Evdeki çalışma masamın üzerinde Dergâh yayınlarından çıkmış, tam yirmi adet kitap var. Bunları satın alma yoluyla bir araya getirmedim. Hepsi de yayınevinin hediyesi ve hayatımda aldığım en güzel hediyelerden birisi diyebilirim. Her gittiği yerden mutlaka bir kitapla dönmeyi alışkanlık haline getirmiş biri olarak, bu sefer döndüğüm İstanbul’dan, kitapları ağırlıklarından dolayı getirmeyi göze alamadık ve kargoya verdik. Alamadık diyorum; çünkü yanımda aynı odayı iki gece paylaştığımız değerli dost, kıymetli akademisyen Doç. Dr. Erdoğan Erbay’da vardı ve bu işi birlikte yaptık.
Peki; Dergâh Yayınları niye vermişti bu kadar kitabı bizlere hediye olarak?.. Belki gazetelerin kültür ve sanat sayfalarını takip edenler okumuşlardır: “Ezel Erverdi ve arkadaşları tarafından kurulan Dergâh Yayınları, 35. yılına girdi. Aynı ocakta pişen ve pek çok yazarın yetişmesine öncülük eden Dergâh Dergisi ise 254. sayısını yayınladı.” Hemen ekleyelim ki; yine aynı ocakta pişen ve mensupları nerdeyse aynı olan Hareket Yayınlarının ise 45'inci yılı kutlandı yapılan bu faaliyet çerçevesinde…
Fatih Belediyesi Topkapı Kaleiçi Sosyal Tesisleri'nde 24.04.2011 pazar günü gerçekleştirilen bu müstesna etkinliğe davet edilmemiz, Muammer Çelik ağabey vasıtasıyla oldu. Günler öncesinden haberdar edildiğimiz ve örneğine pek rastlanmayan bu güzel buluşmaya katılmak için, 23 Nisan sabahının erkeninde Muammer ağabeyle havaalanına doğru yola düştüğümüzde, doğrusu yapılacak olan kutlamaya-Herhalde bu kelimeyi kullanmak yanlış olmaz.-, ülkemizin dört bir yanından ve özellikle de; yıllardır kitaplarını okuyup, sohbetlerini dinlediğimiz bu kadar kıymetli şahsiyetin gelebileceğini düşünmüyorduk. Edebiyatın ve kültürün, Orhan Okay, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Bilge Seyidoğlu, Ercüment Konukman, Emin Işık, Birol Emil, Muzaffer Civelek, Ali Birinci, Abdullah Uçman, Beşir Ayvazoğlu, Bekir Sıdık Soysal, Bekir Erdem ( Hemşerimiz, Erdem yayınlarının sahibi), Nuray Mert, Özcan Ünlü, Hayriye Ünal, Ali Ayçil gibi, daha bir çok tanınmış isim, Hareket ve Dergah'a ilk gününden bu güne kadar emekleriyle katkıda bulunanların çoğu oradaydı.
ERZURUM GURUBU
Erzurum grubu; Prof.Dr.Sıtkı Aras, Prof.Dr.Osman Gündüz, Prof.Dr.Mehmet Törenek,Doç.Dr.Dilaver Düzgün,Doç.Dr.Erdoğan Erbay,Doç.Dr.Sedat Adıgüzel,Yrd.Doç.Dr. Ahmet Özgür Güvenç ve Yrd.Doç.Dr. Gülhan Atnur, Muammer Çelik ve İsmail Bingöl’den oluşuyordu. Bunu yazmamızın ayrı bir anlamı olduğunu hemen kaydetmekte yarar var. Çünkü,
Dergâh Yayınlarının ve dolayısıyla onu çocuğu gibi büyütüp, her türlü ihtimamı göstererek bugünlere getiren Ezel Beyin Erzurum açısından ayrı bir önemi vardır. Cinis beylerinin bu hayırlı evlâdı, kurduğu yayınevi vasıtasıyla çıkardığı kitaplarla bir yandan ülkemizin kültürüne hizmet ederken, diğer yandan da “Erzurum Kitaplığı” adı altında çıkardığı kitaplarla, memleketine hizmet etmiştir ve etmeye de devam etmektedir.. Bilmem ki; onun gösterdiği bu vefaya karşılık verebilmiş midir bu şehrin insanları…Şunu da belirtmek gerekir ki, yıllar önce bir avuç olan Topçu’nun talebelerini bugünlere gelinceye kadar bir arada tutan, zaman içerisinde artmalarını sağlayan bu yayınlardır ve konuya olan katkısı gerçekten çok büyüktür. Balzac’ın;“
Millet,
edebiyatı olan topluluktur.” sözünde dile getirdiği unsurların, kitap haline getirilip, kaybolmaktan kurtarılması, bugünün insanının ve gelecek nesillerin hizmetine sunulması her türlü takdirin üstündedir. Bu söylediğimizin içinde şöyle bir yön daha gizlidir ki; öncesinde Hareket, sonrasında Dergâh ismiyle devam eden bu ocağın, diğerlerinden bir farkı vardır ve o da şudur ki; bu yürüyüşün adına “hareket ekolü” diyebileceğimiz belirlenmiş bir amacı ve ona yönelik bir misyonu vardır. Bu ekole mensup olanlar arasında şu isimleri sayabiliriz: Orhan Okay, Emin Işık, Ezel Erverdi, Ercüment Konukman, Ferruh Bozbeyli, Mümtaz Turhan, Mehmet Doğan, İsmail Kutlu, Mustafa Kök, İsmail Kara, Mustafa Kara.( Nurettin Topçu’nun Türk Düşünce Tarihindeki Yeri, Doç.Dr.Hüseyin Karaman,
www.hüseyinkaraman.net)
Yani sadece kitap basma ve karşılığında bir şeyler elde etme şeklinde bir noktaya yönelik değildir bütün bu yapılanlar… Bu yürüyüşü gelecekte de sürdürmenin çabası içinde olmanın temelinde; ülkesini sevmek ve bunun için vefa, sabır ve gayret göstermek vardır.
Bugün artık nerdeyse bütün mesaisini bu işe harcayan Ezel Bey, her ne kadar işlerin büyük bölümünü değerli oğlu Asım Beye devretmişse de, Mustafa Kutlu’nun tabiriyle, yine de proje yapmaktan hâlâ geri durmamaktadır. Hemen yeri gelmişken bir noktayı yazmadan geçmeyelim ki; aslında bu hizmet kervanının yürümesi için çalışan başkaları da vardır ve onların başında Mustafa Kutlu ve İsmail Kara’nın geldiği bir gerçektir.
İsmail Kara'nın sunumunu yaptığı toplantı, Ezel Erverdi'nin konuşmasıyla başladı. Toplantıda; Orhan Okay, Bilge Seyidoğlu, İnci Enginün, Zeynep Kerman, , Ercüment Konukman, Emin Işık, Birol Emil, Muzaffer Civelek, Ali Birinci, Abdullah Uçman ve Beşir Ayvazoğlu birer konuşma yaptılar. Bunun yayında; Orhan Okay, İnci Enginün ve Bilge Seyidoğlu hocalar için hazırlanan 'armağan' kitaplar ile yayınevinin yirmi yıllık çalışanı Mehmet Özdilek için hazırlanan kitap günün bir diğer sürpriziydi.
Orhan Okay Kitabı'nda; Hoca'nın çeşitli dönemlerinden fotoğraflar ve Nurettin Topçu ile Mehmet Kaplan'ın Orhan Okay'a yazdığı mektup örnekleri de yer alıyor. Armağan Kitaplardan ikincisi, Mehmet Kaplan mektebinden gelen hocalardan İnci Enginün için hazırlanmış. Armağan Kitaplardan bir diğeri ise Bilge Seyidoğlu için hazırlanan "Bilge Seyidoğlu Kitabı".
Dergah Yayınları 35. yıl hatırasına yayınevinin 20 yıllık emekçisi Mehmet Özdilek'le ilgili bir kitap neşrederek, emekçisine ve onun nezdinde bütün çalışanlarına teşekkür etmesi çok güzel bir vefa ve düşünce örneği… Dileriz; başkalarına da örnek olur.
Hareket Dergisinin 45, Dergâh'ın ise 35 yıllık geçmişinden sözeden konuşmacılar; bu başlangıçların yapılmasına vesile olan Nurettin Topçu’yu ve bu harekete destek verenlerin bir çoğunun hocası Mehmet Kaplan’ı bir kere daha sevgi, saygı ve hayırla andılar.
“Bir derginin hikâyesini anlatmak ilk sayısıyla başlamaz. Hele hele okul kimliği kazanan dergiler söz konusu ise rahatlıkla bir soyağacının izini sürebiliriz. Söz konusu olan Dergâh ise biraz daha eskiye, ‘adaş’ dergi olan Dergâh’a da bakabiliriz söz gelimi. 1921 ile 1923 arasında çıkan Dergâh Anadolucu bir dergi olması sebebiyle günümüzdeki adaşının da öncüsü kabul edilebilir. Yahya Kemal Beyatlı’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a özel bir kadroya sahiptir dergi. Ancak söz günümüzdeki Dergâh’tan açılacaksa, asıl başlangıç noktası Hareket Dergisi olmalı. Nasıl Büyük Doğu, Necip Fazıl Kısakürek ile özdeşleşmiş ise, Hareket de, Nurettin Topçu’nun şahsiyetinin mührünü taşır. 1939’dan 1982’ye kadar yedi dönem yayınlanan Hareket Dergisi, ismini Topçu’nun felsefesinin temel kavramlarından birinden alır. Dergi; Mart 1990’da ilk sayısı çıkacak olan Dergâh’ın da kurucuları olan Ezel Erverdi, Mustafa Kutlu ve İsmail Kara için bir okul görevi görür. Mart 1990 ise; Dergâh’ın okurla buluştuğu ilk sayıdır. Dergâh’ın Mart 1990 tarihli 1. sayısının sunuş yazısında “yerli, milli ve bağımsız” vurgusu yapılır.” (Edebiyatın has bahçesinde bir Dergâh, Sinan Kaplan, 27 Nisan 2011, Star Gazetesi)
Sayfalarında birçok genç şair ve yazara yer vererek, onların bu alanda tanınmalarına ve edebiyatımızda kendilerince bir yer edinmelerine imkân tanıyan Dergâh; çizgisini bugün de aynı şekilde sürdürmeye devam ediyor. Dileriz daha nice yıllar sürdürür bu yürüyüşünü…
GELELİM KONUŞMALARA…
İlk konuşmacı olarak mikrofona gelen Ezel Erverdi; onu yakından tanıyanların söyleyişiyle Ezel Bey; kısa konuşmasında, topluluğa teşekkür ederek, İsmail Kara’nın onu davet ederken yaptığı benzetmeye (“İkinci pir”; yani tarikati kuran değil ama, onu yeniden canlandıran kişi) vurgu yaptı, ardından da helallik istedi ve “Her türlü gösteriş ve nümayişin dışında, büyük kalabalıkların kabulüne yaslanmadan, her an büyük mahkemenin huzurundaymışçasına yaşayan” üstadına ne kadar sadık olduğunu bir kere daha gösterdi.
Orhan Okay Hoca konuşmasına; okuma alışkanlığının nasıl başladığına ve sonrasında; elde etmek istediği kitap için yanına gittiği hocası Reşat Ekrem Koçu’nun, kitabı kendisine verdikten sonra söylediği; “Bu akşam sana uyku yok.” sözünü yâdederek, kitaplarla olan dostluğun onu nerelere taşıdığından sözetti. Hoca; bu yaşında bile üretmekten ve çağrıldığı yerlerde konuşmaktan geri durmuyor. Meslek hayatının büyük bölümünü Anadolu’da geçirdiği halde, zarafeti, çelebiliği ve Türkçe'siyle İstanbullu kalmayı başaran ve şimdilerde yaşı seksene dayanan Prof.Dr.Orhan Okay’daki bu okuma ve yazma aşkının sonraki nesillere örnek olması gerektiğini düşünürken, yüzüne yayılan gülümsemeden yansıyan ışıltı onu daha bir sevimli hale getiriyor. Ömrünün otuz beş yılını Erzurum’a veren ve her seferinde de bundan duyduğu memnuniyeti dile getiren Hoca’ya; sağlığında hazırlanıp, takdim edilen “Orhan Okay Kitabı” için, ziyadesiyle güzel bir iş yapılmış denilebilir.
Rahatsızlığından dolayı sadece teşekkürle yetinen Prof.Dr.Bilge Seyidoğlu’nu; bugün artık kendileri de hoca olan Erzurum’daki öğrencileri bu bir araya gelişte yalnız bırakmadılar; ancak ayrılırken yıllarca ders aldıkları hocalarının durumunun onları üzdüğünü yüzlerinden okumak mümkündü. Hocalık ve idarecilik arasında koşturan, hiçbir görevden kaçınmayan, hem Erzurumlu ve hem de Erzurum sevdalısı olan Bilge Seyidoğlu’ya acil şifalar diliyor; adına düzenlenen kitabın ona bir nebze olsun iyi geleceğini düşünüyoruz. Çünkü hatırlanmanın böyle güzel bir tarafı olduğu unutulmamalıdır.
Bu toplantıda adına düzenlenen kitabın sunulduğu üçüncü kişi Prof.Dr.İnci Enginün’dü. Anladığımız kadarıyla; zaman içerisinde Dergâh’tan ayrılıp, başka kanallarda yürümeye ve kitaplarını oralarda bastırmaya çalışanlara sitemle başladığı konuşmasında, yapılan çalışmaların öneminden ve bu anlamdaki hayallerin büyüklüğünden sözeden Hoca; bu hayallerin bir çoğunu Ezel Erverdi ve arkadaşlarının maddi ve manevi bütün imkânlarını bu işe ayırarak başardıklarını, gelecekte ise bunu Asım Erverdi’nin yapacağını belirterek bitirdi kısa konuşmasını…
Prof. Dr. Zeynep Kerman ise; konuşmasında Hareket, Dergâh ya da Nurettin Topçu’dan farklı bir konuyu dile getirdi: Telif hakları… Eserlerin telif haklarının çok sıkıntı doğurduğunu, hiç olmazsa antolojiler için bu konuda bazı kolaylıklar yapılması gerektiğinden bahsetti. Her halde oradaki topluluk içerisinde, bu durumla ilgisi olan bir yetkili olabilir diye bunları söyledi. Dergâh yayınları 1968'den beri Türk edebiyatına üniversite hocası ve araştırmacı-yazar olarak hizmet eden Prof. Dr. Zeynep Kerman'ın emeğine bir saygı nişanesi olarak onun adına da bir armağan kitap hazırlamış. Bu kitap; “1970'lerden başlayarak üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı kürsülerine damgasını vuran, ‘Prof. Dr. Mehmet Kaplan ekolü’ diyebileceğimiz akademisyen neslinin yetişme şartlarına, bir kenarından ışık düşürmesiyle de ilgi çekicidir.” diyor; kitabın internetteki tanıtım yazısında…
Sonrasında; Topçu’nun en eski talebelerinden; İsmail Kara’nın takdim ederken söylediği gibi, ilk öğrencilerinden, eski parlamenter, Prof.Dr. Ercüment Konukman’a söz verildiğinde; bir dönem siyasette de ismi sık sık duyulan Hoca; Topçu’yu tanıdığı yıllardan başlayarak, milliyetçiler derneğinden ve hocanın vasıflarından, öne çıkan yönlerinden bahsetti. Bu arada internette kısa bir araştırma yaptığımda, Ercüment Konukman’ın Burç FM’de “Nurettin Topçu Konuşmaları” adı altındaki sohbetlerine rastladım. Hocasının fikirlerini bu şekilde anlatmaya devam ediyor olmak, vefa ve sadakat kelimelerini getiriyor akla… Bunlar arşivden dinlenebilir.
Emin Işık da yine Nurettin Topçu’nun ilk talebelerinden… Kendine has bir anlatım tarzı ve gerçekten sanata, kültüre, edebiyata dair engin birikimiyle hoca, dinleyenlerin dikkatini, anlattıkları üzerinde toplamasını bilen usta bir konuşmacı… Sıkmadan, aralara, yüzlerde küçük tebessümler bırakan anekdotlar serpiştirerek anlatımını sürdüren hocanın; Nurettin Topçu’nun bizzat kendisinden duyduğu, eğitim ve öğretime dair şu söz, bu işi yapanların kulaklarına küpe olacak nitelikte: “Kırk sene hocalık yaptım, mabede nasıl giriyorsam, sınıfa da öyle giriyordum.” Yani o kadar bilerek, kendini o kadar temiz tutmaya çalışarak ve yaptığı işin kutsallığına o kadar inanarak… Sadece sınıfta okuttuğu öğrencilerine değil, onun sohbet halkasından geçenlere bile baktığınızda, bu samimiyetin ortaya çıkardığı nüvenin yaşıyor olduğunu ve onu hayırla, sevgiyle ve güzellikle yaşatmaya devam ediyor olduklarını görmek bunun en büyük belirtisi değil midir? Ve sözünü yine güzel bir hatırayla noktaladı hoca:
“Üstadların arasında ufak bir kırgınlık vardır. Topçu rahatsızlanmış, hastanede yatıyor. Bir talebesi Topçu'ya; “Hocam; Necip Fazıl Bey ziyaretinize gelse, ne dersiniz?" diye sorar. Necip Fazıl’ın değerli bir kişi olduğunu söyleyen hoca; sevinçle karşılar bunu. Oradan ayrılıp Necip Fazıl'a gider ve üstada; “Nurettin Topçu sizin ziyaretinizi bekliyor, ne dersiniz? Üstad da kabul eder ve oradan Topçu’nun yanına giderler. Nurettin Topçu, kapıyı gören bir odada yatmaktadır. Necip Fazıl daha kapıdan girer girmez der ki: “Çocuk! Sen bu dünyada çok çile çektin, neden korkuyorsun, bir tekme at gir içeri!” Zaten Üstadın gözünde kim çocuk değildir ki! Topçu şöyle cevap verir: Deli oğlan o işi ancak sen yaparsın!..
Prof.Dr. Birol Emil’de Topçu’nun talebelerinden… Hayat hikâyesine bakınca; 1959- 1961 yılları arasında Erzurum Lisesinde öğretmenlik yaptığını görüyoruz. Güzel bir İstanbul Türkçe’siyle konuşan Hoca; mikrofonda en uzun kalan kişi oldu. Daha çok dostluğun öneminden ve aşk kadar aziz bir duygu olduğundan sözeden Emil; bunun ne olduğunu anlamak için Topçu’nun ve Mehmet Kaplan’nın öğrencilerine bakmanın yeterli olduğunu, Orhan Okay’ın da bu kişilerden biri olduğunu dile getirdi. Ayrıca; Dergâh yayınlarının ilim ve kültür hayatımıza yaptığı katkıların kelimelerle ifade edilemeyecek bir görevi yerine getirdiğini sözlerine ekledi.
1960-61 yıllarında İstanbul Erkek Lisesi’nde Nurettin Topçu’nun öğrencisi olan Prof.Dr.Muzaffer Civelek de; yolu Erzurum’dan geçenlerden… Yüksek lisans ve doktorasını, Palandöken’e sırtını vermiş, “beyazın nam saldığı” bu şehirde yapan Hoca; lisedeyken Topçu’nun denize bakarak mantık, felsefe derslerini anlatışından, Milliyetçiler derneğine gidişinden, Hareket dergisi döneminden sözedip, küçük bir hatırasını naklederek sözlerini tamamladı:
“Hocanın son zamanlarında birkaç arkadaş hocayı ziyarete gittiğimizde bizlere şöyle bir soru sordu:
“-Benim en çok hangi kitabımı beğeniyorsunuz?” Her birimiz kendimizce bir cevap verdik ama o beğenmedi ve şöyle dedi: “-Taşralı hikâye kitabımın son birkaç hikâyesi…” Bunlar da hoca metafizik manada bazı anlatımlarda bulunuyordu. Herhalde o günkü ruh hâline uygun bulduğu için böyle söylediğini düşündük.
İsmail Kara’nın, Topçu’nun üçüncü kuşak öğrencilerinden olarak takdim ettiği, şimdinin Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ali Birinci, “Sözün ne kadar büyük bir zenginlik olduğunu Hocanın sohbetlerinde anladım.” dedi. Sonrasında söyledikleri de söze, Hocaya, dostluğa dairdi ve birkaç cümlesi şunlardı: “Bazen bir söz söylersiniz, sizi başlarına alırlar, bazen bir söz söylersiniz öldürmek isterler. Bir parça gönül zenginliği aldım Hocadan… Bu insanlar ceset olarak aramızdan çıksalar dahi, ruhlarıyla içimizde yaşar, aramızda dolaşırlar. Dostluk yüz yüze bakmak değil, bir yüze bakmaktır. Bu yüz, hayatımızın bir döneminde Topçu olmuştur.
Prof.Dr.Abdullah Uçman; Hoca’yı nasıl tanıdığından ve 68 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesin de hocaları olan Mehmet Kaplan, Faruk Kadri Timurtaş ve diğerlerinden sözederek, hepsini bir kere daha rahmetle ve saygıyla yadetmemizi sağladı.
Beşir Ayvazoğlu ise; Nurettin Topçu’nun ve Mehmet Kaplan’ın öğrencisi olmasa bile, haklarında yazı yazan biri olarak mikrofona davet edildiğinde; doğduğu, büyüdüğü ve belli bir zamana kadar yaşadığı Sivas’tan bahsederek, o yıllarda okudukları arasında Hareket ve Yağmur Yayınlarının özel bir yeri olduğunu, edebiyat dünyasına açılmasını sağladığını ifade ederek, “Acaba bunlarla tanışmasaydık nerede olurduk?” diye düşünüyorum, dedi. Ve büyük değerleri hayatta iken takdir etmenin, kamuoyuna sunmanın çok güzel bir davranış olduğunu belirterek bitirdi cümlelerini…
Son sözü söylemeleri için; Asım Erverdi’yi ve adına kitap yapılan ve 20 yıldır bu kitaplara bir matbaacı olarak emek veren Mehmet Özdilek çağrıldığında; “Bir topluluk önünde daha önce hiç konuşmadım.” diyen oğluna, aynı masada bulunduğumuz babası Ezel Erverdi’nin uzaktan seslenişi, artık bu tür konuşmalara ve faaliyetlere hazır olması gerektiğini ihtar eder nitelikteydi: “Her şeyin bir ilki vardır.”
Bilgiyle ışığıyla aydınlanan Dergâh’ın daha nice yıllar ayakta kalmasını dileyerek…