Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Yaşar Ertaş, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Erzurum Şubesi’nin konuğu oldu. Prof.Dr. Ertaş, Osmanlıyı asırlarca yaşatan ilkeler ve kuvvetler hakkında konuştu.
Osmanlı devletinin yaşadığı çağda, gayr-i müslim tebaanın, seyyahların, Avrupalı devletlerin ve kilisenin Osmanlı Devleti’nin tüm inanç ve milletlerin huzurunu, barışını sağlamasını hayretle takip ettiklerini; ancak bilhassa kilisenin ve halkına zulmeden kralların kendi otoritelerinin sarsılmasına yol açacak olan Osmanlının barışından, medeniyetinden ve gücünden çekindikleri için Osmanlıyı barbar olarak göstermeye çalıştıklarının çok açık olduğunu ifade eden Prof.Dr. Mehmet Yaşar Ertaş sözlerine şöyle devam etti:
“Bundan yaklaşık 700 sene evvel önce Batı Anadolu’da Bizans sınırlarında küçük bir beylik olarak kurulmuş Osmanlı Devleti, dünya tarihinin az sayıdaki büyük medeniyetlerden birini oluşturmuştur. Osmanlı Devleti, coğrafî alanın genişliği, ömrünün uzunluğu, ülkesindeki kültürlerin çeşitliliği itibariyle dünya tarihinde benzersiz bir devlettir. Devletin sahipleri kendilerini “Devlet-i Aliyye, Devlet-i Al-i Osman” demişlerdir. Ancak devletin en ihtişamlı ismi “Devlet-i Aliyye-i Ebed Müddet”tir.
Hal böyleyken Avrupa merkezli tarih yazıcılığı Osmanlıları kenara ittiği gibi önemsiz bir medeniyetmiş gibi algılanmasına yol açmıştır. Ayrıca kuruluş, yükselme, duraklama ve gerileme gibi bir dönemlendirme ile yalnızca siyasi ve askeri gelişmelere dayalı yazılmış olan Osmanlı tarihi, hem Osmanlıları hem Osmanlı medeniyetini anlamamızı güçleştirmiştir. Maalesef tarihi yapanlar değil yazanlar biçimlendirir.
Michael Kiel’in ifadesiyle, yine milliyetçi akımların tesiriyle Yunanlılar, Bulgarlar, Araplar Osmanlı Devleti’ni ne yazık ki sömürgeci devlet olarak görmüşlerdir. Osmanlıyı Avrupa merkezli tarih yazıcılığı barbar, yıkıcı, despot, durağan, modernlikten uzak, akla ve bilime önem vermeyen, sevk ve safaya düşkün, haremiyle öne çıkan bir devlet olarak öne çıkarır ki Türkiye’de de maalesef Osmanlı’yı böyle gören azımsanmayacak sayıda bir çevre var. Batının Osmanlı imajının zihinsel arka planında Attila ile başlayan Türk göçlerinin oluşturduğu korku, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsında oluşmuş İslam/ Müslüman algısının kilisenin otoritesini ve kitleler üzerinde tesirini yok edeceği endişesi.
Bugün Türkiye’de Avrupa zihninde oluşturulmuş Osmanlı algısına sahip geniş bir kitle varken diğer taraftan Osmanlı’yı hatasız, mükemmel, bir asr-ı saadet gibi gören kesim vardır. Peki, esasında Osmanlılar kimdir?
Üç kıtaya yayılmış, tek bir hanedan tarafından idare edilen dünyanın en uzun ömürlü devletidir. Türk-İslam tarihinin zirve çağıdır. Osmanlılar gökten paraşütle inmiş ve bir anda ortaya çıkmış köksüz bir devlet değil, aksine Orta Asya Türk devlet geleneğine sahip, İslam coğrafyasından beslenen ve Bizans’ın tecrübelerinden de temerküz etmiş bir devlettir. Orta Asya’dan Orta Avrupa’ya, Akdeniz ve Mezopotamya havzasına kadar geniş bir coğrafyanın tüm değerlerini yeniden bir şekle koyarak ihya eden bir medeniyettir. Tek bir Osmanlı yoktur, bu geniş coğrafyada Kuruluştan yıkılışa zaman içinde Macaristan’dan Yemen’e geniş coğrafyada değişen uygulamaları ve pratikleri olan, farklılıkları içinde barındıran bir devlettir. Mimari, sanat, dil, din noktasında Müslüman, Hıristiyan, Şia, yerleşik, göçebe birçok topluluğu barış içerisinde idare eden sistemin adıdır Osmanlı medeniyeti.
Osmanlı devletinin uzun yaşamasının sırlarını şöyle sıralayabiliriz: Daire-i adalet, zillullah fi’l-arz (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) hükümdar ve asker ve reayadan müteşekkil toplumsal yapıdan oluşan Osmanlı devlet ve siyaset anlayışı; farklılıkların Osmanlı barışı (Pax Ottomanio) içerisinde varlıklarını sürdürebilmeleri, devrin şartlarına uyum sağlama becerisi, rasyonel devlet idaresi, güçlü bir ordu ve savaş becerisi Devlet kural koyar, kuralları uygular ve anlaşmazlıkları çözer. Güçlü devlet reayayı koruyan, himaye eden devlet anlayışı hâkimdir Osmanlıda. Osmanlıyı aynı tarihlerdeki Avrupa’yla karşılaştıran seyyahlar da Osmanlının insana ve farklılıklara verdiği değere şaşırırlar ve bu tespitlerini eserlerinde dile getirirler. Avrupa’da farklı mezhepten olanların bile öldürüldüğü yıllarda Osmanlıda her dinin mensubu kendi inancını rahatlıkla yaşamaktadır. Hanedanın uzun yaşamasının sırrını ise üç ana başlıkta verebiliriz. Kul sistemi, harem sistemi, kardeş katli Reayayı yani halkı kendisine Allah’ın emaneti olarak gören Osmanlı halkın yaşatılması, barışın ve devletin korunması için bir müddet kardeş katlini uygulamıştır. Dışarıdan akrabalık olup hanedanlığın dağılma riskini doğurmasın diye harem içinde evlenme kuralını uygulamıştır. Ayrıca; Osmanlı Devleti kendisinden önceki Türk devletlerinin devamı olduğu gibi, birçok kurumsal yapısıyla Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı Devleti’nin devamıdır.”