Prof. Dr. Raşit KÜÇÜK
Müslüman toplumların yüzlerce yıllık tarihleri boyunca kültürlerinin şekillenmesinde, hayat tarzlarında, sanat ve edebiyatlarında, beşerî ilişkiler düzeninin her alanında en önemli etki ve katkıyı Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in sünnetinin, hadislerinin yaptığı inkâr edilemez bir gerçektir. Yeryüzünün her ülkesi, her bölgesi ve her coğrafyasında yaşayan Müslümanlar inanç, ibadet, temel ahlak kuralları ve günlük hayatın birçok alanında sayılamayacak kadar çok müştereklere sahiptir. Bu müştereklerinin itikat, ibadet ve ahlaktaki inanç prensiplerini Kur’an-ı Kerim oluştururken, bu alanların her birinin hayat tarzı ve davranış biçimi haline dönüşmesi müşterekinin temel referansını da Rasul-i Ekrem Efendimiz’in sünnet ve hadislerinin teşkil ettiği gün gibi aşikârdır. Çünkü sünnet dediğimiz olgu, Allah elçisi Efendimiz’in her bir Müslüman için örnek alınması istenilen hayat tarzını ifade eder. Peygamber Efendimiz’in ümmeti için örnek teşkil eden hayat tarzının, Kur’an’ın onun hayatına yansımış hali olduğu gerçeğini sahabe-i kiram çok açık bir biçimde ifade etmişler, sünneti bu hassasiyetle hayatlarına uygulayıp muhafaza etmişler, kendilerinden sonra gelecek nesillere onu en sahih şekilde nakletmeyi de üzerlerine bir vecibe saymışlardır.
Müminlerin annesi Hz. Âişe, kendisine Peygamberimiz’in ahlakını, yani yaşayış ve davranış tarzını soranlara “Siz Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an’dan ibaretti.” cevabını vermek suretiyle bize onun sünnetine nasıl yaklaşmamız gerektiğinin en kısa ve öz cevabını vermiştir.
Biz ele alacağımız komşuluk konusunu bu ölçüler içinde değerlendirecek ve Müslüman Türk toplumunun komşuluk ilişkileri ile ilgili olarak kültürüne, yaşayış ve davranışlarına, sözlerine sünnet ve hadislerden yansıyan gerçeklere temas etmeye çalışacağız. Hiç şüphesiz günümüzde özellikle şehirleşme ve modern hayat tarzı komşuluk ilişkilerimizi derinden etkilemiş, zayıflatmış, ben merkezli hayat tarzı başkasını düşünmeyi, yardımlaşma duygusunu, paylaşımı ve en yakınlarıyla bile dayanışma ahlakını zedelemiştir.
Büyük aile geleneğimizin, büyük coğrafyamızın küçülmesine paralel bir şekilde ortadan kalkışı, taşranın şehre taşınması veya şehirleşmesiyle komşulukların yok oluşu daha da hız kazanmış, aileden sonra en yakın ilişkilerin kurulduğu ve arada dostlukların oluştuğu komşuluk düzeni de kaybolunca bireysel bunalımlar sosyal bunalım haline dönüşmeye başlamıştır. Her türlü olumsuzluktan, buhran ve bunalımdan çıkış yolu aranması gerektiği gibi, bu önemli alanda da ciddi arayışlar içine girmemiz kaçınılmazdır. Burada en önemli çıkış yolumuz, geçmişte bizi biz yapan dinî, manevi, millî ve kültürel değerlere hiçbir komplekse kapılmaksızın bir kere daha dönüp bakmak ve öncelikle neleri kaybettiğimizin farkına varmaktır. Bu bir geri gidiş veya geçmişi özleyiş değil, eskimeyen ve fakat kaybedilen değeri arayıştır.
Kur’an-ı Kerim, kendilerine iyilik yapılacakları, ana-baba, akraba, öksüzler, yoksullar, yakın komşu ve uzak komşu… diye sayar. (Nisâ, 36.) İslam alimleri yakın ve uzak komşu kavramlarına; evleri en yakında bulunan evleri daha uzakta olan, akrabalık bağı olan akraba olmayan, Müslüman olan Müslüman olmayan gibi yorumlar getirmek suretiyle komşuluk dairesini daraltmayı değil, genişletmeyi hedeflemişlerdir.
Ayet-i kerimede geçen ve iyilik diye tercüme ettiğimiz “ihsan” kelimesinin komşuların sevincini acısını paylaşmayı, onlarla iyi geçim içinde olmayı, eli ve dili ile komşularına eza cefa vermemeyi, komşularının hak ve hukukunu korumayı ihtiva ettiği kabul edilir. Dilimizde atasözü olarak kullanılan “Komşu hakkı Tanrı hakkı” bu ayet-i kerimenin kültürümüze yansımasının özetidir diyebiliriz. On sekizinci asır şairlerinden Zarîfî Ahmed Baba da bir beytinde şöyle demiştir:
“Lokma-i tâhir olar kim yediler,
Komşu hakkı Tanrı hakkı dediler.”
Peygamber Efendimiz komşulukla ilgili, en sahih meşhurlar arasında yer alan hadislerinden birinde şöyle buyurmuştur: “Cebrail bana komşuya iyilik etmeyi durmaksızın tavsiye edip durdu. Öyle ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140,141.) Bu hadis-i şerif komşuluğun ve komşuluk hukukunun önemini ve önceliğini apaçık ortaya koymaktadır. Komşularımız kendi ev halkımızdan sonra yüzlerini en çok gördüğümüz ve bize en yakın olan insanlardır.
Fiziki anlamda uzakta olan akrabalarımızdan bile daha yakın ve önceliklidirler. Onların iyi insanlar olmaları arzu edilir. Fakat onları seçmek elimizde olmadığı için kötü huylu olmaları veya gayrimüslim komşularımız olmaları da mümkündür. Hangi çeşit olursa olsun, durumun böyle olması bize komşuluk haklarına riayet etmeme fırsat ve imkânı sağlamaz. Onlara karşı da örnek davranışlar içinde olmamız ve ilişkilerimizi insani ve ahlaki ölçüler içinde sürdürmemiz, hatta onların ıslahı açısından belki daha çok gayret gösterip daha sabırlı olmamız icap eder. Çünkü aynen hastalıklar gibi huyların, iyilikler ve kötülüklerin de bulaşıcı olduğu ifade edilir. Bizlerin iyi oluşumuz umulur ki başkalarını da etkiler. “Komşu komşudan huy kapar, ayranına su katar” atasözümüz bu gerçeğin en güzel ifadelerinden biridir.
Komşular sanki yakın akraba imiş gibi birbirlerini çok sık gördükleri ve her an yüz yüze baktıkları için karşılaştıklarında karşılıklı güler yüz göstermeleri, selamlaşmaları, hediyeleşmeleri, birbirlerinin yardımına koşmaları, bıktırıcı olmaksızın ziyaretleşmeleri, canları ve mallarının birbirinden zarar görmemesi için özen göstermeleri komşuluk hukuku ve ahlakının gerekleridir. Rasul-i Kibriya Efendimiz’in “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin.” (Buhârî, Edeb 31; Rikâk 23; Müslim, Îman 74, 75.) ve “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna iyilik etsin.” (Müslim, İman 77.) anlamındaki hadis-i şerifleri bu hukuk ve ahlakın Müslüman milletimizin fertlerinde yerleşik hal almasının temelini oluşturmuş ve “komşuluk kardeşlikten ileri”, “komşuyu komşudan sorarlar” gibi hikmetli atasözlerimizle bu yöndeki anlayış, kavrayış ve davranış ölçülerimiz, kurallarımız şekillenip topluma yön ve istikamet tayin etmiştir.
Müslüman Türkler yakın zamana kadar her ırk, her renk, her din, her mezhep, her meşrep ve her sosyal sınıftan komşularıyla çok iyi ilişkiler kurmuş ve gıpta edilen örnekler sergilemişlerdir. Bu gerçek, Osmanlı coğrafyasını dolaşan yabancı seyyahların bile dikkatini çekmiş ve takdirini toplamış, onların birçoğu yazdıkları hatıralarda bu hakikati dile getirmiştir.
Kur’an ve sünnetin etkisi ve yön göstericiliğinde Müslüman toplumlarda oluşan kültür, almayı değil vermeyi, biriktirmeyi değil paylaşmayı öğütleyen bir yapı arz eder. Kur’an’ın infakı emreden birçok ayetinin yanında Peygamberimiz’in teşvik edici pek çok hadisleri, daha da önemlisi bizatihi kendi uygulamaları bize örnek teşkil ettiği gibi istikamet de tayin eder. “Ey Müslüman hanımlar! Alıp verdikleri bir koyun paçası olsa bile, komşu hanımlar birbirleriyle hediyeleşmeyi küçümsemesin.” (Buhari, Hibe 1; Edeb 30; Müslim, Zekât 90.) gibi hadisler en yakınımızdan başlamak üzere bizdeki verme kültürünü geliştirmiş ve “komşuda pişer bize de düşer”, “komşu ekmeği komşuya borçtur”, “komşu komşunun külüne muhtaçtır” gibi atasözlerimiz âdeta bir toplumun zihin dünyasının inşa edicisi telakki edilmiştir.
Ben şahsen kendi doğduğum ve ilk çocukluk yıllarımı geçirdiğim köyümde, yoksulluklar içinde yaşayan insanların olduğu bir ortamda, komşular arasındaki yardımlaşmaların, paylaşmaların, hediyeleşmelerin ne kadar cömertçe olduğunu yakinen müşahede etmiş ve bunun engin sevincini, kıvancını yaşamış biri olarak, bugün dünyalık mal mülk açısından daha çok zenginleşmiş insanımızın manevi dünyasından uzaklaştıkça ne ölçüde cimrileştiğini görmenin hüznünü yaşamaktayım.
Uzun kış gecelerinde, henüz elektrik ışığının olmadığı, gaz lambası veya lüks ile aydınlanmanın bile şans sayıldığı bir zaman diliminde, her gün bir başka komşuya yapılan misafirlikler bize “komşu kapısı”, “komşu gezmesi” “komşu kapısına çevirmek” gibi deyimleri hem öğretir hem yaşatırdı. Bu yüzden, günümüzde fertler arasındaki sevgisizliğin, saygı noksanlığının, kardeşlik ve dostluktan çok kin ve nefretin ortaya çıkmasının sebeplerini, kaybettiğimiz değerlerde aramamız gerektiğine gönülden inanmaktayım. Bir şey değer olarak kabul ediliyorsa onu kaybetmemek, eskitmemek, yaşaması için özen ve itina göstermek, elden çıkmışsa arayıp bulmak, gitmişse geri getirmek gerekir. Bunları bir kere değil bin kere düşünsek ve söylesek yeridir.
Peygamberimiz’in bize talim ettiği ve uymamızı istediği ölçü, “Allah katında komşuların en hayırlısı komşularına en çok iyilik eden kimsedir.” (Tirmizî, Birr 28.) düsturudur. Hayır kavramı, dinimizce iyilik olarak kabul edilen her şeyi, her türlü güzelliği ve yararlı davranışı kapsamına alır. Komşuya yapılacak iyilik ve hayrın neler olduğu Peygamberimiz’in bazı hadislerinde etraflıca belirilmiştir. Bunlar arasında şu davranışları sıralayabiliriz:
Komşusu borç veya ödünç bir şey isteyince vermek,
Yardım isteyince yardımına koşmak,
Hastalanınca ziyaret etmek,
Maddi sıkıntılar içine girince onu kollayıp gözetmek,
Mutlu günlerinde sevincine, kederli günlerinde üzüntüsüne ortak olmak,
Ölünce cenazesini teşyi edip, kabre götürüp defnetmek,
İzni olmaksızın evinin bitişiğine rüzgârını kesecek şekilde bina yapmamak,
Kokusu komşunun evine gidecek bir yemek yapınca ona da bir miktar göndermek,
Meyve alınca komşuya da hediye etmek, hediye etmeyecekse onu komşuya göstermemek, çocuğunun da o meyveyi dışarıda yiyerek komşu çocuğuna göstermesine izin vermemek. (bkz. Kandemir ve ark., Riyâzü’s-Sâlihîn “Peygamberimizden Hayat Ölçüleri”, II, 403-404.)
Bu önemli kurallar yakın zamana kadar en küçük köy birimlerinde bile uygulanmakta idi. Böylece görüp, tanıyıp alıştıkları, uyguladıkları ve belki asırlar boyu sürdürdükleri yaşayış tarzı onların hem bireysel hem toplumsal hayatlarının mihenk taşı mesabesindeydi. Bu onlar için çok önemli bir değer ölçüsü teşkil etmekte ve mutluluğu böylece yakalamakta idiler. Belki yaşadıkları bu hayatın ölçülerinin Kur’an ve sünnet kaynaklı olduğunu bilenler de çok değildi. Fakat herkes bunların birer erdemlilik, ahlak sahibi olmak, bencillikten uzak bir diğerkâmlık, merhametlilik kısaca insanlık onurunun gereği olduğunun farkında idi.
Sahabe-i kiramdan Ebu Hüreyre hazretlerinin rivayet ettiği şu hadis-i şerif söylenebilecek çok şeyin bir özeti mahiyetindedir.
Ebu Hüreyre diyor ki: Nebiyy-i Ekrem Efendimiz: “Vallahi iman etmiş olmaz. Vallahi iman etmiş olmaz. Vallahi iman etmiş olmaz.” buyurdu.
“Kim iman etmiş olmaz ya Rasulellah?” diye sordular.
“Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse.” buyurdu. (Buhari, Edeb 29; Müslim, İman 73.)
Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste de Peygamberimiz: “Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse cennete giremez.” buyurmuşlardır. (Müslim, İman 73.)