Garip bir ülkeyiz vesselam... Bir yandan "gitsinler" diye bas bas bağırıyoruz, diğer yandan kırsal kesimde çoban bulamıyoruz. Hani şu bizim memleketin "asil" evlatları var ya, bir sorun bakalım kaç tanesi çobanlık yapmaya razı...
Geçen gün bir kahvede denk geldim böyle bir muhabbete. Delikanlının biri "mülteciler gitsin" diye höykürüyor. "Peki kardeşim" dedim, "sen çobanlık yapar mısın?" Suratıma öyle bir bakış attı ki, sanki hakaret etmişim gibi...
Tarım işçiliği mi? Hık... Çay, fındık toplama mı? Yok... Sanayi, inşaat, ağır işler mi? Allah korusun(!)
E peki kim yapacak bu işleri aziz kardeşim? Tabii ki Afganlar, Türkmenler, Gürcüler, Suriyeliler...
***
Enteresan olan şu ki, aynı ağızlar "işsiziz, açız" diye de feryat ediyor. Ama iş beğenmiyoruz. İlla devlette masa başı, vardiyasız, 9-5 çalışma saatleri... Sanki babadan kalma miras gibi...
Bizimkiler nedense hep "beyaz yakalı" olmak peşinde. Ama unuttuğumuz bir şey var: Her toplumda birileri bu "zor" işleri yapmak zorunda. Yoksa çarklar dönmez.
***
Rahmetli dedem derdi ki: "Oğlum, iş ayıbı olmaz, işsizlik ayıptır." Ama biz şimdi öyle bir noktaya geldik ki, bazı meslekleri kendimize yakıştıramıyoruz bile.
Sonra da dönüp dolaşıp aynı nakarata geliyoruz: "Gitsinler!"
E gitsinler de... Kim yapacak bu işleri?
Atalarımızın güzel bir sözü var: "Sen ağa, ben ağa... İnekleri kim sağa?"
İşte tam da bu noktadayız...
Not: Bu yazıyı okuyan bazı "hassas" arkadaşlar alınabilir. Ama gerçekler acıdır. Önce kendimize bir ayna tutalım, sonra konuşalım.