Geçen gün, eski dostum Hüseyin Hoca'yla çıktık yola. Ankara'dan İstanbul'a gidiyoruz. Yolda sohbet koyulaştı, laf lafı açtı derken konu döndü dolaştı, geldi dilimize dayandı.
Hoca dert yanıyor: "Bak şu hâlimize. Dilimiz elden gidiyor, farkında mısın?"
"Nasıl yani Hocam?" dedim, merakla.
"Dinle," dedi ve başladı anlatmaya:
"Eskiden ne güzel 'sıhhat' derdik, şimdi 'sağlık' oldu. Halbuki sağ olmak sadece hayatta olmak demek. Hasta da sağdır ama sıhhatli değildir."
Hoca'nın sözleri beni düşündürdü. Haklıydı. Dilimizin inceliklerini kaybediyoruz sanki.
Devam etti: "Bir de şu 'katkı' meselesi var. Eskiden 'ilâve' derdik, 'destek' derdik, 'iştirak' derdik. Her birinin ayrı bir mânâsı vardı. Şimdi hepsini 'katkı' diye geçiştiriyoruz."
Yol boyunca Hoca anlattı, ben dinledim. "Bilimsel" yerine "ilmî", "kanıtlamak" yerine "ispat etmek", "uygulamak" yerine "tatbik etmek"... Her kelimede ayrı bir hikmet, ayrı bir derinlik vardı sanki.
En çok da şu "-sal, -sel" ekine takıldı Hocam. "Kardeşim," dedi, "bizim dilimizde böyle bir ek yok aslında. Ecnebiden görmüşler, uydurup kullanmaya başlamışlar. Şimdi bir de bakmışsın ki 'tüzel', 'sözel' diye kelimeler türemiş."
İstanbul'a vardığımızda kafam karışmıştı. Bir yanda dilimizin zenginliği, diğer yanda onu koruyamama endişesi...
Sevgili okurlarım, bu yolculuk bana çok şey öğretti. Dilimiz, kimliğimizdir. Onu korumak, yaşatmak hepimizin vazifesi.
Hüseyin Hoca'nın dediği gibi: "Türkçemize sahip çıkalım."
Ne dersiniz, siz de katılıyor musunuz bu fikre? Yoksa dil yaşayan bir varlık, değişmesi kaçınılmaz mı diyorsunuz?
Bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Hadi, bana yazın...