Eğitim-Bir-Sen 2 Nolu Şube Başkanı Mustafa Karataş, 2017-2018 Eğitim-Öğretim yılı 1. Yarıyılsonu değerlendirmesini yaptı. Karataş, “Eğitimde uzun vadeli planlamalara ve kalıcı politikalara ihtiyaç var” dedi.
2017-2018 eğitim-öğretim yılı birinci kanaat döneminin yaklaşık 18 milyon öğrencinin karnesini almasıyla sona erdiğini belirten Eğitim-Bir-Sen 2 Nolu Şube Başkanı Mustafa Karataş, “TEOG’un kaldırılması, yükseköğrenime giriş sistemindeki değişikliğin gölgesi ve sarsıntısı altında günübirlik politikalar ve sürdürülebilir olmayan kararlar nedeniyle gerek eğitim-öğretim gerekse eğitim çalışanları olumsuz etkilenmiştir. Alan değişikliği taleplerinin karşılanmaması, öğretmen performans değerlendirmesi pilot uygulamasının oluşturduğu tedirginlik, yer değişikliği sürecinde yaşanan sorunlar, öğretmene karşı giderek artan şiddet gibi olumsuzluklar ne yazık ki eğitim-öğretim yılının ilk dönemine damgasını vurmuştur” diye konuştu.
Günübirlik politikalar çözüm değil, sorun üretmektedir
Öğretmen açığı, erkek kamu görevlilerine dayatılan darbe ürünü kılık ve kıyafet yönetmeliği, ek ders esaslarındaki eşitsizlik, ders ücretlerindeki adaletsizlik, okulların bütçe sorunu, yabancı dil pilot uygulaması, rehberlik hizmetlerinin hizmetin özüne uygun kurgulanamaması, teftiş sistemindeki dönüşümün tamamlanamadığı gibi rehberlik ayağının ihmal edilmesi, ortaöğretime geçişte yeni sürecin soru işaretleri içermesi gibi birçok konuda beklentileri karşılayan adımların hâlâ atılmadığını dile getiren Eğitim-Bir-Sen 2 Nolu Şube Başkanı Mustafa Karataş, “Özetle, bir an önce yapılması gereken çok iş, çözüme kavuşturulmayı bekleyen onlarca sorun bulunmaktadır. Birimlerin birbirleriyle çelişen kararları ve uygulamaları; Millî Eğitim Bakanlığı’nın hedef, amaç, politika ve eylem noktasında birbiriyle uyumlu, birbirini tamamlayan, sebep-sonuç ilişkisini gözeten bir politika oluşturma ve uygulama becerisini gösteremediğini gözler önüne sermektedir. Bakanlık birimlerinin her konuya sadece kendi görev alanları yönünden bakmaları, aldıkları her kararın kendi birimleri dışında da yansımaları olacağı hususunu göz ardı edip bu konuda sebep-sonuç-etki analizi yapmamaları, bütünün parçasını teşkil ettikleri gerçeğini unutmaları neticesinde alınan kararlar ve gerçekleştirilen uygulamalar, Bakanlığın eğitim ve personel politikasına uygun olmamakta, hatta söz konusu politikaları sekteye uğratmaktadır. Mezkûr birimler, karar ve uygulama sürecinde dar bakış açısının sonucu olarak Bakanlığın genel politikasıyla uyumlu işler çıkaramamaktadır. Bu nedenle, karar alma düzeyinde çok boyutlu ve sebep-sonuç analizini gözeten bir süreç işletilmelidir” dedi.
Eğitimcilere yönelik şiddete Bakanlık seyirci kalmamalıdır
Karataş açıklamasında şunları kaydetti; “Öğretmenler, geleceğimiz olan çocuklarımız ve gençlerimiz için ‘iyi insanın’, ‘güzel ahlakın’ canlı fotoğrafı olmak durumundadır. Sadece öğreten değil, değerleri yaşayan ve yaşatan bir kimlik olarak öğrencilerinin karşısına çıkmalıdır. Öğrencisi, insan olmanın değerini öncelikle öğretmenler üzerinden yaşamalıdır. Adil olmayı, işinin hakkını vermeyi, iş ahlakını, hakça paylaşmayı, birlikte yaşamayı ve huzuru birlikte oluşturmayı, sınıfta ve okulda öğretmenden görmelidir. Böyle bir öğretmen profili için öncelikle öğretmenlerin toplumdaki saygınlığının ve itibarının, bu hedef doğrultusunda oluşması ve korunması gerekmektedir. Öğretmenlerin mali, sosyal, özlük hakları ve çalışma şartları bu itibar ve saygıyı oluşturacak biçimde düzenlenmeli ve geliştirilmelidir. Öğretmene şiddet, bugün okullarda yaygın bir sorun hâline gelmiştir. Maalesef bugün öğretmenler saldırılara karşı savunmasızdır. Eğitim kurumlarında güvenlik tedbirleri yeterince alınmamakta, sorumluluk öğretmenlere ve yöneticilere bırakılmaktadır. Bakanlık, eğitimcilere yönelik her saldırının sıkı takipçisi olmalı; kendi personelinin yanında olduğunu göstermeli ve nerede duracağı belli olmayan şiddet olaylarının bir an önce son bulması için gerekeni yapmalıdır.
Eğitim yönetiminde kariyer liyakat esaslı olmalıdır
Eğitim kurumları yönetici görevlendirme sürecinin, özellikle mülakat ayağının sorunlara ve yoğun bir dava sürecine neden olduğu, süreç titizlikle yürütülse dahi kamuoyunda olumsuz algılara neden olarak Bakanlığı yıprattığı görülmektedir. Bu husustaki en büyük problem, bahse konu yönetmeliğin ve öncesinde çıkartılan çok sayıda yönetmeliğin sendikalar tarafından dava konusu edilmesi, aday seçimi ve görevlendirme usulü gibi yönetmeliğin pek çok can alıcı hükümlerinin mahkemelerce yürütmesinin durdurulmasına ve iptaline karar verilmiş olmasıdır. Açılan bu davalar ile dava konusu edilen hükümlere istinaden tesis edilen bireysel idari işlemlere karşı açılan bireysel davalarda verilen kararlar, yönetici görevlendirme sürecini iller bazında sekteye uğratmaktadır. Diğer önemli bir sorun ise, yönetici görevlendirme konusunda uzun vadeli bir perspektif ve kalıcı bir sistem inşa edilemediği için, yönetici atama/görevlendirmeye ilişkin son on yılda pek çok kez yeni yönetmeliklerin yürürlüğe konulması, hatta uygulanmaksızın yürürlükten kaldırılan yönetmeliklerin mevcut olmasıdır. ‘Eğitim Yönetiminde Liyakat ve Kariyer Sistemi’ raporumuzda da dikkat çektiğimiz üzere, eğitim yönetiminin taraflarından olan öğretmenler, eğitim yöneticileri ve denetim elemanlarından oluşan komisyonlardan alınan görüşler ve akademik araştırmaların incelenmesi sonucunda liyakat ve kariyer esaslı bir eğitim yönetimi sistemi oluşturulmalıdır. Eğitim yöneticilerinin yeterlilikleri ve mesleki standartları tanımlanmalı, eğitim yöneticiliği ‘ikinci görev’ değil meslek olmalı, hizmet öncesi ve hizmet içinde müdürler değil ‘eğitim liderleri’ yetiştirilmeli, objektif ve adil bir seçme ve atama sistemi kurulmalıdır.
Mağdurlar haklarına kavuşturulmalı, itibarları iade edilmelidir
Öncelikle eğitim gündemi olağan hâle getirilmelidir. Terör örgütlerinin bertaraf edilmesine, elemanlarının ve uzantılarının siyasal zeminden kamu düzenine, kamu personel sisteminden ekonomik sisteme bütün alanlardan tasfiye edilmesine yönelik faaliyetler, demokratik işleyişin, hukuk düzeninin ve insan haklarına dayanan toplumsal hayatın korunması amacıyla hukuk kurallarına bağlılık ve adaletin tesis edilmesi ekseninde hassasiyetle ve hızla yürütülmelidir. Bylock ile ilgili kurulan kumpas nedeniyle söz konusu programı kullanmadığı anlaşılan, yaklaşık 15 aydır açıkta olduğu hâlde hakkında hiçbir işlem tesis edilmeyen ve hâlâ açıkta bekleyen, haksız yere ihraç edildiği hâlde yargı kararları ve teknik inceleme neticesinde masum olduğu ortaya çıkan kamu görevlileri ivedilikle adalet bekliyor. Bakanlık, bylock kullanmadığı teknik olarak ispat edilen kamu görevlilerinden KHK ile ihraç edilenler için acil iade sürecini başlatmalı, yeni gelişmeler ışığında hızlı değerlendirmeler yapmalı, mülki idare amirliklerince yapılan açığa alma işlemlerinin sona erdirilmesinde aktif rol üstlenmelidir. Kumpaslar neticesinde veya kişisel garezlerle haksız yere ihraç edilen veya açığa alınan kişilerin eski görev ve kadrolarına dönmelerini sağlamak adaletin gereğidir.
Öğretmen ihtiyacı ivedilikle karşılanmalıdır
Son yıllarda hatırı sayılır öğretmen atanmasına rağmen önemli sayıda öğretmen ihtiyacı olduğu da bir gerçektir. Norm fazlası öğretmenlerin eş vb. gerekçelerle ihtiyaç duyulan yerlere gidemeyeceği dikkate alındığında reel öğretmen ihtiyacı 120 bin civarındadır. Bakanlık, daha fazla öğretmen istihdamı gerçekleştirmelidir. Eğitimde reformların kalıcı olması, okullarda boş ders kalmamasına ve sınıflarda sadece kadrolu öğretmenlerin bulunmasına bağlıdır.
Farklı istihdam modellerinden vazgeçilmelidir
632 sayılı KHK ile kadroya geçirilmeden evvel var olan sözleşmeli öğretmen sorunlarının şimdi yeniden ortaya çıktığı görülmektedir. Eğitim kurumlarında öğretmenler arasında kadrolu/sözleşmeli şeklinde ortaya çıkan ayırım kurum içi çalışma barışını bozmaktadır. Bu durum, öğretmenlerin verimliliğini düşürmekte; aynı niteliklere sahip ve aynı görevi ifa eden insanlar arasında bir nevi kast sistemi oluşturmaktadır. Sözleşmeli olarak istihdam edilenler kadrolu olanların sahip olduğu özlük haklarına sahip olmadıklarından, hak kayıpları ve mağduriyetler pek çok davaya neden olmanın yanında Bakanlığa olan güveni de azaltmaktadır. Sayı arttıkça, farklı istihdamdan kaynaklı sorunlar da artacaktır. Yer değişikliği başta olmak üzere, kadrolu öğretmenlerin sahip oldukları hakların tanınmaması, Bakanlığı yoğun bir dava sürecinin içine çekmektedir. Bakanlık, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasından vazgeçilmeli, atamaları kadrolu olarak yapmalıdır.
Kamu vicdanını yaralayan mülakatla öğretmen atama yöntemi sona erdirilmelidir
Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte Türkiye’deki öğretmen istihdamı süreçlerine sözlü sınav aşaması da ilk kez dâhil edilmiştir. Uygulamanın başladığı ilk günden itibaren sözlü sınav kamuoyunda tartışılmaktadır. Özellikle, çok sayıda sözlü sınav komisyonu olması, sınav komisyonunda bulunanların yeterlilikleri, sınavlarda sorulan sorular gibi konular kamuoyunda sıklıkla gündeme gelmektedir. Genel olarak, binlerce adayın çok sayıda farklı komisyon tarafından kısa süreli bir sözlü sınava tabi tutulmasının hem nitelikli öğretmen seçimine hizmet etmediği hem de adalet duygusunu zedelediği şeklinde genel bir kanı bulunmaktadır. Tek başına sözleşmeli öğretmenlik uygulaması çok ciddi bir sorun iken, atanacak öğretmen seçiminin mülakatla yapılması, yapılan mülakatlar çerçevesinde adayların kazanma ya da kaybetme nedeninin objektif bir şekilde izah edilememesi, yıllarca emek vererek okumuş ve birçok yazılı sınavdan geçmiş öğretmen adaylarının farklı komisyonlarca bir kaç dakikalık mülakatla elenmesi adalet duygusunun zedelenmesine neden olmaktadır. Mülakat uygulaması yerine daha adil, hakkaniyetli, ehliyet ve liyakat ölçülerine göre bir istihdam modeli hayata geçirilmelidir.
Öğretmeni aktör olarak görmeyen performans değerlendirmesi kabul edilemez
Öğretmen Strateji Belgesi, paydaşlarca istişare edilip revize edilmeye muhtaç, yürütülebilirliği tartışmalı bir belgeyken, bu belgede toplumsal mutabakatla eleştiri konusu edilen performans değerlendirmesinin alelacele uygulamaya konulması telafisi zor zararlara sebep olacaktır. Kanuni dayanağı olmayan, öğretmene, öğrenciye ve eğitime somut hiçbir katkısının olmayacağı açık olan performans değerlendirme sistemini uygulamaya koymaktaki ısrar, hatalara ve mağduriyetlere yol açacaktır. Öğretmene not vererek değerlendirme çabası, daha önce farklı bir şekilde denenmiş ve okullarda huzurun kaçtığı, motivasyonun bozulduğu, iş barışının sarsıldığı çok net bir şekilde görülmüştür. Sicil notu uygulamasında verilen sicil notlarına ilişkin mahkeme içtihatları, bu türden değerlendirme süreçlerinin yürütülebilir olmadığını ortaya koymuştur.
Motivasyon üretmek yerine motivasyonu bitirmek anlamını taşıyan bir içerikle performans sistemi kurulacağını düşünmek, hem yorucu hem de yıpratıcı süreçlere kapı aralayacaktır. Sınıfta ter akıtan bir öğretmeni çalışmadığı iddiasıyla yaftalamak yerine fedakârlığı ve başarısı görülmeyen bir öğretmeni bulup ödüllendirmek daha iyi bir kamu hizmetinin anahtarıdır. Bu itibarla performans değerlendirme uygulaması Öğretmen Strateji Belgesi’nden de uygulamadan da kaldırılmalıdır.
Öğretmenlerin motivasyonunu artıran bir kariyer sistemi oluşturulmalıdır
Anayasa Mahkemesi’nin Öğretmenlik Kariyer Basamaklarında Yükselme uygulamasına ilişkin verdiği iptal kararı ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun mahkeme kararıyla kariyer basamağı unvanı elde edilemeyeceği noktasındaki içtihadı sonrasında kariyer basamakları sürecinin yasal belirliliğe kavuşturulmaması, adeta unutulmaya terk edilmesi, pek çok hak kaybına neden olmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin kararından bu yana öğretmen kariyer basamaklarına ilişkin uygulama yapılmamaktadır. Öğretmenler haklı bir beklenti içerisindedir. Bu çerçevede paydaşların görüşleri ve talepleri doğrultusunda herkesin yararlanmasına açık, özgün, maddi ve manevi açıdan tatminkâr, öğretmenlerin niteliğinin artırılması bağlamında gerçekleştirilecek politika süreçlerinde kariyer basamakları sistemine yeniden ve ivedilikle işlerlik kazandırılmalıdır. Ekim 2009 tarihli Kurum İdari Kurulu’nda “Kariyer basamaklarında yükselmeye yönelik olarak Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği hükümler göz önünde bulundurularak, yeniden uygulayabilmek amacıyla ilgili mevzuatında gerekli değişikliklerin yapılarak sınav açılmasına yönelik çalışmaların başlatılarak en kısa zamanda sonuçlandırılması” kararı artık hayata geçirilmelidir.
İstihdamda zorluk çekilen bölgelerde cezbedici yöntemler uygulanmalıdır
İstihdamda güçlük çekilen bölgelerde en önemli sorun, kalıcı öğretmen istihdamının sağlanamamasıdır. Söz konusu bölgelerde bir öğretmenin görevde kalma süresi ortalama 1,5 yıldır. Bu durum, ilkokul dönemi başta olmak üzere, eğitim ve öğretimde ciddi sıkıntılara sebebiyet vermektedir. Bu bölgelerdeki öğretmen açığının kapatılması amacıyla zorunlu hizmet yükümlülüğü getirilmesine rağmen, bunun kalıcı bir çözüm getirmediği görülmektedir. Eğitim çalışanlarına, zorunlu hizmet bölgelerinde görev yapmaları halinde illerin mahrumiyet durumlarına göre ilave özel hizmet tazminatı ödenmesi, hem bölgenin eğitim çalışanı açığının kapatılması bakımından hem de bölgenin zorluğuna göre eğitim çalışanının yaşamış olduğu mağduriyeti gidermesi bakımından zaruret arz etmektedir. 18. Milli Eğitim Şurası’nda alınan “ayrıca zorunlu hizmet bölgelerinde çalışanlara ‘zorunlu bölge hizmet tazminatı’ ödenmelidir” kararı doğrultusunda, öğretmen ihtiyacının karşılanması amacıyla, zorunlu hizmet bölgelerinde istihdam edilen öğretmenlere, illerin veya yerleşim yerlerinin sosyal, ekonomik, kültürel ve ulaşım imkânları dikkate alınarak kalkınmada öncelikli hizmet tazminatı verilmesi amacıyla ilgili mevzuatlarında gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Toplu sözleşme taleplerimiz arasında da yer alan bu teklifin hayata geçirilmesi, öğretmen açığı sorununu büyük oranda çözecektir.
Eğitim yöneticileri işveren muamelesi görmemelidir
Sosyal güvenlik, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı çerçevesinde mesleki ve teknik eğitim veren kurumlar başta olmak üzere, eğitim kurumlarının müdürleri, işveren/işveren vekili sayılmakta; bu durumda (işletmelerde mesleki eğitimi bırakan öğrencinin/işletme sahibinin zamanında bilgi vermemesi gibi) kendi kusurlarından kaynaklanmayan hâller nedeniyle yüklü miktarda idari para cezalarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Eğitim kurumları müdürlerinin kasten işlenenler hariç olmak üzere, bireysel sorumluluklarını gideren bir düzenleme konusunda SGK ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı nezdinde adım atılmalıdır.
Yapılan alan değişikliği çözüm getirmemiş, problemi büyütmüştür
Alan değişikliğinin sadece 540 saatlik Zihinsel Engelliler Sınıfı Öğretmenliği Eğitim Programı’nı tamamlayanlar ve kapatılan alanlarda görev yapanlarla sınırlı tutulması, eğitim çalışanlarını hayal kırıklığına uğratmıştır. Bakanlığın alan değişikliğinin kapsamının dar tutulmasının gerekçesi olarak potansiyel öğretmen adaylarının mağdur edilmemesini göstermesi ise başlı başına hatalı bir söylemdir. Bununla, bir taraftan bütün öğretmen adaylarına ilerleyen zamanlarda Bakanlık kadrolarına atanabilecekleri yönünde hatalı bir mesaj verilirken, diğer yandan mesleki iç çatışma algısı oluşturulmak suretiyle mesleğin itibarı zedelenmektedir. Bakanlık, alan değişikliği taleplerini net bir şekilde ortaya koyacak bir projeksiyon çalışması yapmalı, alanlar itibarıyla arz ve talebi ortaya koymalı ve ilk atama/alan değişikliği arasında bir orantı kurarak talepleri bu şekilde karşılamalıdır.
5. sınıflarda yabancı dil ağırlıklı eğitim heveslere değil gerçeklere dayanmalıdır
Pilot uygulamanın yapılacağı bazı okulların eğitim-öğretimin başlamasından bir gün önce belirlenmesinden anlaşılacağı üzere, hazırlığa ilişkin uygulanabilir bir takvim söz konusu olmamıştır. Yabancı dil öğrenme ve kullanma becerisinin yanında diğer dersler ve öğrencinin gelişimi açısından nasıl bir etki meydana getirdiğini analiz etmeye imkân verecek değişkenlerin öngörülmemesi de pilot uygulamanın değerini azaltmaktadır.
Pilot uygulamada önemli bir rol üstlenen öğretmenler ve eğitim yöneticileri, uygulama hakkında yeterince bilgilendirilmediği, pilot uygulamaya ilişkin herhangi bir hizmet içi eğitim almadıkları gibi, uygulamada karşılaşılan güçlükler konusunda da adeta kaderleri ile baş başa bırakılmışlardır. Pilot uygulamanın mantığına uygun olarak belirlenmiş standartlar, sistematik bilgilendirme ve dönüt alma, sorunlara yerinde ve zamanında müdahale gibi koordinasyon gerektiren bir mekanizma olmadığı için, birlik sağlanamamış, adeta pilot uygulama olma özelliğini kaybetmiştir. Sürecin bu şekilde bir pilot uygulama dâhilinde dahi yürütülmesi mümkün görünmemektedir. Öğretim programı yeniden elen alınmalı, acilen ders materyali üretilip dağıtılmalı, bütün 5. sınıflar yerine öğrenci farklılığını gözeten kısmi bir uygulama düşünülmelidir.
Rehberlik hizmeti öğretmenlik üzerine değil psikolojik danışmanlık üzerine kurgulanmalıdır
Rehberlik hizmetleri, yeni yönetmeliğe rağmen hâlâ bir sorun alanı olmaya devam etmektedir. Sorunun temelinde eğitim kurumlarındaki psikolojik danışmanlık ve destek olgusuna olan hatalı yaklaşım yatmaktadır. “Rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetleri” eğitim kurumlarının eğitim-öğretim etkinlikleri bütünlüğü içinde konumlandırılmıştır. Bu anlayışın doğal sonucu olarak da psikolojik danışmanlar, kendi asli mesleklerinden ve mezun oldukları yükseköğretim programlarından kopartılarak “rehber öğretmen” adı altında kurgulanmıştır. Oysa sundukları hizmetlerin, öğretmenlik mesleğinin asli fonksiyonlarından tamamen farklı olduğu açıktır.
Rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetleri, niteliği gereği sürekli gözlem ve süreç takibi esasına dayanan, dolayısıyla yer ve zamana bağlı kılınması, belli bir zaman diliminde ifa edilerek tamamlanması mümkün olmayan faaliyetlerdir. Bu itibarla rehber öğretmenliğin diğer branşlarla arasında nitelik, içerik ve yöntem yönleri başta olmak üzere, çok sayıda farklılık olup sunulan hizmetin gereği olarak bunlar doğal farklılıklardır. Bu farklılıklardan hareketle rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetleri ve/veya rehber öğretmenlik branşının farklı düzenlemelere tabi tutulması gerekmektedir. Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından düzenlenen “okul psikolojik danışmanlığı” yeterlilikleri gözetilerek, mesleki yeterlilikler ile görev tanımlarının ve çalışma şartlarının yeniden düzenlenmesi, asli görevleriyle bağdaşmayan ilave yüklerin üzerlerinden alınması yerinde olacaktır.
Ortaöğretime geçiş sürecinde doğacak problemler şimdiden öngörülmelidir
Bakanlık tarafından TEOG’un yerine getirilen yeni ortaöğretime geçiş sisteminde tüm öğrencileri merkezi olarak sınava sokan ve yerleştiren bir geçiş sistemi yerine bu yeni sistemde öğrencilerin sadece bir kısmının sınavla yerleştirilecek olması ve sınavın isteğe bağlı olması, sınav stresini azaltması yönüyle olumludur. Bu gelişmelere rağmen, açıklanan yeni sistemde geliştirilmesi gereken bazı hususlar vardır: Merkezi sınavla öğrenci alacak okulların belirlenmesinde özellikle nüfus ve kentin büyüklüğü gibi nesnel kriterler mutlaka dikkate alınmalıdır. Fen liseleri ile sosyal bilimler liselerine ek olarak bazı Anadolu liseleri, meslek liseleri ve imam hatip liseleri de merkezi sınavla öğrenci almalıdır. Sınavsız yerleşecek öğrencileri yerleştirmede katı bir merkezi yerleştirme anlayışı yerine daha esnek bir yaklaşım benimsenmelidir. Ortaöğretime yerleşme ile ilgili iş ve işlemler merkezi olarak Bakanlık tarafından değil, il ve ilçe millî eğitim müdürlükleri tarafından yürütülmelidir. Böylece, öğrenci ve ailelerin tercih ettiği okul türüne göre ikametlerine en yakın okula yerleştirilmeleri için yerel imkânların maksimize edilmesi amaçlanmalıdır. Zira hangi muhitte hangi okul türüne ne kadar talep olduğu önceden bilinmediği için, yaz başında netleştirilecek talepler doğrultusunda ve demokratik eğitim anlayışı çerçevesinde, il ve ilçe millî eğitim müdürlükleri söz konusu taleplere uygun bir arz oluşturmalıdır. Aksi hâlde, mevcut arz ile talep arasında büyük bir makas söz konusu olabilir.
Sınavsız yerleştirme işlemi yapılacak okullara katı bir kontenjan/kapasite sınırlaması konulmamalıdır. Aksi hâlde, öğrencinin evinin en yakınındaki okula yerleşmeme ihtimali söz konusudur. Bundan dolayı, öğrencinin evinin en yakınındaki tercih ettiği okul türüne adrese dayalı olarak yerleşmesi esas olmalıdır.
Okulların bütçe ihtiyacı karşılanmalıdır
Eğitim-öğretim desteğinin sadece özel öğretim kurumlarıyla sınırlı tutulmaması, resmi öğretim kurumları ile resmi kurum öğrencilerinin de aynı destekten faydalanması sağlanm7alıdır. Bu durum, resmi öğretim kurumlarının niteliğinin artırılmasına ve nitelik artışı getirecek rekabetin gelişmesine olumlu katkı sağlayacaktır.
Hâlihazırda eğitim kurumları yönetimlerinin kullanımına tahsis edilmiş bir ödenek mevcut değildir. Hizmetli/özel güvenlikçilerin ücret, vergi ve sosyal güvenlik primleri, basit onarım, günlük rutin giderler, internet faturaları ödemeleri, sosyal faaliyetler için yol ve benzeri giderler, kırtasiye masrafları gibi zorunlu harcamalar, Okul-Aile Birliklerine yapılan bağışlardan karşılanmaktadır. Bu durumda da okul yöneticilerinin, Bakanlık genelgeleriyle bağış konusunda eli kolu bağlanmaktadır. Okulların kendi kullanımlarına sunulmuş herhangi bir ödenekleri olmadığı dikkate alındığında, zorunluluk arz eden mal ve hizmet alımlarının ne şekilde karşılanacağı sorunu halen izaha muhtaç olup çözüm beklemektedir.
Kamu görevlilerine kılık-kıyafet dayatılmamalı, darbe ürünü yönetmelik kaldırılmalıdır
Kamusal alan yalanıyla yıllarca kadınlara ve kız öğrencilere uygulanan kılık-kıyafet dayatması, verdiğimiz mücadele, yaptığımız eylem ve etkinlikler sonucunda kaldırılmış, kamuda çalışan kadınlara yönelik ‘başı açık’ ibaresinin yönetmelikten çıkarılmasıyla kadının kamu hizmetine katılımında bir engel aşılmış; Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik’te de yapılan değişiklikle öğrencilere kılık-kıyafet dayatmasının kaldırılması son derece önemli bir adım olmuş ve bir yasak daha tarihe karışmıştır. Çerçeve yönetmelikte de acilen değişiklik yapılmalı ve sivil itaatsizlik gerekçelerimizden olan erkek kamu görevlilerine de kılık-kıyafet dayatmasından vazgeçilmelidir.
Bakanlık eğitimin paydaşlarına kulak vermeli, birlikte çalışmayı öncelemelidir
Bakanlığın bütün birimlerinin, özellikle siyasi ve idari liderlerinin, sendikalar ve diğer sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere, eğitim alanındaki diğer paydaşlarla daha etkin bir iletişim ve iş birliği içerisinde olması yönünde irade kullanmaları uygun olacaktır.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın yükseköğretim kurumlarıyla, akademik çevrelerle ve sendikalarla sık aralıklarla bir araya gelmesi, belirlenecek politikaların isabet oranının artmasını sağlayacak, kabul düzeyi yüksek kararların alınmasına yardımcı olacaktır. Özellikle, eğitim mevzuatını ve personeli ilgilendiren düzenleme ve uygulamalar, müfredat değişiklikleri gibi başat konularla ilgili çalışmaların ve alınacak kararların bu iş birliği ve paydaş sıfatı üzerinden birlikte gerçekleştirilmesi, sonuçların birlikte analizi ve sonuçlara dair eleştirilerin de birlikte üstlenilmesi gibi demokratik toplumlara özgü birlikteliği de beraberinde getirecektir.”