Alper Tan, Fatin Dağıstanlı ve Sadık Yalsızuçanlar’ın sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, son günlerdeki terör olaylarından, İslam coğrafyasında meydana gelen gelişmelere, Kudüs hutbesinden İslam’a zarar veren yapılara kadar birçok konuda açıklama da bulundu.
Başkan Görmez’in konuşmasından önemli satır başları şu şekilde;“Hiçbir kural, hukuk, ahlak ve merhamet tanımayan terör olaylarında hayatlarını kaybeden şehit kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum…”
Öncelikle Artvin’de meydana gelen sel felaketinde hayatlarını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Hem ülke olarak, hem İslam coğrafyası olarak, hem de insanlık olarak zor süreçlerden geçiyoruz. İçinden geçtiğimiz bu zor süreçte bilhassa Türkiye’de yeniden başlayan hiçbir kural, hukuk, ahlak ve merhamet tanımadan başlayan terör hadisesinde hayatlarını kaybeden şehit kardeşlerimize Cenab-ı Hakk’tan rahmet diliyorum. Ve bütün acılara rağmen daima kardeşlikte ısrar eden, birlikte, beraberlikte ısrar eden milletimizin başı sağ olsun diyorum. Cenabı Hakk bir an önce bu kötülüklerden uzak durmayı, beri olmayı, bu kötülükleri bertaraf etmeyi birlikte hepimize bir kardeşler topluluğu olarak bu toprakları vatan kıldığımız günden bugüne kadar nasıl birlikte barış içerisinde yaşadık, bundan sonra da bu şekilde yaşamayı Cenabı Hakk bizlere nasip eylesin.
“PKK İLE IŞİD ARASINDA ANLAYIŞ BAKIMINDAN BİR FARK YOKTUR…”
Maveraünnehir’de, Endülüs’te, Anadolu’da birlikte inşa ettiğimiz medeniyetin insan tasavvuru, insanın dokunulmazlığı bir ahlak ve hukuk içerisindeydi. Ama modern zamanlarda, kaotik ortamlarda, yaralı bilinçlerin çoğaldığı zamanlarda, şiddetin gölgesinde, insanlara baskıların olduğu dönemlerde insanlar kendilerine bu zulmü yapanları insan olarak görmemeye başlıyor, orada başka bir teolojiyi üretiyor, başka bir anlayış gelişiyor. PKK’nın ürettiği şiddetle, IŞİD’in ürettiği şiddet sonuçta aynı şiddet değil mi? Halbuki birisi diyor ki, ben diyor tamamen birtakım İslami referanslardan hareket ediyorum diyor. Öbürü de diyor ki, ben Marksist bir şeyden hareket ediyorum. Ama neticelere bakıyorsunuz neticede ikisinin de insan anlayışı aynı. Her ikisi de tamamen kökleri olmayan, modern zamanların paradigmalarıyla yetişen birtakım yapılar olarak karşılar. Aynı zamanda birbiriyle de çatışıyor, ama insan anlayışları, tabiat anlayışları, kainata bakışları arasında ikisinin arasında hiçbir fark yoktur. Birisi Allah’a inanıyorum diyor, ama onun ismini yad ederek bizzat kendisi gibi inanan kardeşini dahi öldürebiliyor, kesebiliyor, yok edebiliyor. Diğeri de başka bir sloganla yine uykudaki insanı gidip katledebiliyor, öldürebiliyor.
“TERÖR ÖRGÜTÜNÜN AMACI, İSLAM’A SADAKATLE BAĞLI OLAN KÜRT HALKINI İSLAM’DAN KOPARMA GAYRETİDİR…”
Malumunuz geçen hafta biz il müftülerimizin 31’inci toplantısını yaptık Ankara’da. Orada iki çağrımız oldu birisi bütün halkımıza birisi de Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde tarih boyunca irfanla toplumun münasebetini koparmamak için büyük çabalar sarf eden, hatta eğitimin din eğitimin yasak olduğu zamanlarda dahi birtakım kaçak, köçek yerlerde talebe yetiştiren bütün ilim adamlarına çağrımız oldu. Tekrar birbirimizin hukukuna sahip çıkarak, birbirimize yurt olarak birlikte inşa ettiğimiz o barış ahlakını, o birlikte yaşama ahlakını, yaşama hukukunu yeniden inşa etmek. Sadece devletten beklememek, aynı zamanda hep birlikte hareket etmek. Çünkü PKK terör örgütünün elbette binlerce çocuğumuzu katlettiği için, binlerce çocuğu eli kalem tutulacak binlerce çocuğu dağlara kaçırıp onlardan caniler yetiştirdiği için, onlardan kardeş katilleri yetiştirdiği için bir defa öncelikle bunun üzerinde durulması lazım. Aslında terör örgütünün en büyük zararı tarih boyunca İslam’a daima sadakatle bağlı olan Kürt halkını İslam’dan koparma çabası ve gayretidir, teşebbüsüdür aynı zamanda. Tarih boyunca zaman zaman sıkıntılar yaşanmıştır ama, bu terör örgütünü bizatihi Kürt kavmine verdiği zararı tarihte hiç kimse vermemiştir.
“TERÖR ÖRGÜTÜ, KÜRT HALKINI DÖNÜŞTÜRMEYE ÇALIŞIYOR…”
Kızının adını başka bir erkeğe telaffuz etmekten çekinen yaşlı amcaların kızları şimdi elinde silahla dağa çıkıyor. Eğer bu toplum bu şekilde dönüştürüldüyse hepimizin oturup bunun üzerinde düşünmesi lazım. Bu nasıl bir sosyolojidir, bunu kim gerçekleştirdi, nasıl oldu bu? Bu kadar camimiz, bu kadar okulumuz, öğretmenimiz, imamımız, müftümüz vardı, bu kadar alimimiz vardı, mollamız, hocamız vardı ne oldu da bunlar oldu? Evet, trajediler oldu, birtakım sorunlar yaşandı, ama bütün bu sorunlar üstesinden gelemeyeceğimiz sorunlar değil. Bizim hep birlikte bu yarayı sarmamız lazım ve barışta ısrar etmemiz lazım, barışın ahlakında ısrar etmemiz lazım, barışın hukukunda ısrar etmemiz lazım. Biz Çanakkale’de de beraberdik, biz bu toprakları birlikte vatan kıldık, her türlü ayrılığı, gayrılığı, fitneyi ortadan kaldırmak için her birimize görev düşüyor.
“KARDEŞLİK AHLAKI VE HUKUKUNU YENİDEN İNŞA ETMEMİZ GEREKİYOR…”
Bir tek çocuğumuzun bile canının yok olmaması için bir tek çocuğumuzun öldürülmemesi için ve bir tek çocuğumuzun başkaları tarafından dağlara kaçırılıp cani yapılmaması için her birimize görev düşüyor. Yani birlikte yeniden bir kardeşlik seferberliği başlatmamız lazım, ama sadece kardeşliğin edebiyatını yaparak değil. Hep sürekli ifade ettiğim gibi ahlakını ve hukukunu birlikte inşa ederek. 20 bin din görevlimiz var bizim o bölgede, Türkiye’de 100 bini aşkın arkadaşımız var. Başta şahsım olmak üzere üzerimize düşeni yapabilmiş değiliz. Bizim camilerimizde bir saniye oturmamamız lazım. Bu yarayı sarmak için herkese bir vazife düşüyor, herkesin üstüne düşeni yapmak için harekete geçmesi lazım.
“İSLAM’IN KENDİSİ, İÇİNDEN ÇIKAN BİRTAKIM NEVZUHUR AKIMLARLA VE DIŞARIDAN HAREKETE GEÇİRİLEN MÜHENDİSLİKLERLE BİR TEHDİT ALTINDA OLMAYA BAŞLADI…”
1979’dan bugüne kadar, bu son 10 yıllarda aynı zamanda İslam’ın kendisi tehdit altına girdi. İslam’ın kendi teolojik yapısı, kendi içinden çıkan birtakım nevzuhur akımlarla ve dışarıdan harekete geçirilen mühendisliklerle bir tehdit altında olmaya başladı. Bir var olmak ile yok olmak arasında bir mücadeleye mahkum bırakıldı. İslam’ın adeta genleriyle oynandı, bir taraftan da İslam coğrafyasının fay hatlarıyla oynandı. Sadece insanlar ölmedi, aynı zamanda bu coğrafyada tarih boyunca medeniyetler inşa eden o tarihi, dini, kültürel doku yok edildi. Azamiyenin ehli sünnet anlayışı yok edildi. Ebu Hanife’nin Bağdat’taki, Ebu Hanife’den önce ve sonra Bağdat’ta yüzlerce İslam okulu, İslam mektebi, İslam fikir mektebi inşa edilmişti ve onlar bizim medeniyetimize bugüne kadar hep hayat vermeye devam ettiler, o yok edildi. Necef-i Eşref’teki Şiilik yok edildi. Şiilikle ehli sünnet mektebinin, Ehli Beyt ile ehli sünnetin birlikte yakaladığı o barış ortamı yok edildi. Ehli sünnetle Ehli Beyt arasındaki o gergef gergef örülen, ilmek ilmek dokunan o birlik beraberlik ruhu yok edildi. Biz İslam coğrafyasında başımıza bir musibet geldiği zaman behemehal onun sebeplerini dışarıda aramak kolaycılığına kaçıyoruz. Dışarıdan olan sebepleri artık hepimiz biliyoruz. Yani bu saldırılar, işgaller, istibdatlar, bu işgallerin gölgesinde asırlarca yetişen yaralı bilinçler, yanlış eğitim sistemleri; bütün bunların sebeplerini de biliyoruz. Ama asıl harici hareketler, harici musibetler başımıza bir çorap örmek istediği zaman hangi zaafımızdan istifade ediyorlar, biz Müslümanların öncelikle o zaaflar üzerinde durması gerekiyor. Hangi zaaflar bizi bu hale getirdi?
“MÜSTAKİL KUDÜS ZİYARETİ İÇİN DİYANET ÇALIŞMALARA BAŞLADI…”
Biz ilk defa Mescid-i Aksa ziyaretini umre ziyaretinin bir parçası haline getirdik. Bu karar o mektuptan daha önemlidir benim için. Bu kararı almak için biz çok zorlandık, çok çalıştık. Çünkü ikiye ayrılmışlardı İslam âlimleri. Bir kısmı Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmenin doğru olmadığını, ziyaret ettiğiniz takdirde işgalin meşruiyetini tanıdığınızı, tanımak anlamına geldiğini ifade ediyordu. Ama bir kısım âlimler de bunun bilakis Mescid-i Aksa’yı sahipsiz bıraktığını, onlara terk ettiğini, Mescid-i Aksa’da yaşayan, Kudüs’te yaşayan Filistinli kardeşlerimizi tamamen sahipsiz ve yetim bıraktığımızı, bunun doğru olmadığını söylüyorlardı. Ben bu iki fikri de bir araya getirdim ve sonra iki fikri de bir noktada birleştirdim. Birleştirdikten sonra da vatandaşlarımıza ilanda bulunduk. Dedik ki; herhangi bir vatandaşımız Mekke’yi, Medine’yi ziyaret etmeden önce tıpkı atalarımızın yaptığı gibi Mescid-i Aksa’yı’da ziyaret edecek.
“DİYANET’İN KUDÜS’LÜ UMRE KARARI MESCİD-İ AKSA’DA SEVİNÇLE KARŞILANDI…”
Ayrıca müstakil Kudüs ziyaretleri için de Diyanet İşleri Başkanlığı çalışmalarına başladı. Bizim bu kararımızı Mescid-i Aksa’nın imamı Ebu Senine Mescid-i Aksa’da bir akşam namazından sonra cemaate ilan ediyor ve diyor ki; aziz cemaat, bugün size bir müjde vereceğim diyor. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı bir karar aldı, Mescid-i Aksa ziyaretini umre ibadetinin bir parçası haline getirdi, topluma ilan etti. Bundan sonra Türkiye’den kardeşlerimiz bizi yalnız bırakmayacaklar, Mescid-i Aksa onlarla şenlenecek diye ilan veriyor. Birden bütün camideki insanlar tekbir getiriyorlar, sevinçlerini ifade ediyorlar, bazıları da ayağa kalkıyor secdeye kapanıyor, şükür secdesi yapıyorlar.
“DÜŞÜNCEMİZ VE HİZMETİMİZ ŞAHIS MERKEZLİ OLMAKTAN ÇIKIP HAKİKAT MERKEZLİ OLMALI…”
Düşüncemiz ve hizmetimiz şahıs merkezli olmaktan çıkıp hakikat merkezli olmalı. Hakikati kendi tekelimizde görmeyip hakikate sahip olunmaz, hakikatin yolunda olunur anlayışı hakim olmalı. İslam kardeşliğini ihvan kardeşliğimizin üstünde tutmamalıyız. Kendi cemaatimize mensup olan kardeşimizle olan kardeşliğimizi İslam kardeşliğimizin önüne geçirmemeliyiz. Cemaate mensubiyetimizi İslam’a olan mensubiyetimizin önüne geçirmemeliyiz. Cemaat yapımızı bir güç tutkusuna, siyasi politik bir gayeye dönüştürmemeliyiz. Binlerce cümle kurabilirim, ama bütün bu söylediklerim aynı zamanda sivil dini yapılarımızın birer kusuru olarak önümüzde duruyor. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak da biz çerçevemizi böyle çiziyoruz, diyoruz ki, bu ülkede insanımıza hizmet eden, dinimize hizmet eden, Kuran’a hizmet eden, hizmet etmek için taşı taş üstüne koyan her kardeşimizin biz emrinde ve hizmetindeyiz. Ama eğer o hizmete olan mensubiyetinde İslam’ın belirlediği o ilkelerin dışına çıkarsa, hakikati kendi tekelinde görürse, Kur'an ve sünnet dururken hocamızın rüyalarıyla amel ederse yahut şeyhimizin rüyaları Kur'an ve sünnetin önüne geçer de farklı bir yapıya dönüşürse biz orada yokuz ve biz bunun da yanlışlığını mihrapta da, minberde de, caminin içinde de, caminin dışında da halkımıza anlatırız.
“TOPLUMDAN ALDIĞINIZ HAYIR HASENATI POLİTİK BİR GÜCE DÖNÜŞTÜRDÜĞÜNÜZ ZAMAN, MİLLETLE YAPTIĞINIZ ANLAŞMAYI BOZMUŞ OLURSUNUZ…”
Bugün bazı oluşumların İslam tarihinde, Diyanet’in tarihinde örneği yoktur. İnanç, ahlak ve eğitim diye yola çıkılmıştır, ama uluslararası politik bir aktöre dönüşme kararında birincisi kardeşlik yara almıştır, ikincisi İslam dini bundan çok büyük bir zarar görmüştür. Biz bunun camiye buluşmaması, cami hizmetine bulaşmaması için, cami cemaatinin arasında bir bölünmeye yol açmaması için gerçekten çok büyük bir çaba içerisinde olduk, ama yanlışa da yanlış demeye devam ettik. Çünkü hakikat hiç kimsenin tekelinde değildir, İslam’ın teolojisi bellidir, kaynakları bellidir, başka bilgi kaynaklarıyla başka şeyler inşa edilemez. Milletle bu hayır müessesesi ise, bu bir sivil toplum müessesesi ise ve kendi yapısını da çiftçinin, işçinin alın teriyle kazandığı kuruşlar üzerine bina etmişse, her biriyle bir mukavelesi vardır, her biriyle bir anlaşması vardır, o anlaşmanın şahidi bizzat Rabbimizdir. O anlaşmaya göre benim sınırlarım bu toplumun imanına, bu toplumun ahlakına, bu toplumun ilmine, irfanına hizmettir. Siz toplumdan aldığınız bu hayır hasenatı politik bir güce dönüştürdüğünüz zaman, uluslararası arenada da bunu böyle ifade ettiğiniz zaman, o zaman farklı şeyler ortaya çıkıyor ve her vatandaşla imzaladığınız o zımni muahedeyi de bozmuş oluyorsunuz.
“HANGİ RÜYA KURAN’IN VE SÜNNETİN ÖNÜNE GEÇEBİLİR…”
Gassalinin elindeki meyyit gibi başımızdaki insan ne hata ederse bu hataların mutlaka bir hikmeti vardır, Peygamberimizle görüşüyor, şöyle rüyalar görüyor demek demek İslami değildir. Bunların İslam akaidi nokta-i nazarında hiçbir geçerliliği yoktur. Kur’an ve sünnet dururken kimin haddine? Hangi rüya Kur’an’ın ve sünnetin önüne geçebilir? Dolayısıyla bu konuyu da, yani izleyen bütün kardeşlerimden istirham ediyorum, bunu artık bir bölünme, parçalanma, bir öfke ve nefret konusu olmaktan çıkarın. Ve biz bu hareketler olmadan önce de Müslümandık, olmadan önce de İslam vardı, benim varlığımla yokluğumun İslam için ne faydası olacak, ne zararı olacak? Biz beşeriz. Baki hakikatler fani şahsiyetler üzerine bina edilmez. Herkes o baki hakikate yönelecek, biz şurada hata yaptık diyecek, biz bu hatalardan beriyiz diyecek ve yolumuza devam edeceğiz.
“İMAN, EĞİTİM, AHLAK DİYE YOLA ÇIKMIŞ BİR HAREKETİN, BÜTÜN BU GAYELERİ BİR TARAFA BIRAKARAK POLİTİK HIRS VE GÜÇ PEŞİNE TAKILMASI DOĞRU DEĞİLDİR…”
40 yıllık bir iman, bir eğitim, bir ahlak diye yola çıkmış ve bu milletin alın teriyle, emeğiyle meydana çıkmış bir hareketin, bütün bu gayeleri bir tarafa bırakarak bir politik hırs, güç peşine takılması doğru değildir. Bunu bu makamda oturduğum için söylemiyorum, her birinin kardeşi olarak söylüyorum. İslam’ın hakikati bunu söylemeyi gerektiriyor.