Tuncay Bekar – AA/ Türklerin tarih sahnesine çıktığı andan itibaren, konar göçer yaşam tarzlarının gereği olarak kültürlerinde görülen ve halen Anadolu'da hayvancılık yapanlarca sürdürülen yaylalara göç, bu ay başlıyor.
YAYLA KENT ERZURUM
Yayla kent olarak vasıflandırılan Erzurum’da, Yaylaları turizme kazandırılmasa da, yayla kültürü geleneksel ölçülerde ve korunarak yaşatılıyor. Şenkaya Bardız’a bağlı köylerde Mayıs ayıyla birlikte köylerden yaylalara göç hareketi başladı. Olur’da yayla göçleri sürüyor. Yayla varlığının fazla olduğu İspir ve Oltu’da da yaylalar üç aylık süreçte köylerden gelecek konuklarını ağırlamaya hazırlanıyor.
TÜRKLERİN YAYLA KÜLTÜRÜ
Tarihte Türk neslinin konar göçer olan yaşam tarzını belirleyen, zamanla, zorluğu, ekonomik sıkıntılar ve modern yaşama olan hevesin de etkisiyle vazgeçilmeye başlanan hayvancılık, halen Toroslar'daki Yörükler ile Anadolu'nun bazı bölgelerindeki insanlarca yaşatılmaya çalışılıyor.
Bir çok insanın sadece Kurban Bayramı'nda kurbanlık almak için anımsadığı çobanlar ile hayvan besleyenler, yağmur, kar, soğuk hava, besin bulma sıkıntısı gibi nedenlerle koyun, inek ve keçilerinin bakımının zor olduğu kış mevsimini geride bırakmanın mutluluğunu yaşıyor.
Artık yünlü derisi, vücudunun yağlı olmasının etkisiyle sıcaktan bunalmaya başlayan ve sıcak havanın etkisiyle rakımı az olan bölgelerdeki çayırlarda otlamayan koyunların yaylaya gitme heyecanını yüreklerinde köylüler, yaylalara göçe hazırlanıyor.
DOĞU KARADENİZ’DE YAYLA KÜLTÜRÜ
Özellikle Mayıs ayında Doğu Karadeniz'deki köylerde ve deniz seviyesine yakın bölgelerdeki alanlarda, otlak olmasına rağmen sıcak hava yüzünden otlamayan koyunlar, hayvancıları otun daha az ama sıcaklığın koyun ve ineklerin beslenmesine daha uygun olduğu dağlardaki yaylalara göç etmeye zorluyor. Bu nedenle hayvancılıkla uğraşan insanlar, artık yaylalara çıkmak için hastalıklara karşı koyunlarını ve ineklerini aşılamaya, süslemeye ve yayladaki yaşamlarında kendilerine, hayvanlarına gerekli yiyecekleri hazırlamaya başladı.
Yayladaki keliflerinde (yayla evi) kendilerine gerekli olan eşyayı da hazırlamaya başlayan hayvancılar, bu ay sonuna doğru, koyun, inek ve keçilerini yanlarına alarak, rakımı az olan alanlardan dağların zirvesine doğru yola koyulacak.
YAYLA YOLLARI ŞENLENECEK
Bu nedenle nisan ayının sonlarında Akdeniz'in Torosları'na çıkan Yörükler dışında Doğu Anadolu'nun, Güneydoğu Anadolu'nun ve Karadeniz'in yaylalarına çıkılan yollarda da koyun, kuzu, inek ve keçiler ile bu hayvanların bekçisi olan köpeklerin sesleri duyulacak.
Anadolu'nun her yöresinde farklı bir anlam ifade eden yaylalara göç, Doğu Karadeniz'de bir başka anlam buluyor. Çünkü bu bölgede hayvan besleyenler koyun, kuzu, keçi ve ineklerini alarak fındık ve çay bahçeleri ile süslü, rakımı az ancak sıcaklığı fazla olan köylerinden ayrılıp sıcaklığı az ama hayvanların otlamasına daha uygun olan yaylalara göç etmek için uzun bir yolculuğu çıkacak.
100 KİLOMETREYİ BULAN YAYA YOLCULUK
Doğu Karadeniz'de sahile yakın köylerden, Zigana Dağı çevresine ya da bölgedeki diğer dağlardaki yaylalara yapılan yolculuk, zaman zaman 100 kilometreyi buluyor. Büyükbaş hayvan besleyenlerin genellikle hayvanlarını da koydukları kamyonlarla yaptığı bu yolculuk, küçükbaş hayvan besleyenler tarafından yaya olarak gerçekleştiriliyor.
Koyun ve kuzularıyla köyden yaylalara kadar yürüyen çobanlar, ladin başta olmak üzere değişik çam ağaçlarıyla kaplı, yeşilin her tonuyla kaplı ormanların içinden, bazen geyik ve karacaların ürkek bakışları arasından, bazen de ayı, çakal, kurt ve tilkilerden koyunlarını sakınarak, gürül gürül akan derelerden yaylalara doğru çıkacak.
''AH GENE GELDİ YAZ BAŞLARI, ERİR DAĞLARIN KARLARI''
Yaz başı denen bu dönemde Doğu Karadeniz'deki yaylalara çıkmaya hazırlanan vatandaşlar, yaylada hayvanlarına saldırma ihtimali bulunan kurt ve ayı tehlikesine rağmen, koyun ve ineklerinin otlaklara kavuşmasının da etkisiyle ''Ah yine geldi yaz başları, erir dağların karları, hastalara şifadır Trabzon yaylaları'' türküsünü mırıldanıyor.
Aslında oksijenin bol alması, kent yaşantısının stresinin bulunmaması ve yemyeşil çimenlerde çocukların kuzular gibi oynamasına imkan sağlaması açısından başlı başına bir moral, sağlık kaynağı ve hastalar için şifa olan yaylalara göç etme geleneği Türk tarihinin vazgeçilmez bir unsuru.
Tarih sahnesine çıktıkları anda ve özellikle hayvancılıkla tanıştıkları zaman yaylalara göç etmek bir zorunluluktu Türkler için. Çünkü bitki örtüsü bozkır olan Orta Asya'da yaşayan Türklerin yaşam tarzları hayvancılık ve dolayısıyla konargöçerlik üzerine kurulu idi.
YOLCULUK BU AY BAŞLIYOR
Bu yaşam tarzının sonucu olarak da Türkler, mayıs ayı sonu ya da haziran ayı başlarında sıcaklığın etkisiyle kuruyan bozkırlarda, hayvanlarına otlak bulmak için yemyeşil otların çıktığı daha yükseklere gitmek zorunda kalıyordu.
Geçmişte yazın yaylada kalarak hayvanlarını besleyen Türkler, havaların soğumaya başlamasıyla koyun ve ineklerinin beslenmesine daha uygun olan, az rakımlı bölgelere iniyordu.
Yazın çıkılan alanlara ''yaylak'', kışın inilen bölgelere de ''kışlak'' denilen bu kültürde Türkler, yaylalarda hayvanlarından elde ettikleri yağ, peynir ve yün gibi ürünlerini, göç yollarında kurulan panayırlarda satarak kışlık ihtiyaçlarını karşılıyordu.
Tarihte yaşamlarını ''konargöçer'' denilen bu tarzda sürdüren Türklerin bu yaşam şekli günümüzde halen Türkiye'nin belli bölgelerinde devam ettiriliyor.
Havaların ısınmaya başlamasıyla yaylalara göç etme geleneğini halen sürdüren Doğu Karadeniz'deki hayvancılıkla uğraşan kişilerin, 10 Mayıstan itibaren yaylara göçü sürüyor.
YAYLA KÜLTÜRÜ ORTAASYA’DAN GELİYOR
Türklerin Orta Asya'daki yaşam tarzlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan ve asırlardır süren yayla göçüne hazırlanan Doğu Karadeniz'deki çobanlar ve hayvancılıkla uğrayan kişiler, yayla göçlerine ilişkin AA muhabirinin sorularını yanıtladı.
Trabzon'un Maçka ilçesinin Coşandere köyünde, emekli olduktan sonra inek besiciliği yapan Ahmet Aydemir, Türklerin Orta Asya'dan itibaren sürdürdükleri yaylaya göç etme geleneğinin Doğu Karadeniz'de halen yaşatıldığını söyledi.
Doğu Karadeniz'deki yayla göçlerinin Mayıs ayının 10'undan itibaren başladığını ifade eden Aydemir, koyun, keçi ve ineği olan insanların, dağların eteklerinde olan rakımı yüksek yaylalardan önce hayvanlarıyla rakımı az olan mezralara çıktıklarını anlattı.
Aydemir, mezraların yayla ile deniz seviyesine yakın olan köyler arasındaki alanlar olduğunu belirterek, ''Hayvanları kalabalık olanlar önce mezraya, sonra yaylaya çıkıyor. Ama artık eski hayvan kalabalığı yok'' dedi.
HAYVAN VARLIĞI KORUNUYOR
Hayvanlara otlak bulmak için yaylaya göç edildiğini belirten Aydemir, şunları söyledi:
''Yaylaların otlakları daha iyi ve geniş alanlar olduğu için mayıs ayının 10'undan sonra yaylaya çıkıyoruz. Şimdi köylerde o kadar geniş otlaklar olmadığından köylüler yaylada hayvanlarına daha rahat otlak buluyor. Havaların ısınmasının da yaylaya göçte etkisi var. Havalar ısındığı zaman yayla göçleri 10-15 gün erken başlar. Havalar sıcak olduğu zaman deniz seviyesine yakın olan bölgelerde sıcaklık dolayısıyla hayvanlar iyi otlayamıyor. Yaylalar büyükbaş ve küçükbaş hayvan için daha uygundur. Havası daha serin olur. Havalar sıcak olsa dahi hayvanlar bunalmıyor.''
SONBAHARDA KIŞLAKLARA İNİLECEK
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hikmet Öksüz, Türklerin tarih sahnesine çıktığı andan itibaren konargöçer yaşam tarzlarının gereği olarak kültürlerinde görülen yayla göçlerine ilişkin, ''Orta Asya'dan Anadolu'ya intikal eden bu gelenek halen kendisini gösteriyor'' dedi.
TÜRK KÜLTÜRÜ VE YAYLACILIK
Prof. Dr. Öksüz, yaptığı açıklamada, Türk kültüründe göçebelikten ziyade bir konargöçerliğin söz konusu olduğunu, tarihte Türklerin yaşamının kışlak ve yaylak üzerine kurulduğunu, özellikle ekonominin tarıma ve hayvancılığa dayandığı dönemde bunun elzem bir durum olduğunu söyledi.
YAYLA GÖÇÜ ORTAASYA’DAN BAŞLADI
Orta Asya'da Türklerin yaşadığı coğrafyanın bozkır olması yüzünden özellikle küçükbaş hayvanları bakmak ve bunlardan geçim temin etmek için yaylaya çıkmanın şart olduğunu ifade eden Prof. Dr. Öksüz, şunları kaydetti:
''Yaylaya göçümüz, esasında Orta Asya'da başlamış ve halen devam ediyor. Orta Asya'da Türklerin yaşadığı alan 1000 ve 2000 rakımı arasındaydı. Bitki örtüsünün bozkır olması dolayısıyla yaz gelince yükseğe çıkıp hayvanlarınıza otlak bulmak zorundaydınız. Kış yaklaştığında da rakımı küçük olan kışlak bölgelerine inmek mecburiyetindeydiniz. Çünkü yaşamınızın en temel enstrümanı, hayatınızın en büyük parçası olan küçükbaş hayvanlardır o dönem. Bu nedenle onlara otlak bulmak zorundasınız. Yıl 12 ay, bu hayvanları kapalı mekanlarda yaşatamazsınız.''
YAYLAK VE KIŞLAK GELENEĞİ
Prof. Dr. Öksüz, Orta Asya'da yaylaklara çıkan Türklerin bir süre sonra kışlaklara indiğini belirterek, şöyle devam etti: ''Orta Asya'da yaylaklara çıkan Türkler, hayvanlardan yağ, peynir, süt, yün gibi ürünler elde ederdi. Yaklaşık 3, 3.5 ay yaylaklarda kalıp sonbahara doğru kışlaklara inen Türkler, yaylaklarda hayvanlardan elde edilen ürünleri, göç yollarında kurulan panayırlarda satarak başka ihtiyaçlarını karşılardı ve kışlık ihtiyaçlarını büyük ölçüde bu panayırlarda temin edip kışlık mekanlara yerleşirdi. Orta Asya'dan Anadolu'ya intikal eden bu gelenek, halen kendisini gösteriyor.''
Türklerin ilk olarak yaylalara çıktığı dönem için bir tarih vermenin çok zor olduğunu ifade eden Prof. Dr. Öksüz, ''Çünkü buna yanıt vermek için, 'Türk ne zaman tarih sahnesine çıkıyor' sorusuna cevap bulmak lazım. Türkün tarih sahnesine çıktığı andan itibaren bu gelenek var'' diye konuştu.
VARGEL ÇİÇEKLERİ ÇAĞIRIYOR
Prof. Dr. Öksüz, bu geleneğin bugün Doğu Karadeniz'de, Doğu Anadolu'da ve Akdeniz'in Toroslar'ında yaşadığını bildirerek, şunları söyledi: ''Doğu Karadeniz'deki yaylalarda, 'vargel', 'vargit' çiçekleri vardır. Vargel çiçeği açtığı zaman yaylaya gidilir, vargit çiçekleri açtığı zaman da yayladan göç edilir. Vargit çiçeklerinin açması 'soğuklar başlıyor, artık göç vakti gelmiştir' anlamına gelir ve ona göre bir hazırlık yapılır yaylada, ardından kışlık mekanlara doğru inilir. Vargel çiçekleri açtığı zaman da 'sıcaklar başlıyor' demektir ve kışlaklardan yaylalara göç edilir.''
YÖRÜKLER
Yaylak ve kışlaklara göçün belirli ritüelleri de olduğunu ifade eden Prof. Dr. Öksüz, mayıs sonu ve haziran başlarında merasimlerle yaylalara göç edildiğini bildirdi.
Yaylak ya da kışlaklara göç etme geleneğinin tamamen konargöçer yaşantının bir sonucu olduğunu belirten Prof. Dr. Öksüz, ''Bu geleneğin özelliklerini günümüzde Doğu Karadeniz'de, Doğu Anadolu'da, Toroslar'da görüyoruz. Halen Toroslor'da Yörükler'in geleneksel tarzlarını, çadırlarını bozmadan bunu yaşattıklarını görüyoruz'' dedi.
Yaylalara göçün Türkler'de bir yaşam tarzı olduğuna dikkati çeken Öksüz, ''Bugün Doğu Anadolu'da, Toroslar'da Yörükler hala bu geleneği ilk günkü özellikleriyle sürdürüyorsa bu yaşamlarının parçası olduğu içindir. Yoksa 'sadece seromonik olarak devam etsin' diye yaylalara göç yapılmıyor'' diye konuştu.
ORTA ASYA'DAN ANADOLU'YA GÖÇÜN BİR NEDENİ: HAYVANCILIK
Prof. Dr. Öksüz, Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya göç etmesinin bir nedeninin de hayvanlarına otlak bulmak olduğunu bildirerek, şöyle devam etti: ''Mesela Selçuklular'a bakıyoruz, Anadolu kapılarını Türklere açan boy. Oğuzlar'ın 24 boyundan biri olan Kınık boyuna mensupturlar. Selçuklular'ın önder kadrolarından bir keşif kolu gelir önce Anadolu'ya. Biz Anadolu'nun kapılarının 1071 Malazgirt Zaferi ile Türklere açıldığını zannederiz ama Selçuklu Devleti'nin kurucusu Tuğrul Bey'in ağabeyi Çağrı Bey, 1018'de bir kafile ile Doğu Anadolu'ya gelir. Dönüşünde siyasi liderlik Tuğrul Bey'de olduğu için ona bir rapor verir ve der ki 'Bu coğrafya, bize uygun bir coğrafyadır. Bizim hayvanlarımıza ve insanımıza açık bir coğrafyadır ve dolayısıyla bu coğrafyayı yurt edinebiliriz.'
Bu rapordan sonra 1048'de Erzurum Hasankale bölgesinde yapılan Pasinler Savaşı ile Bizans yenilir ve Türk boyları Anadolu'ya girmeye başlar, arkasından 1071 Malazgirt Zaferi ile bu coğrafya ebedi olarak Türk yurdu haline getirilir.''
GÖÇ EDERKEN HAYVANLARI SÜSLENME NEDENİ
Prof. Dr. Öksüz, yaylalara göç sırasında küçükbaş ve büyükbaş hayvanların süslenmesine de değinerek, şöyle dedi: ''Bu, insanların o hayvanlara verdiği değerle alakalıdır. Özellikle Türklerde koç önemli bir figürdür. Doğu Karadeniz'de eski ahşap binaların giriş kapılarına koç boynuzlarını asarız. Bu Türk töresinde gücü, hakimiyeti sembolize ediyor ve düşmana karşı bir güç gösteresidir. Koyun ve koç figürünün bizim Türk kültüründe önemli özellikleri vardır. Koyun pek çok devletin adı da olmuştur. Karakoyunlular, Akkoyunlular buna bir örnektir.''
Koyunun, konargöçerliğin Türklerin yaşam tarzı ve inançlarının belirlenmesinde de etken olduğunu ifade eden Prof. Dr. Öksüz, ''Iğdır'da koç başlı mezar taşları çok görülür, bunu Tunceli'de de Erzincan'da da görürsünüz. Doğu Anadolu havzası bu kültürün en belirgin şekilde yaşadığı, görüldüğü havzadır. Dolayısıyla yaşadığınız hayvanlar sizin kültürünüze, inancınıza da sirayet ediyor. Koç başlı mezarlarla bunu görmek mümkün'' diye konuştu.
TARİHSEL GELENEĞİN KAYNAĞI HAYVANCILIK BİTMEK ÜZERE
Prof. Dr. Öksüz, konargöçer kültürün temelini oluşturan hayvancılığın bugün yanlış politikalar yüzünden bitme noktasına geldiğini söyledi. Hayvancılığın bitmeye başlamasında kırsal kesimden özellikle Türkiye'nin batısındaki kentlere göçün de etkili olduğunu belirten Prof. Dr. Öksüz, ''Eskiden yaylalara çıkıldığında özellikle küçükbaş hayvanların odaklandığı alanlar, bütün tepelerin, dağların yamaçları öbek öbek beyazlıklarla kaplıydı. Bugün maalesef bunu görmek mümkün değil'' dedi.