartışmaya açmak gerektiğine inanıyorum.
HER MUTSUZLUK YENİ HAYATLAR KOVALANARAK GİDERİLEBİLİR Mİ?
Mutsuzluklara karşı Kış Gelmeden oyununda yeni bir hayatı kurma kararı var.Tamam yeni hayatlar kovalamak güzel de; fark edemeden,nedenini bilemeden, asıl sorunlara tanı koyamadan bunu yapmaya kalkıyorsak, bu yeni hayat arayışı trajediye dönüşmez mi? Oyunda sorunların tanısı zayıf kalmış, yeni hayata adeta atlama var. Cesur olmak iyi de, boşa kılıç sallamak kötü.( Kuşkusuz yeni hayatları kovalamak da ya da kovalamamak da bazı mutsuzlukları doğurmada etkisi vardır.)
HER SORUN PARAYA BAĞLANABİLİR Mİ?
Paraya bağlanan sorunları pek derinlikli bulmuyorum.Burada sevgi eksikliği içinde bulunan insanlar var.Enişte zengin olup da cimri olmasaydı bu insanların içindeki sevgi açlığı giderilecek miydi? Bunu başka bir soruyla biraz daha açmaya çalışacak olursam,
ANNESİZ-BABASIZ ÇOCUKLUKTAN GELENLER,HANGİ DURUM İÇİNDE BULUNURLAR?
Anne ve babasız büyümenin ne demek olduğuna biraz kafa yorulmalıydı.Çünkü kahramanlarımızın böyle durumları var.Çocuk yuvalarına gidildiği zaman, en büyük ihtiyacın sevgi ve dokunma ihtiyacı olduğu görülür.
İnsanlar ne kadar büyürse büyüsün kendini hep anne ve babasına kanıtlama ihtiyacı hissederler.Okulda beş alan bir öğrenci önce anne ve babasına koşar.Varsa belki enişteye de gösterebilir.Yuvalardan, iyi bir aileye evlatlık verilen çocuklarda da, kendilerini üvey anne ve babasına kanıtlama hissi doğmaz. Var olan bu boşluk dolmuyor.Öyleyse kahramanlarımızın sorunlarını cimri bir enişteye ve düzenin aşıladığı hayallere indirmek eksik kalır. Anne ve baba sevginden yoksun kalanların, bu sevgi boşluklarını asla dolduramayacaklarına olan inancım,bu oyunla da değişmedi.
ÖYKÜNÜN TARİHÇESİ
Öykünün yazarı Füruzan,bu öyküsünü 1972 yılında yazmış.Metinde bu sorulara bugünün gözüyle artık yanıt verme şansı yok ama, tiyatro oyunları da sadece öykü aktarmak olmamalı.Zaten oyun iddialı da hazırlanmış.Bildiğim kadarıyla yazar Füruzan, uygulamalara fazlasıyla yardımcı olan bir yazar.
Annesiz babasız kalan üç kardeşin dramını kış gelmeden oyununda izlerken sevgisizliğin ne büyük bir boşluk olduğunu içimiz acıyarak görürüz.Ama bunu giderme karşısında yanıtlar beni pek doyurmadı.İki küçük kardeşe abla olarak annelik eden büyük abla Mehlika (Selda Özler),çocuk yapamadığından hem ablalık hem annelik güdülerini doyurmak için çaba harcar.Her iki duygusunu da doyuramaz.Çünkü bunu yaparken sorunların nedenini tam koyamaz.İzleyici de sorunların nedenini göremez.
YÜZLEŞME
Oyun yüzleşmeyi istiyor ama ne ile yüzleşeceğimizi tam olarak göremiyoruz.Oyunun sonunda kadın evi terk ederek fedakarlıktan kaçıp annelik güdülerini tatmin etmek için mi? Evlilikten duyduğu mutsuzluğunu gidermek için mi? yoksa kardeşini koruma iç güdüsüyle mi gider?belli değil.Bunların hepsi için gidiyor demek de çok zor.
Çocuklar aslında sevgi eksiklerini bazen dile getirseler de,örneğin Alişan ( Şıvan Binici) üstünü kasıtlı kirletiyor ki ablası ona dokunsun,böylece anne özlemini gidersin diye.Ama oyun sevgi açlığına vurgu yapmak yerine düzenin aşıladığı umutlara vurgu yapar.Oysa bu aşılanmanın nedeni de sevgi açlığıdır.Büyük abla Mehlika,kendisi de sevgisiz kalmış, boşluk içindedir.
Çocuklar evden kaçtığında Alişan kardeşine sarılarak içinde bulunduğu sevgi boşluğunun tüm acımasızlığını gösterir.Hangi sevgi eksikliğinden doğan bir boşluk olduğu da tam belli olmadığından, burada da zihin doyurucu bir şey yok.
Alişan’ın ağzından okuyamama sorununun çocuklardan kaynaklandığı duymak kabullenemeyeceğim bir yanlış.Nasıl ki suç işleyen çocuklarda en son suçlu yine aynı çocuklarsa, bir çocuğun okuyamaması sorununda da yine en son o çocuk suçludur.
OYUN KAREKTERLERİ
Namık (Hakan Özgömeç) karakteri doyurucu değil.Namık neden bu kadar paraya düşkün sorusunun cevabı oyunda gösterildiği kadar mı? Sadece para biriktirmek için mi cimri? Sorunun kendi geçmişiyle ve mesleğiyle ilişkisi nedir? Genellikle evlatları olmayan insanlar bencil kabul edilir.Gözlemlerim de böyle olduğuna inanmamı dayatıyor.Bunun doğru kabul edersek (tabi hepsi için geçerli olmamak şartıyla) bunun sebepleri konusunda yeterince derinliğe erişecek bilgi edinemedim.Toplumumuzda evlat biraz hayat sigortası olarak gösterildiğinden, evladı olmayanlar bu nedenle mi para biriktiriyor? Bu nedenle mi bencil olabiliyor?Ya da hayatlarında dokunma eksik kaldığından,bu eksiklik mi bencillik doğuruyor? Bu oyunla bu sorularımın yanıtını bulabileceğime inandım ama bulamadım.
Koro güzel düşünülmüş,güzel hazırlanmış. Koro insan yüzlerini maskelerle duyurmaya çalışmış.Ev dekorunu bozmadığı gibi vurgu yeri güzel olmuş.Son konuşmalarda görsel denge biraz bozuktu.
Dekor Murat Gülmez’e ait. Titizlikle ve oyun dönemine uygun
hazırlanmış.Bakımsız,sağlıksız,sahiplenilmeyen evin; bir aparmanın bodrum kattı olduğu oldukça açık görülüyor.Detaylar iyi hazırlanmış.Zil olsun, zilin sesi olsun,duvar üzerinden giden elektrik kablosu olsun, borular olsun hepsi döneme ve oyuna uygun yapılmış.Eşyalar ve aksesuarlar da öyle seçilmiş.Dikiş makinesi döneme uygun seçildiği gibi vurgu açısından yeri güzel ayarlanmış.Göze batan şeyler ise gazetelik ile duvardaki rafta bulunan aksesuar amaçlı eşyalar olmuş.Kendi döneminde günlük hayatta kullanılıyor olması gereken bakır bardak,bakır havan gibi eşyaların aksesuar olarak seçilmesi yanlış olmuş.Bunlar ancak günümüzde aksesuar olarak kullanılıyor.Zaten metinde de bunlar bakır eşyalar değildir.Gazete sehpası ise gıcır gıcır durup günümüzden herhangi bir gazetelik gibi.
Dekordaki pencere geçmişe döndüğünde açık,günümüze geldiğinde ise ince suntayla kapatılıyor.Güzel düşünülmüş bir detay.Hem evin bakımsızlığını,sahiplenilmediğini,insanların cimriliğini belirtirken hem de küçücük bir ayrıntıyla dekor günümüz ve geçmiş arasında başarıyla gidip gelebiliyor. Merdiven boşluğunda yankılanma da çok sahici,çok güzel.
Kostüm Günnur Orhon’a ait.Kostümler de titizlikle hazırlanmış.Alişan’ın gömlek kollarındaki yıpranmışlık,pantolonuna atılan kaba dikiş,giyilen kıyafetler, kullanılan mendil,ayaktaki çoraplar hep doğru yapılmış işler.Metindeki betimlemeleri görsel olarak görebiliyoruz. Yalnız bir çocuk izleyicinin Alişan’ın torbasına “benim yüzme çantamın aynısı” demesi garip.Hiç olmazsa +90 sayısı kazınabilirdi.
Işık İzzettin Biçer’e ait.Işık renkleri ve tonları gerçekçi oyunlara uygun.
Müzik Kemal Günüç’e ait.Müzikler döneme ve atmosfere uygun seçilmiş.
Mehlika rolünde Selda Özler mutsuzluğu,kardeşleriyle eşi arasında kalma durumunu,yaşadığı yoksulluk acısını,toplumumuzda kocaya itirazsız boynun bükmenin acısını güzel yansıttı.Anlık oluşan çelişkileri,anlık oluşan kaygıları göstermede yine başarılıydı.
Ayten rolünde Pınar Gün,haksızlığa karşı asi,Alişan’a karşı sevgi dolu olmada başarılıydı.Paylaşımcı bir kardeşi göstermede duygulandırıcı bir oyunculuk gördüm. Ayten’nin sorunlara karşı düzenin bak dediği gibi bir bakış taşıması acı.Bu bakışın kötü olduğunu görebiliyoruz ama,bunun yerine nasıl bakılması gerektiğini göremiyoruz.O da yeni bir hayata koştu ama koşarken düştü,kötü düştü. Alişan rolünde Şıvan Binici,insanlık özünü göstermede de,düzenin insanlar üzerinde doğurduğu acıları göstermede de çok başarılıydı.Yeni hayatlar denemede Ayten’e göre daha şanslı fakat O da başarısız.Son denemesi de başarılı olacak gibi gözükmüyor.
Namık rolünde Hakan Özgömeç,mutsuz,zalim,incelikten yoksun,cimri bir karakteri göstermede başarılıydı.Namık karakteri sanki bu oyuncumuzu da tatmin etmemiş gibi.Oyunun sonunda dönüşüyor mu dönüşmüyor mu belli değil.
Yönetmen Edip Tümerkan,öykü aktarmada kurduğu atmosfer başarılı.Daha oyunun girişinde bir mutsuzluk, bir sevgisizlik başarıyla gösterilmiş.Fakat,yukarıda tartışmak istediğim soruları giderme konusunda söyleyecekleri olmalıydı diye düşünüyorum.Arada da,oyun sonunda da izleyicilerin oyundan hiç bahsetmemesi de sanki bu nedenden dolayı.