İnsanoğlunun serüveninde, en çetin imtihan belki de kendini bulma ve o buluşu yaşama yansıtma meselesidir. Bugün size, ruhun derinliklerinden süzülen ve hayatın özüne dokunan bir hakikatten bahsedeceğim.
Mütevazılık, kibarlık ve minnettarlık... Bu üç haslet, modern çağın kibrine karşı adeta bir panzehir gibidir. Kendini bilen insan, tevazu ile yoğrulmuş bir karakterin sahibidir. Kibirden uzak, lakin vakarını muhafaza eden bir duruş... İşte medeniyet budur.
Açık fikirlilik ve sabır... Bu iki meziyeti, zamanımızın hızlı tüketim çılgınlığına inat, bir mücevher gibi saklamalıyız. Zira hakikate giden yol, sabırla örülmüş açık bir zihnin mahsulüdür. Samimiyetin ışığında yürüyen insan, kültürün derinliklerinde kendini bulur.
Cesaret ve merak... Bu ikisi olmadan ne bir medeniyet kurulabilir, ne de hakiki bir tefekkür... İyimserlikle beslenen sorgulayıcı akıl, insanı hakikatin kapısına taşır. Lakin bu yolculukta destekleyici bir ruh haline sahip olmak, belki de en mühim haslettir.
Egodan arınmış bir benlik... İşte bütün bu hasletlerin tacı... Kendini bilen, nefsini terbiye eden ve varlığını başkalarının varlığıyla anlamlandıran insan... Modern çağın en büyük yarasıdır benlik davası. Oysa ki insan, ancak benliğinden sıyrıldığı vakit hakiki manada var olur.
Bu hasletler, bir bütünün parçaları gibidir. Birbirini tamamlar, birbirini besler. İnsan bu hasletlerle donanırken, aslında kendi özüne doğru bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta karşılaştığı her zorluk, her sınav, onu daha da olgunlaştırır.
Netice-i kelam, bugünün dünyasında bu hasletleri yaşatmak ve yaşamak, belki de en büyük cihadımızdır. Zira medeniyet, bu değerlerin muhafazası ve ihyası ile mümkündür. İnsan, ancak bu hasletlerle bezendiği vakit, hakiki manada insan olur.
Ve nihayetinde, bu yolculuk bitmeyen bir tekamül sürecidir. Her gün yeniden başlar, her nefeste yeniden şekillenir. İnsan, bu hasletleri yaşadıkça, hem kendini hem de çevresini mamur eder. İşte hakiki varoluş budur..