Birinci Uluslararası Bakü Forumu, Azerbaycan’ın başkentinde başladı. Azerbaycan Din İşleri Bakanlığı ve İslam Konferansı Gençlik Forumu tarafından düzenlenen ve Din İşleri Bakanı Elşad İskenderov’un ev sahipliğinde başlayan forumun açılış programına Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de katıldı.
“Değişen Dünyada Hoşgörüyü Güçlendirmek: Devlet ve Din” temasıyla düzenlenen forumda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, “Bu medeniyet havzasında din olarak İslam, kul ile Allah arasında vicdani bir meseleye asla indirgenemeyecek kadar büyük, bu havzada kurulan bütün devletlerden daha büyük bir kimlik ve medeniyet kurucu bir unsur olmuştur. Bu topraklarda din ile devlet arasındaki ilişkileri yeniden tanzim ederken bu realiteyi göz önünde bulundurmak gerekir. Toprağı vatan kılan, toplumu millet yapan en temel unsur inanç değerleri manzumesidir. Tarih bize göstermiştir ki; inancını kaybeden toplumlar dilini, kültürünü de kaybetmişlerdir.” dedi.
İNSANLIK TARİHİ ZOR DÖNEMDE
Konuşmasında insanlık tarihinin zor bir dönemeçten geçtiğini belirten Diyanet İşleri Başkanı Görmez, küreselleşmeyle birlikte insanlığın içine girdiği yeni süreci yönetebilmesi için yeni bir dile ve kültüre ihtiyaç olduğunu söyledi. Tarih boyunca dinle devlet arasındaki ilişkilerin her zaman sorunlu bir perspektifle ele alındığını ifade eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, insanlık tarihinde din devlet ilişkilerinin özellikle iki başlıkta ele alındığına dikkat çekti. Başkan Görmez şunları söyledi; “Din devlet ilişkileri genellikle iki başlıkta ele alınmıştır. Dinle devlet arasındaki ilişki formlarını çatışmacı, birbirini yok sayan ya da reddeden bir gerilim edebiyatı içinde ele almayı tercih edenler, bu eğilimlerine dini ve siyasi kültürümüzde hiçbir şekilde kendine mesnet bulamamaktadırlar. Bu çatışmacı anlayış siyasi kültürümüzde kendisine yer bulmakta zorlanmaktadır. Devletin hukuk normlarına riayet ettiği, dinin de kendini birey ve toplumun manevi inkişafına rehberlik etmekle yükümlü saydığı ortamlarda hiç kuşkusuz hayat eksiksiz, tutarlı ve huzur veren bir düzene kavuşmuş olacaktır.
İthal idame tartışmalarla İslam dinin fiili gerçekliğini çözümlemede kullanılan araç ve argümanların hasbelkader mevcut durum hesaba katıldığında hiç de açıklayıcı olmadığı, bu tür analizlerin yetersizliğinin kuru birer ezber olmanın ötesine geçemediği, bütün bu yaygın algı, kabul ve iddiaların sahici dünyamızla hiçbir irtibatının olmadığı her geçen gün daha bir netlikte ortaya çıkmaktadır. Hiç kuşkusuz bu hakikatler her zaman erbabının malumları olmuştur.”
18. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan sekülerizmin, din ve mezhep savaşları karşısında, mevcut çözümsüzlükleri ortadan kaldırmaya yönelik bir arayışın yegâne formülasyonu olarak ortaya çıktığını belirten Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şöyle devam etti;
“TARİH BİZE GÖSTERMİŞTİR Kİ; İNANCINI KAYBEDEN TOPLUMLAR DİLİNİ, KÜLTÜRÜNÜ DE KAYBETMİŞLERDİR…”
“Farklı tercih ve uygulamalar olsa da sonuçta laiklik başta Batı dünyasında olmak üzere pek çok ülkede dinle devlet arasındaki mesafeyi yeniden belirleyen bir yaklaşım olarak kabul görmüştür. Laikliğin batı merkezli hikâyesine intibak etmekte zorlanan Müslümanlar, aldatıcı Aydınlanma rüzgarına kapılmış ulus devletler çağında dini Mübin-i İslam’ın bu rüzgarlardan hasar görmemesi için pek çok imtihana katlanmak zorunda kalmış ve şükürler olsun ki bugün bu imtihanların ortaya koyduğu kayıp ve zararlar telafi edilmeye başlanmıştır.
Devleti her daim dini kurumların inhisarında tutmaktan yana olan teokratik eğilimler kadar dini devlete peşkeş çeken eğilimler de insanlık için ve Müslümanlık için ziyadesiyle sorunlu sayılabilecek tercihler olmuştur. İşi dünyayı Tanrıyla Kral arasında bölüşmeye kadar vardıran sezaro-papist uygulamalar da sonuçta insanlığa elverişli bir çıkış kapısı sunamamış, bütün bu tercihler bize bir hayır getirmemiştir.
Bu medeniyet havzasında din olarak İslam, kul ile Allah arasında vicdani bir meseleye asla indirgenemeyecek kadar büyük, bu havzada kurulan bütün devletlerden daha büyük bir kimlik ve medeniyet kurucu bir unsur olmuştur. Dolayısıyla bu topraklarda din ile devlet arasındaki ilişkileri yeniden tanzim ederken bu realiteyi göz önünde bulundurmak gerekir. Toprağı vatan kılan, toplumu millet yapan en temel unsur inanç değerleri manzumesidir. Tarih bize göstermiştir ki; inancını kaybeden toplumlar dilini, kültürünü de kaybetmişlerdir.”
Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in konuşmasından öne çıkan diğer başlıklar şöyle;
“PEK ÇOK DİNİ TERCİHİN KİMİ ÜLKELERDE BASKI ALTINDA OLDUĞUNU ÜZÜNTÜYLE İZLİYORUZ…”
“Konuya küresel ölçekte yaklaşıldığında pek çok dini tercihin, dini temsil ve yapılanmanın kimi ülkelerde baskı altında olduğunu, pek çok yerde genel gidişatın parçası olarak dinin itibardan düşürülmeye çalışıldığını üzüntüyle izliyoruz. Nihayet bugün bu müdahalelerin özellikle radikal düzeyde gerçekleştirilen örneklerinin ortaya çıkardığı fukaralığı acıyla hissediyoruz.”
“ULUSLARARASI İZLEME RAPORLARININ ZAMAN ZAMAN NASIL ADALETTEN UZAKLAŞTIĞINA HEP BERABER ŞAHİT OLUYORUZ…”
“Esasen peyderpey yayınlanan ve ilgili din müntesiplerinin büyük bir dikkatle takip ettikleri izleme raporlarında uluslararası düzeyde gerçekleşen hak ihlalleri ciddi bir yekûn tutmaktadır. Bu raporlarda insanların zaman zaman nasıl adaletten uzaklaştığını görmektesiniz. Hocalı katliamını bu raporlarda görmeniz mümkün değildir. Küçücük bir olayın nasıl büyütüldüğünü, çok büyük olayların ise nasıl görmezden gelindiğini bu raporda müşahede ediyoruz. Ne yazık ki bugün pek çok ülkede din hala baskı altındadır ve ilgili devletler dini hayatın neşv ü nema bulmaması için dikkat çeken bir gayret peşindedirler.”
“LAİKLİK GEREK İNANÇ ALANLARI ARASINDAKİ ÇEKİŞME VE GERİLİMİ GEREKSE DEVLETLE DİN ARASINDAKİ MUVAZENEYİ SAĞLAMAK ÜZERE İHDAS EDİLMİŞ OLMALIDIR…”
“Din insan içindir ve her din en azından iddia düzeyinde de olsa insanın mutluluğunu esas alır. Beden ve kalp arasındaki ikiliği çoğaltan uygulamalar, hayatın anlamına ilişkin arayışlarda dinin söz almasına hiçbir şekilde fırsat tanımayan otoriteler, insan olma erdemini nostaljik bir hatıra ve değerle eş tutan zihniyet yapıları karşısında bugün dinin gerçek değerini bilen ve hisseden açılımlara şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçevede dini hayattan koparmaya, onun insanla olan varoluşsal irtibatını yok etmeye, fıtratın insan ruhundaki karşılıklarının cevapsız bırakan kuru ve aşksız müfredatlara karşı yeni bir yönelime, yeni bir arayışa ihtiyaç olduğu kesindir.
Tarihte pek çok örnekte görüldüğü gibi dini devlet gerekliliklerinin dışında tutma çabası yüzyılları bulan kurumsal din ve devlet geriliminin bir parçası olmuştur. Bu bağlamda bugün farklı evrilmelerle yeni şekiller kazanan laiklikte de aslolan bu gerilimi bir karara bağlamak ve tarafları birbirlerinden yana emin duruma getirmektir. Bu çerçevede laiklik gerek inanç alanları arasındaki çekişme ve gerilimi gerekse devletle din arasındaki muvazeneyi sağlamak üzere ihdas edilmiş olmalıdır. Bizim siyasi ve entelektüel tarihimizde şükürler olsun ki dini gruplar arasında böyle bir gerilim ve çatışmaya hiçbir şekilde fırsat verilmemiştir.”