Önce edebinle konuş.Yağcılık,taklacılık yapma,pohpohlama,avukatlık yapma.Beni imtihan etmen,senin ağzının kârı değil.
Benim mesleğimi öğrensen ağzın uçuklar.Ben 4000 üniversiteyi tek tek biliyorum.193 ülkede,9299 üniversite var bunların da hepsi benim bilgimde.Yurt dışındaki o üniversiteler para alıyorlar.Oxford'un harcı 30.bin dolar ama orada 130 ülkeden 19.000 öğrenci eğitim görüyor.Senin üniversitelerin de o seviyeye gelsinler seninkilere de o parayı verirler.Adamlar gece-gündüz çalışarak o seviyeye geldiler.
Seninkiler gibi yatarak değil. Senin
üniversitelerinde eğitim sistemi “akşam ezberle-sabah yaz-yarın unut”.Onların ki ise “araştır-öğren ve kullan” şeklinde.
Unutma ki en etkili ve kalıcı eğitim, yaparak öğrenmektir. Bugün dünyada bilgi bollaşırken, bilgiye ulaşma kolaylaşırken, yaratıcılık ve bilgiyi kullanma becerisi ön plana çıkmaktadır.Üniversiteler, bilgi aktarılan/belletilen yer değil, bilgi üretilen ve araştırma yapılan yerlerdir.
Senin üniversitelerin birinciyi yapıyorlar. Üniversiteler özellikle yerel sorunlarda odaklanıp otorite konumuna gelmelidirler.
Üniversiteler çok fazla alana yayılmak yerine,sorun olan, talep olan, ilgi duyulan veya fırsat olarak algılanan belli konularda uzmanlaşma yoluna gitmelidir.
“Önce kaynak sonra iş” yaklaşımı yerine, önce iş ve arkasından bu işin sağladığı kaynak modeli kullanılmalıdır.Ama senin üniversitelerin,önce kaynak sonra işi tercih ediyorlar.Oxford ve diğerleri ise önce işi, sonra onun sağladığı kaynağı buluyorlar,30.000 dolar da harcı alıyorlar.
Senin üniversitelerinde ihtisaslaşma yoktur.
Üniversitelerde çağdaş, güncel, özgün ve kaliteli ders kitapları üretilmelidir.Bu seninkilerde yoktur. Bilimsellikte liyakat sistemi çok önemlidir.Seninkiler gibi,
“tekkeyi bekleyen çorbayı içer” yöntemi uygulanmıyor. Mesela ABD’de üniversite öğretim üyeleri sanayi ile içli dışlıdırlar.
Dışarıdan iş alabilmektedirler. İş alamayan öğretim üyeleri ABD’de önce ikaz edilmekte, sonra sözleşmeleri yenilenmemektedir.Senin üniversitelerinde böyle bir şey yoktur.
Sanayici,öğretim üyelerine güvenmemektedirler.ABD ve gelişmiş ülkelerde
proflar haftada 2 saat derse girerler,diğer zamanlarını araştırmaya,projeye, icata ayırırlar.Sende ise proflar 25 saat derse girerler sırf ücret almak için.Araştırma yoktur. Bu ülkede akademisyenlerin tek amacı,akademik olarak en kısa sürede ilerlemek ve yöneticilik pozisyonları kapmaktır.Yayın yapmak, bilgiyi paylaşmak ve yaygınlaştırmak açısından, yapılan yayının neye yaradığını, bir ürüne dönüşüp dönüşmediğini izlemek önceliği seninkilerde yoktur.Bu ülke üniversitelerinde kaliteli yayından ziyade yayın sayısı önem kazanmış durumdadır. “Yayın olsun da ne olursa olsun” anlayışı doğru değildir, çok yanlış bir zihniyettir ama seninkilerde bu vardır.Unutma,teknolojiye dönüşmeyen, toplumun gelişmesine katkısı olmayan, bilimin temellerini sorgulamayan yayınların hiçbir önemi yoktur.Senin üniversite kütüphanelerin içler acısı durumdadır.Mesela
Harvard’ta 17, Berkley’de 13 ve Stanford’ta 14 milyon kitap varken senin üniversitelerin kütüphanelerindeki toplam kitap sayısı 3 milyonu bulmamaktadır.En iyisinde bu rakam 100 ile 300 bin arasındadır.Ülkemizde kırk yıldır Pasif Öğretme Sistemi (PÖS); yani öğretim üyelerinin konuları öğrencilere anlatması, daha sonra da anlatılanların sınanması sistemi uygulanmaktadır.Efendi efendi,bu yöntem, az gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerde kullanılan en verimsiz,en az etkili ve fakat en yaygın kullanılan eğitim sistemidir.İşte senin üniversitelerin durumu budur. ABD ve diğer gelişmiş ülkeler ise Aktif Öğrenme Sistemini (AÖS) kullanmaktadır. Bu sistem bir konuyu en iyi öğrenme yolu,yaparak öğrenmektir.Pasif öğretme, eğiticilerin işine daha fazla gelmektedir.Seninkilerde olduğu gibi. Halbuki,eğitimde süre değil,edinilen bilgi önemli olunmalı ve bu ölçülmelidir.Kısaca, eğitimde sayıdan (nicelik) ziyade kalite (nitelik) daha önemli olmalıdır.Sendeki gibi lise seviyesinde üniversite kurmak değil.Unutma ki bilgi çağında yapılan işlere bilgi katmadıkça sürdürülebilir kalkınma hayaldir. Dünyada ileri teknolojik mal/hizmetlerde fiyatlar maliyet ve kârın toplamıyla oluşmaktadır.Seninkilerde ise teknoloji üretmek ve satmak hayaldir.
Ülkemizin kalkınma stratejisi,teknoloji üretimine dayanmalıdır.Çünkü,Teknoloji sadece ekonomiyi değil, ülkenin saygınlığını, siyasi gücünü ve dünyada söz sahibi olunmasını da etkiler. Teknoloji inovasyonu; inovasyon (yenilik yaratmak), değer yaratmayı ve değer yaratma, ekonomik kalkınma ve refahı getirmektedir. Teknolojiyi geliştirmek için ilk önce eğitim sistemi yeniden düzenlenmelidir. İlk ve orta ögretimde, Fen ve Matematik ağırlıklı bir eğitim, meslek liselerinde teknik ve uygulamalı eğitim, üniversitelerde ihtisaslaşmış mühendislik eğitimi verilmelidir.Ama maalesef bu ülkede bunlar yoktur. Bu ülkede bilgiyi kullanarak katma değer yaratmak, para kazanmak ve üretim yapmak pek önemsenmemektedir.
Tutamadığımız,göremediğimiz, tartamadığımız,
ölçemediğimiz soyut nesnelere (bilgi, bilim, yazılım, teknoloji, Ar-Ge, Ür-Ge, patent v.s.’ye) fazla değer vermemekteyiz.
Biz Milleti olarak ev, araba, arsa, ofis, dükkan, makine, fabrika v.s. gibi somut elle tutulur, gözle görülür, kiralanabilir, gösterişli şeyleri sever ve değer veririz.
Unutma,bir ülkede dış ticaret açığının büyümesi rekabet gücünün azaldığının göstergesidir. Ülkemizin dış ticaret açığı her yıl artmaktadır.Rekabet üstünlüğü yakalamak için farklılık, yenilik, yaratıcılık ve inovasyon gereklidir.
Şurası gerçektir ki Türkiye,AB'nin, araştırma için ayrılan 54 milyar Euro’luk FP6 bütçesinden Birliğe verdiği katılım bedelinin ancak %20’sini geri almayı başarabilmiştir. Türkiye’den AB’ye desteklenmek için önerilen 10 projeden 7’si reddedilmiştir. Bu veriler bizim uluslararası araştırmalar konusunda çok geride kaldığımızı göstermektedir. Bizde öğretim üyeleri,daha fazla ders vermek daha fazla ücret almak yarış ederler,böyle olunca da öğretim üyeleri araştırmadan kaçmaktadır.Unutma ki üniversite, bilgi aktarılan değil; araştırma yapılan, bilim üretilen ve bilgi kaldıraçlanan yer olmalıdır.Üniversiteler devlet dairesi, akademisyenler de memur olmamalı; yükselme sadakate göre değil,liyakate göre olmalıdır.
Bizde ise adam alırken,cemaatçı,terikatçı,
ülkücü,milliyetçi,lâil-ulusalcı kriterlere göre adam alınmakta,sonra da bunlardan üretme beklenmektedir.Vay benim aziz ve yüce Türk Milletim,vay ki vay!..
Üniversiteler çağdaş ve laik eğitim vermeli, özerk, üretken ve araştırmacı olmalıdırlar.Üniversiteler akademik çalışmalarında yerel sorunlara odaklanmalı ve hedef seçilen ileri ve katma değeri yüksek teknolojilere öncelik vermelidir. Aynı Üniversitede öğrencilikten başlanıp Profesörlüğe kadar gidilmek mutlaka engellenmelidir.Oxford ve diğerleri gibi, seninkiler de bilgi ve teknoloji üretip/satarak kendilerine kaynak yaratabilmelidir.Dünyada üretilen 5684 bilimsel derginin sadece 3’ü Türkiye kaynaklıdır.Geleceğimizi bilgi toplumu şekillendireceğinden, bu hedefe ulaşmanın yolu TEKNOLOJİ TOPLUMU olmaktan geçmektedir.
Bu da TEKNOLOJİ TRANSFER ETMEKLE DEĞİL, bizzat TEKNOLOJİ ÜRETMEKLE başarılır.
Sanayide rekabet gücümüzü artırmalıyız.KOPYACILIK ve ANAHTAR TESLİMİ TEKNOLOJİ almak yerine Üniversite-Devlet-Sanayi üçgeninde Ar-Ge’ye önem verip TEKNOLOJİ ÜRETMEK zorundayız.Buna da diğer ülkelerde olduğu gibi ön ayak olan ve rehberlik yapan üniversitelerdir.Arkadaş daha çok yazarım.Ama kısa kestim.İşte senin üniversitelerin melal-i pür hali budur.
Selamlar.