Pek çoğumuz, çocukken yaz tatillerinde köyümüzü ziyarete gittiğimizde babaannelerimizin,
“Yavrum, haram yemeyin!” deyişini ya da kendi mısır veya ayçiçeği tarlalarımızın bulunmadığı mevkilerden bizi uzak tutmaya çalışmasını dün gibi hatırlarız.
Doğal olarak çocuk aklı ile “haram yemeyin” sözünün anlam derinliğini kavrayamaz,
oyun alanlarımızın bile belirleniyor olmasını, belki özgürlüğümüzün kısıtlanması ve yaşam alanımızın daraltılması olarak görür, gönül koyardık.
Oysa o ak yüzlü ve pamuk ellilerin yaptığı, Müslümanlık şuurunun basit köy yaşantısındaki
tezahürü ve günlük yaşantılarının her anında düstur edindikleri “haram lokma yememek” bilincinin torunlara aktarılmasından ve onları bu terbiye ile yetiştirme telaşından başka bir şey değildi. Ne kadar
arı, temiz ve süzme bir Müslümanlık! Esasen İslam’ın özünü sinesinde barındıran bir tavırdır bu, Allah’a güvenin, el emeği, alın teri ve helal kazancın kıymetinin, haramın kenarında dolaşmanın riskinin, haram yiyenin dünyasının da ahiretinin de berbat olacağının ve hepsinin ötesinde kul hakkının öneminin ifadesidir bu refleksel tavır.
Helal olmayan kazançtan kaçınan kişi bilir ki mikroorganizmaların rızkını dahi tekeffül eden Allah, onun rızkını da takdir etmiştir. Ona düşen bu rızkı, yine Allah’ın belirlediği helal usullerle kazanmaya çalışmak, bu çalışmasının karşılığını da bol bol vermesi için
Allah’a niyazda bulunmak ve akabinde de O’na şükretmektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın...” (Hud, 11/6.)
Bir başka ayette ise, “Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah'a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz
rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah'a şükredin.” (Bakara, 2/172.) buyrulmaktadır.
İkinci ayetteki “iyi ve temiz”den kasıt, yiyeceklerin temizleri ve kimsenin hakkı geçmeyerek meşru şekilde kazanılan helallerdir.
Peygamberimiz de “Ey insanlar! Allah’tan korkun ve (dünyalık) talebinizi güzel yapın!
Gecikmiş olsa bile hiçbir nefis rızkını tam olarak elde etmeden ölmeyecektir! Allah’tan korkun ve talebinizi güzel yapın! Rızkın helal olanını alın, onun haram olanını bırakın!” (İbn Mace, Ticarat, 2, 2144.) buyurmuştur.
En hayırlı rızık helal yoldan elde edilen, kişinin el emeği ve alın teri dökerek elde ettiği kazançtır. Bu hakikati beyan sadedinde
Peygamber Efendimiz, “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir lokma yememiştir.” (Buhari, Büyu, 15.) buyurur. Helal kazanç ile ilintilendirilen el emeği ve alın teri günümüzde nispeten sembolik ifadeler olarak değerlendirilmelidir.
Yoksa bu ifadelerin bizatihi kişinin bedensel gayreti ile yorularak ve alnı terleyerek elde ettiği kazançla özdeşleştirilmesi, insanlığın ihtiyaç duyduğu bütün alanlarda elde ettiği gelişmişlikte payı bulunan diğer pek çok meslek erbabının mesaisini kapsam dışı bırakır ki, kastedilen bu olmasa gerektir. Bu kapsama helal-haram mefhumunu gözeterek işini yapan demirci ustası ve rençper girdiği gibi, öğretmen, mühendis, doktor, avukat, bilim insanı ve siyasetçi vd. bütün meslek erbabı da dâhil olur.
Günümüzde helal olmayan kazanca karşı iştiyak artmış, en azından haram kazanç ile ilgili dikkatsizlik maalesef çoğalmış görünmektedir. Esasen bu vahim durum
Hz. Peygamber tarafından haber verilmiştir: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki,
o devirde kişi ele geçirdiği malın helalden mi, yoksa haramdan mı geldiğine aldırış etmeyecektir.” (Buhari, Büyu, 7.)
Yaşadığımız devir, helal ve haram mevzuunda Müslümanın daha da hassaslaşmasını gerektirmektedir.
Bu konuda gösterilecek hassasiyetin, iki şekilde davranış biçimine dönüşebileceğini
yine Peygamberimiz belirlemiştir.
Bunlardan birisi şüpheli şeylerden kaçınmak, diğeri ise haramın etrafında dolaşmamak, ondan uzak durmaktır. (Buhari, Büyu, 2.) Haram kazanç insan ile Rezzak olan Allah arasında perde olur, o kimsenin dünyevi ya da uhrevi konularla alakalı dua ve münacatı cevapsız kalır. Allah korusun, kişi kazancının kaynağına dikkat etmezse ahiret hayatında nasipsiz kalması mukadderdir. Bu feci
akıbeti de şöyle haber veriyor Rasulüllah
Efendimiz: Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir hâlde ellerini semaya uzatarak: “Ya Rabbi, ya Rabbi!” diye dua eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram (hâsılı) kendisi haramla beslenmiş olursa, böyle bir kimsenin duası nasıl kabul edilir?”
(Müslim, Zekât, 19.) Buna mukabil kazancının helal olmasına, zerre kadar haram ve kul
hakkı karışmamasına dikkat eden bir kimse için de bütün bariyerlerin ve perdelerin kaldırılacağı
ve bu şekilde varsa günahlarının affedileceği de bir başka nebevi müjdede şu ifadelerle yer almaktadır: “Kim elinin emeğini yiyerek gecelerse günahları affedilmiş olarak gecelemiş olur.” (El-Münziri, et-Terğib ve’t- Terhib mine’l-Hadisi’ş-Şerif, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1417, II/335.)
İşte torunun, komşusunun ağacından bir erik, tarlasından bir mısır almasının haramlığı hususunda ninelerimizin gösterdiği hassasiyet, aslında ecdadımızın iliklerine kadar işleyen İslam şuurunun, helal-haram bilincinin ve takvanın bir tezahürüdür ve asla ifrat olarak değerlendirilmemelidir. Bir kere o tek bir erik tanesi de olsa, bir tek mısır koçanı da olsa bize ait değilse ve sahibinin izni de yok ise helal değildir. O başkasının malıdır ve kullanma hakkı da sadece ona aittir; yani kul hakkı vardır onda; öyle olunca da izinsiz alınması haramdır.
Esas itibarıyla haram yoldan elde edilen pek çok kazanç ve menfaatte kul hakkı ve zulüm
mutlaka vardır. Arkadaşının izni olmadan eşyalarını kullanan ya da kopya çekerek sınıfını geçen öğrencinin kazancı haramdır ve kul hakkı yemiştir.
Bir buluşu, kitabı, şiiri ya da şarkıyı sahibinin izni olmadan almak, kullanmak, hele hele bunu çoğaltıp piyasaya sürmek haram kazançtır ve kul hakkını yemektir.
Bir ürünün kusurlarını söylemeden veya maliyetini yüksek göstererek satmak, haram kazanç elde etmek ve kul hakkı yemektir.
Bir memurun mesai saatleri içinde, mevzuatta tanımı yapılmamış bir işle meşgul olması veya devletin araç, gereç ve malzemesini özel işinde kullanması kazancına haram bulaştırması ve kul hakkı yemesidir.
Sözün özü haram kazanç günahtır. Haram lokma yiyen insan ilahî azaba düçar olur. Kul hakkı yiyerek haram kazanmak ise günahı katmerleştirir. Kamu mallarından, yani milletin malından haksız kazanç sağlamak ise herhâlde haram lokmanın ve kazancın en vahimidir. Bu ise insanı uhrevi iflasa ve neticede cehenneme götürür. (Buhari, Mezalim, 10; Müslim, Birr, 59.)