Erzurum’da, Ömer Nasuhi Bilmen İlkokulu tarafından düzenlenen, “Aile İçi İletişim ve Doğru Anne Baba Tutumları” konulu konferans velilerden büyük ilgi gördü.
Atatürk Üniversitesi Rektörlük Mavi Salon’da düzenlenen konferansın açış konuşmasını, Psikolojik Danışman ve okulun rehber öğretmeni Zeynep Bayramoğlu Karagöl yaptı. Konuşmasında, kişiliğin ilk temellerinin ailede atıldığını ifade eden Karagöl şunları söyledi:
“Dolayısıyla çocukta ilk sosyal etkileşim de bulunan kişiler ebeveynlerdir. Çocuğun dünya algısında, insan algısında ve kişiliğinde en büyük rolü aileler oynar. Çocuk arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle, otoriterlerle ve toplumla ilişkisinin temellerini anne babasının tutumlarına karşı geliştirdiği davranışlar üzerine kurar.”
Eğitimin evde başlayıp, okulda devam ettiğini belirten Karagöl şöyle devam etti; “Okul süreci devreye girdiğinde işbirliğinin gerçekleşmesi gerekir. Bu işbirliğini sağlayan en önemli unsurlar; idareciler, öğretmenler, ebeveynler ve öğrencilerdir. Ömer Nasuhi Bilmen ailesi olarak bir farkındalık oluşturalım ve siz değerli velilerimizle bir araya gelerek, çocuklarınızı geleceğin sağlam karakterli bir bireyi olarak yetiştirmenin temellerini atalım istedik. Bugün burada aynı hedef doğrultusunda bizimle beraber olan ailelerimize teşekkür ediyorum.”
Programda daha sonra, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kenan Taştan, “Aile İçi İletişim ve Doğru Anne Baba Tutumları” konulu bir konferans verdi. Konferansta, ailenin, toplumun sahip olduğu değerleri yansıtan küçük bir ayna olduğunu dile getiren Yrd. Doç. Dr. Kenan Taştan, toplumda müspet veya menfi olarak bulunan tutum ve davranışların, aile de yoğun bir şekilde uygulama alanı bulduğuna dikkati çekti.
“Aile” kelimesinin genel olarak iki anlam ifade ettiğini kaydeden Yrd. Doç. Dr. Taştan, konuşmasında şu ifadelere yer verdi; “Sözlük anlamı itibariyle ‘Aile’ genellikle “geçim sıkıntısı” ve “sarmaşık bitki” anlamına gelir. Kelimenin bu etimolojik yapısı genel olarak ailede geçim derdi diye bir problemin varlığına işaret ettiği gibi, aile fertlerinin sarmaşık bitki türü gibi birbiriyle sarmaş dolaş olmaları, karşılıklı hak hukuk gözetmede, saygı, sevgi göstermede bir birlerine bağlılığı ifade eder Evi kaliteli yapan şey; konumu, mimari yapısı, muhteşem dubleks ya da tripleksliği veya içindeki eşyaların pahalı-antika olması değildir. Evi içindeki iletişim kalitesi kaliteli yapar. Günümüz insanı mutluluğunu, huzurunu evinde kaybetti ama dışarıda arıyor. Kahvelerde, meyhanelerde, internet başında chet’leşerek kaybettiği bu huzuru ve mutluluğu bulmaya çalışıyor ama bulamayacaklar, bulamayacağız. Önce evlerimizde yitirdik biz Huzurumuzu evlerimizde can yoldaşımız olan veya olması gereken ahiret arkadaşımızı ihmalle başladı bu hastalık. Sonra da topluma sirayet etti. Toplumsal bir cinnetin eşiğindeyiz maalesef. Bu cinnetten kendimizi, eşimizi, çocuklarımızı, toplumumuzu korumak istiyorsak eğer; kaybettiğimiz yerde aramalıyız, kaybettiğimiz değerleri, yani önce evlerimizde inşa etmeliyiz mutluluğumuzu. Aksi takdirde ne mi olur? Aynı Avrupa gibi İskandinav ülkeleri gibi oluruz. Refah seviyesi yüksek ama mutlu olamayan insanların yaşadığı yerlere döner ülkemiz. Refah seviyesi en yüksek ülkelerden olan İskandinav ülkelerindeki insanların en çok intihar eden en mutsuz insanlar olduğunun biliyor musunuz? Evet, realite bu Onların bizim özendiğimiz (!) her şeyleri mevcut. Karı-kocanın ayrı arabaları, kendilerine ait evleri, çocukları, her sene ayrı bir ülkede tatil yapabilecek imkânları var. Ama bir şeyleri en önemli şeyleri eksik; huzurları yok. Maneviyattan yoksun bir toplum haline geldiler. Terazinin maddi kefesi doluydu onların ama maneviyat kefesini doldurmak akıllarına gelmediği gibi o tarafı doldurmaya çalışanlarında önüne geçtiler. Şimdi pişmanlar. Kendi insanlarının manevi olarak gelişmesi için dünyanın parasını harcıyorlar ama nafile bir nesli böyle helak ettiler çünkü. Onlar ekonomik özgürlüğe ve eşler arasında ki bağımsızlığa o kadar önem verdiler ki, evlerindeki mutluluğu ve dolayısıyla toplumsal huzuru yitirdiler.”
Hiçbir başarının evdeki başarısızlığı telafi edemediğinin altını çizen Taştan sözlerini şöyle sürdürdü; “Hiçbir baba, çocuklarına onların annesini sevmekten daha güzel bir iyilikte bulunamaz. Kaçımız çocuklarımızı kendi düşleri doğrultusunda yetiştirebiliyoruz. Kaçımız çocuklarımızı Hz. Ali’nin dediği gibi, yaşadıkları çağa göre değil, yaşayacakları çağa göre hazırlayabiliyoruz? Çocuk eğitiminde “başarı” tohumları yerine “merhamet” tohumları ekmeliyiz. Avrupa da ‘öğrenilmiş çaresizlik’ vardır. Bizde ise ‘öğretilmiş çaresizlik2 vardır. Öğrenilmiş çaresizlikte insan deneme yanılma sonunda çaresizliği öğrenir. Öğretilmiş çaresizlikte ise her hangi bir deneme yanılma yaşanmadan toplum tarafından kişiye çaresizlik kültürü yüklenir. İnsana neleri yapmaması gerektiği o kadar güçlü şekilde öğretilir ki, kişi o alanda denemede bulunmayı aklından geçirmez bile. Deneyip yanılmadan “doğuştan kaybetmeyi” öğrenir. Bu kadar iyi kalpli olduğumuz halde bu kadar çaresiz olmamızın sebebi budur.
Velilerin büyük bir ilgiyle dinlediği konferansın sonunda konuşan Okul Müdürü Orhan Çakıcı da, “Okulumuz Rehberlik servisi tarafından düzenlenen böyle önemli bir konuyu, anlatımlarıyla bize ışık tutan Atatürk Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı öğretim görevlisi olan Yrd. Doç. Dr. Kenan Taştan’a, programı düzenleyen Rehber Öğretmenimiz Zeynep Bayramoğlu Karagöl’e ve katkılarından dolayı tüm öğretmen arkadaşlarımıza ve çocuklarına verdikleri değeri göstermek adına buraya kadar gelen tüm velilerimize teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.