Samsun Üniversitesi (SAMÜ) Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (DÜSAM) konuğu yazar Irvin Cemil Schick oldu. Schick, “Osmanlılarda İlm-i Kıyâfet ve Öncelleri” konu başlığında önemli bilgiler verdi.
SAMÜ DÜSAM, Öteki Buluşmalar 2021 dizisi kapsamında Cevat Sucu’nun moderatörlüğünde yazar Irvin Cemil Schick’i ağırladı. Online bir platform üzerinden gerçekleştirilen programda “Osmanlılarda İlm-i Kıyâfet ve Öncelleri” başlığı altında yaptığı konuşmayla Schick, konuyla ilgili değerlendirmelerini izleyenlerin dikkatine sundu.
“KIYÂFET İLMİ İNSANLARIN DIŞ GÖRÜNÜŞÜNDEN KİŞİLİKLERİNİ ÇIKARSAMAYI KONU EDİNİYOR”
Konunun “Osmanlılarda İlm-i Kıyâfet ve Öncelleri” olduğuna işaret ederek konuşmasına başlayan Irvin Cemil Schick, “İlm-i kıyâfet, Arapların ilmü'l-firâse, Osmanlıların ise daha ziyade ilm-i kıyâfet dediği öğreti. İnsanların dış görünüşünden kişiliklerini çıkarsamayı konu ediniyor. Örneğin son dönemin en ünlü kıyâfetnâmesi olan Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın manzum eseri şöyle başlıyor: ‘Kim ki boyudur tavîl, Sâde dil olur cemîl/ Kim ki boyudur kasîr, Hîlesi vardır kesîr/ Kim ki vasat boyludur, Âkil ve hôş huyludur.’ Yani bugünkü dille ifade edecek olursak boyu uzun olan saf olur. Boyu kısa olanın hilesi çoktur. Orta boylu olan akıllı ve iyi huylu olur. Eser bu minval üzere devam ediyor. Taşköprülüzâde Ahmed Efendi'nin Mevzu?âtü’l 'Ulûm’daki tanımıyla ilmü’l-firâse bir ilimdir ki ‘anın ve insânın ahlâkı malûme olur.’ ‘Ahvâli zâ'iresinden, yâ'ni elvân ve 'azâ' ve eşkâlden ise lâleli ve bi’l-cümle zâhiri ile hulku batına istidlâldi.’ Yani yine bugünkü dille ifade edeyim. Firâset öyle bir ilimdir ki onunla insanın yaradılışı görünenden görünen hallerinden anlaşılır. Yani renginden ve uzuvlarından ve şeklinden çıkarsama yoluyla, her türlü görünen ve görünmeyen nitelikleri böylece çıkarsanabilir. Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi 1503’te vefat etti, yani on beşinci yüzyıl sonlarında yaşadı. Manzum kıyâfetnâmesinde şöyle diyor. ‘Hak yarattı çü nev-i insânın kıldı efrâdını muhâlif anın gerçi birdir kamusu sûrette bir değüldür ve lîk hilkâtte lütfunu âleme 'ıyân itti sûreti sîrete nişân etti.’ Yani Allah insan türünü yarattığı zaman bireyleri birbirlerinden farklı kıldı. Gerçi özleri birdir ama görünüşleri başka başkadır. Allah lütfunu ortaya koydu ve dış görünüşü karakterin işareti yaptı” dedi.
“KIYÂFET İLMİ BİR SÜREDİR ÇOK İLGİ ÇEKİYOR”
“Suretin sirete nişan olması, insanların gözlerinden burunlarından kol yahut bacaklarından karakterlerinin bilinebileceği görüşünün temel dayanağıdır” diyerek konuşmasını sürdüren Schick, “Geçmişte köle satın almak, eş seçmek, memur istihdam etmek hatta masumiyet yahut suçluluk belirlemek için kullanılmıştır kıyâfet ilmi. Bu akşamki konuşmamın konusu tarihsel bağlamı içinde Osmanlı kıyâfetleri, tarihsel bağlam derken ne kastettiğimi açıklayayım. Son yıllarda Osmanlı özelinde konuya ilişkin bir hayli kitap ve makale yayımlandı. Birkaç tez yazıldı. Birçok önemli risale yeni harflere çevrildi. Ansiklopedi makalelerini bir kenara bırakırsak, 1980'li yıllarda iki, 1990'lı yıllarda üç akademik yayına karşın 2000'li yıllarda on yedi, 2010'lu yıllarda otuzu aşkın akademik yayın çıktı bu konuda yani kıyâfet ilmi bir süredir çok ilgi çekiyor. Ancak her ne kadar bu yayınların birçoğunda sanki âdet yerini bulsun kabilinden Arapça ve Farsça kıyâfet risalelerinin başlıkları kısaca sıralanıyorsa da içeriklerine hiç girilmiyor. Konu genellikle sadece Osmanlı çerçevesi içerisinde ele alınarak kültürler arasında eskiden beri var olan geçirgenlik ihmal ediliyor. Hatta bastırılıyor, örtbas ediliyor bile diyebiliriz. Sanırım bu tamamen yersiz ve gereksiz bir orijinallik kaygısından ileri geliyor. Yani nasıl ki baklavayı kim buldu? Beyaz peynir kimindir diye habire komşularımızla tartışıyorsak, kıyâfet ilmi de milliyetçi tartışmalara konu oluyor. Oysa geçmiş dönem yazarları kimden ne aldıklarını gizlemeyi hiçbir zaman gerekli görmemişlerdir. Modern bir iddia ile böyle düşünmek açıkçası konuyu ihatalı bir şekilde ele almamıza mâni oluyor” diye konuştu.
“FARKLI KÜLTÜRLERİN ESERLERİ İSLAM DÜNYASINDA SONRAKİ DÖNEM KIYÂFETNÂMELERİNİ DERİNDEN ETKİLEMİŞTİR”
Irvin Cemil Schick, Osmanlıların da dâhil olduğu İslam dünyasında kaleme alınan kıyâfetnâmelerin kaynaklarına ve kuramsal altyapısının oluşumuna dair de bilgiler sunarak, “Aristoteles’e mâl edilen eserler gibi Polemon’un kitabı da İslami kıyâfet ilmini derinden etkilemiş, şekillendirmiştir. Kâtip Çelebi, onun için insanın terkibinden hareketle ahlakı hakkında çıkarsamada bulunabildiğine inanırdı demiş ama bunu öğretilemeyen, hakkında kitap yazılamayan, sezgiye dayalı çıkarımlar bağlamında yazdığına göre Polemon’un kitabını görmüş olduğu şüpheli, herhalde şöhretini duymuş olmalı. İslam dünyasında öğretiyi bilimsel bir temele oturtan ilk kişi hiç şüphesiz Ebubekir Muhammed bin Zekeriya er-Razi (v. 925)’dir. El-Mansûrî fî-t-tıb adlı ünlü tıp eseri insanın fizikî ve aklî yanları arasındaki ilişkinin irdelenmesiyle başlar, ikinci bölümdeyse 'anâsır-ı erba'a ve dört mizaç ayrıntılı olarak ele alınır, buradan da beden ile karakter arasındaki ilişkiye geçilir ve bu suretle kıyâfet ilminin kuramsal altyapısı ortaya konmuş olur” şeklinde konuştu.
“KIYÂFET İLMİ”
On dokuzuncu yüzyılda Osmanlıların kıyâfet ilmi metinlerindeki dönüşümü temellerine de değinen Schick, “Avrupa’da Ortaçağ’dan itibaren birçok İslami kaynak Latinceye ve birçok Avrupa diline çevrilmiş, bu çeviriler Rönesans’ı önemli şekillerde etkilemiştir. Aristoteles’e mâl edilen Secretum Secretorum adıyla yapılan Latince çevirisiyle Ebubekir Muhammed er-Râzi’nin el-Mansûrî fî-t-tıb veya Liber almansoris bu önemli tercümeler arasındadır. Kıyâfet ilmi bu yoldan Avrupa’ya girmiş ilk zamanlar pek ciddiye alınmamakla, batıl bir inanç addedilmekle birlikte zaman içerisinde giderek bir çeşit bilim haline sokulmuş ve birçok alanı etkileye gelmiştir. Bu süreç içerisinde Thomas Brown, Giambattista della Porta ve özellikle Johann Kaspar Lavater gibi yazarların konuya dair eserleri defalarca basılmış, çevrilmiş, irdelenmiştir. Özellikle Lavater o güne kadar Avrupa’da fal ve astrolojiyle eşdeğerde sayılan kıyâfet ilmini güya bilimsel temele oturtan kişi olarak bilinir. 1775’ten itibaren Almanca yayımladığı eserleri birçok dillere çevrilmiş, on dokuzuncu yüzyıl boyunca okunmuş, yaygınca kullanılmış, giderek başka öğretileri de etkilemiştir. Örneğin, Cesar Alonbrose ile kriminoloji, Frances Galten ile soy ıslahı, arıtımı yani öjenik kuramları hep insanların bedenleri ile karakterleri arasında var olduğu farz edilen yakın ilişki üzerine temellendirilmiştir. İşte bu bilimselleşmiş kıyâfet ilmi Osmanlıların gözlerini Avrupa’ya çevirdikleri on dokuzuncu yüzyıllardan itibaren Türkiye’ye girmiş geleneksel Osmanlı kıyâfet ilminin yerini almaya başlamıştır. Nitekim bildiğimiz kadarıyla ilk Osmanlıca matbu ilm-i kıyâfet kitabı Lavater’den yapılmış bir çeviri olan Tahir Ömerzâde Yusuf Halis’in Kıyâfetnâme-i Cedîd adlı eseridir. Basım tarihi verilmemekle birlikte, önsözünde Abdülmecid’in cülusu münasebetiyle yayımlandığı belirtildiğine göre 1839 yılında çıkmış olmalıdır” ifadelerini kullandı.
İslamî kıyafet ilminin Yunan öncelleri ve Avrupalı ardılları olsa dahi kendine has karakteri olduğunu Schick, şu sözlerle ifade etti:“Bence kıyâfet ilmini İslamî yapan yani onu gerek Eski Yunan gerekse Yakınçağ Avrupalı akrabalarından ayıranın ne olduğunu kısaca belirtmek istiyorum. Öncelleri ve ardılları olmasıyla beraber İslami kıyâfet ilminin bazı kendine has yayınları da vardır. Şair Sünbülzâde Vehbi’nin 1791’de Lütfiyye adlı eseri oğlu için kaleme alınmış, çeşitli mesleklerin anlatıldığı bir manzum nasihatnamedir. Burada Fil suresinin dördüncü ayetine gönderme var. Vücut sayfası üzerinde ilahi tecellinin manası okunur, onu dikkatle inceleyen insanın gizli hallerine vâkıf olur. Burada görülen bedenin okunduğu fikri İslami kıyâfetnâmelerde tekrar tekrar karşımıza çıkıyor ve bence bu çok çok önemli bir nokta çünkü okuma ve yazma edimleri İslam’da merkezî öneme sahiptir.”
Schick, İslam’a göre “İlk yaratılan şey kalemdir, ilk vahiy edilen kelime ise oku emridir, bu son derece ayrıntıdır ve okuma ile yazma kavramlarının İslam’da ne kadar merkezi bir yer tuttuğunu göstermektedir” dedi.
“Osmanlılarda İlm-i Kıyâfet ve Öncelleri” başlıklı konuşma, dinleyenlerin aktif katılımı, soru ve katkılarıyla sona erdi.