Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Habertürk kanalından canlı olarak yayınlanan ‘Habertürk Özel’ programına konuk oldu. Gazeteci Belkıs Kılıçkaya, Nihal Bengisu Karaca ve Erdal Şen’in sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, son günlerde kamuoyunda sıkça yer alan konular hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
İslam coğrafyasının içinde bulunduğu durumu Mısır’da meydana gelen gelişmelerle birlikte değerlendiren Başkan Görmez, şunları söyledi;
“MISIR’DA MEYDANA GELEN İHTİLAL, MEŞRUİYETİNİ DİN ÜZERİNDEN SAĞLAMAYA ÇALIŞTI…”
Son yıllarda İslam coğrafyasını izlerken bir Müslüman olarak, sorumlu bir birey olarak ellerimizi duaya kaldırmaktan başka çarenin olmayışına insan çok üzülüyor. İslam coğrafyası zaman zaman çok zor süreçlerden geçti ama belki de bu kadar zor süreçlerden hiç geçmedi. Dışarıdan çok ciddi bir İslamofobia dalgası var. Bir nefrete dönüşüyor. Bu nefretin etkisi insanlar üzerinde sürekli artıyor. Bir taraftan da içerde medeniyetler çatışmasından medeniyetler içi çatışmaya doğru sürüklenen mezhep meşrep kavgaları var. Mısır, İslam coğrafyasında hem tarihi önemi itibarıyla hem bugünkü konumu itibarıyla son derece önem arz ediyor. Mısır’daki o sahneye girmeden önce en önemli hususlardan bir tanesi her şeyin meşruiyetini dinden almaya çalışması. Hem istibdat rejimleri meşruiyetlerini dinden almaya çalıştılar hem de demokratikleşme hareketlerine kaynaklık etti din. Son Mısır sahnesinde de gördüğümüz gibi ihtilaller de daha çok din üzerinden bir meşruiyet kazanma çabası içerisine girdi. Yani bu coğrafyada bütün iktidar oyunları meşruiyetini din üzerinden ortaya koymaya çalışması çok ciddi bir sorundur.
“EZHER ŞEYHİ AHMET ET TAYYİP’İN AÇIKLAMALARI EZHER’İN TARİHİ MEHABETİNE YAKIŞMAMIŞTIR…"
Ezher Şeyhinin açıklamasının dayanakları, açıklamasını yaparken başvurduğu deliller, İslam dünyasında çok muhteşem bir geçmişi olan Ezher’in içerisine düştüğü konum beni çok büyük bir üzüntüye sevk etti. Yüzyılın başında Ezher’e biçilen rollerde hep siyasi olmuştur. Ezher şeyhliğinin Mısır’daki konumu Anayasa’daki yeri Cumhurbaşkanlığından sonra ikinci konumdadır. Yüzyılın başında Osmanlı’dan sonra İslam dünyasında ortaya çıkan o dini otorite boşluğunu doldurmak için İngilizlerin de bizatihi teşvikiyle Ezher’e zaman zaman din üzerinden mühendislik yapılabilecek bir konum biçmek için bir çaba içerisine girildiğini araştırmacılar tüm yönleriyle ortaya koyuyorlar. Ezher’in mümkün olduğu kadar İhvan’dan ayrı bir yerde hatta ona karşı bir yerde durmasına daima çok önem verilmiştir. Ordu meşruiyetini Ezher’le tamamlıyor. Ezher Şeyhi Ahmet Et Tayyip’in iki gün önceki açıklaması Ezher’in tarihi mehabetine yakışmamıştır. Bir dini bir kurumun başındaki bir insanın sadece bir cümlelik dayanak zikrederek orada bulunmasını yakıştıramadım. Bu sefer ki ihtilalde işin siyasi boyutundan ziyade dini ve ilmi boyutlarıyla ilgili çok ciddi bir kırılma noktası olacaktır. Belki de araştırmacıların tahlil etmekte çok güçlük çekecekleri bir ittifak kuruldu. İlk defa Ezher, ordu, Kıptiler, Selefiler çok aşırı seküler kesim bütün bunların ittifakı ileride çok konuşulacaktır.
“İSLAMİYET’İ ANA YOL OLMAKTAN ÇIKARIP AŞIRI UÇLARA MAHKÛM ETMEYE ÇALIŞIYORLAR…"
İslamiyet’i anayol olmaktan çıkarıp uçlara mahkûm etme çabasının çok ciddi ilerlemeler kaydettiğini görüyoruz. Dünyanın muhtelif yerlerinde İslam’ın alt tezahürleri İslam’ı temsil etmeye kalkışıyor. Onların hiçbirisinin tarihi geçmişi yoktur. Hariciler gibi bir takım marjinal gruplar gibi bir takım dayanakları tarihten bulunabilir ancak hiçbir zaman İslam tarihinin ana dokusuna tesir etmemiştir ana yol haline gelmemiştir. Bilhassa son on yılda İslamofobia dalgasıyla birlikte medeniyetler çatışmasından medeniyet içi çatışmaya bir evrilme yaşadığımız bu dönemde dinler konusunda mühendislikler yapan mekanizmaların İslamiyet’i aşırı uçlara mahkûm etmeye çalıştığını görüyoruz. Savaşlardan işgallerden sonra ortaya çıkan marjinal dini gruplar sanki İslam’ın ana yolunun temsilcisiymiş gibi dikkate alınıyor. Bunların varlığı da bir taraftan batıda ortaya çıkan İslamofobiayı besliyor. Ayrıca İslamofobia dalgasının Müslüman ülkelerin içine gelmesine de neden oluyor.
“İLAHİ AŞKIN BOYUTUNU REDDEDEN BİR İDEOLOJİ HİÇBİR ZAMAN ÖZGÜRLÜKLERE YOL AÇACAK BİR İDEOLOJİ OLMAZ…”
Biz Müslümanların bir kusuru daha var. O da bütün sorunların sebebini hariçte aramak gibi bir zaafımız var. Evet, İslam coğrafyasının fay hatlarıyla hep oynandı. Oynanmaya devam edildi. Kültürel fay hatları gerçekten çok zorlandı. Sürekli Filistin-İsrail gibi gerilim alanları hep açık tutuldu. Harici unsurları sebep olarak unutmamak gerekir. Bunu kabul ediyorum ama bütün sebepleri de dışarıda aramak doğru değil. Ciddi bir özeleştiri yaparak bilhassa İslam coğrafyasında bizi bütün bu girdaptan kurtaracak olan külli aklımız, o külli akla yön verecek bilgi birikimimiz, o bilgimizin ne kadar hikmetle buluşup buluşmadığı, dinle hayat arasındaki ilişkiyi kurmakta başvurduğumuz metodolojimiz, insan yetiştirme, bilim adamı yetiştirme mekanizmalarımız, Ezherimiz, ilahiyat fakültelerimiz, İslam dünyasındaki şeriat fakülteleri bütün bunların bize mevcut üç şeyi sağlayıp sağlamadığını sormamız lazım. Birincisi, içerde yaşadığımız sorunları çözmeye yetiyor mu? İkincisi, bizi birlikte barış içinde yaşatmaya yetiyor mu? Üçüncüsü de, geleceğimizi inşa etmeye yetiyor mu? Müslümanların oturup bunlar üstünde çalışması lazım. İlahi aşkın boyutunu reddeden bir ideoloji hiçbir zaman özgürlüklere yol açacak bir ideoloji olmaz. Bütün bu özgürlükler içerisinde insanoğlunun sahip olduğu en büyük özgürlük inanç özgürlüğüdür, din özgürlüğüdür.
GEZİ PARKI OLAYLARI…
Ağaç, tabiat, çevre, kâinatın düzeni bütün bunlar çok güzel. Ama bütün bunları savunmak için yeni kuşağın kullandığı dil çok öfkeli. Sosyal medya marifetiyle yeni kuşağın kullandığı küfürlü, öfkeli dil özeleştiri sebebi oldu. Biz din adamı, öğretmenler, üniversiteler, okullar olarak yeni nesli kuşatacak bir gönül dili bulamamışız. Hadiseleri değerlendirirken en zor işlerden bir tanesi suçla masumiyetin birbirine karışması olmuştur. Artık yeni kuşaklar sadece annelerinden, babalarından, hocalarından öğrendiklerini sergilemiyorlar. Aynı anda birkaç dakika içerisinde başka ilden gelen bir arkadaşımızın haberi, bir tweeti, yahut dil biliyorsa Amerika’dan, İngiltere’den, Rusya’dan dünyanın muhtelif yerlerinden insanlardan aldığı bilgilerle donanıyor. Sürekli bir bilgi donanımına tabi tutuluyor. Orada bir enformatik cehalet oluşabiliyor. Oradan öfkeler üretilebiliyor. Haberlerin büyük bir kısmı yalan olabiliyor. Dolayısıyla belki bütün eğitimcilerin, hocaların, Diyanet İşleri Başkanı olarak söyleyeyim; biz bu kuşağa hitap edecek bir dile henüz sahip değiliz. O dili bulmak için büyük bir çaba içerisinde olmamız gerekiyor. Sadece cami cemaatine hitap etmek yetmiyor. Bilakis bu gençlerle çok güzel diyaloglar kurarak onları kuşatacak bir dile sahip olmamız gerekiyor. Üniversitelerimizin, Milli Eğitim Bakanlığımızın, bütün öğretmenlerimizin bu konu üzerinde düşünmesi gerekiyor.
BEZMİ ALEM VALİDE SULTAN CAMİ RAPORU…
Teftiş Kurulumuzdan iki arkadaşımızı aynı saatte görevlendirdik. Üç günlük güvenlik kameraları kayıtlarını an be an takip ettiler. Önce şunu ifade etmek isterim. Bir mümin olarak hasbel kader bu cübbeyi, bu sarığı giymiş bir din hizmetkârı olarak, herhangi bir olayda suçu ne olursa olsun dini, rengi, ırkı ne olursa olsun bir insan can havliyle yaralı olarak bir mabede sığınırsa o bize Allah’ın emanetidir. Ancak bizim burada kabul etmeyeceğimiz çok önemli bir husus var. İçinde her türlü şiddetin, kötülüğün bulunduğu bir kalkışma hareketinde Allah’ın evi olarak nitelendirilen bir mescidi, bir camiyi üs olarak, karargâh olarak, lojistik bir merkez olarak kullanabilir miyiz, kullanamaz mıyız? Üzerinde durulması gereken nokta burasıdır. Biz bunu kabul edemeyiz. Burada camimizin harimi ismetine tecavüz vardır. Bu doğru değildir.
İkinci bir husus, caminin bir masuniyeti vardır. Böyle bir mabede rastgele girilerek, içeride yapılmayacak her şeyi yaparak, mabet masumiyetini çiğnemek doğru değildir. Cami sadece namaz kılma mekânı değil, cami aynı zamanda özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın sembolüdür. Benim alnımı secdeye koyduğum yeri herhangi birisi sarhoş olarak ayağıyla tepeleyemez. Müminlerin secde ettiği mekânı herhangi birisi gelip ayakkabıyla çiğneyemez. Burada suç ve masumiyet birbirine karışmıştır. Caminin içerisinde her türlü hareket var. ‘Arkadaşlar burası Allah’ın evi’ diye ikaz eden insan da, ayakta duramayacak kadar sarhoş olmuş içeriye girip mihrapta oturan da, üstünü başını tamamen soyup orada gezinende, cami içerisinde kız arkadaşını öpen de, köşesinde oturup dışarı sakinleştiğinde dışarıya çıkmak isteyen de, edebiyle erkânıyla gidip köşede oturan da var. Camiye giren gençlerin bütün tavırlarını, düşüncelerini tekdüze olarak kabul etmek haksızlık olur.
CAMİDE BADMİNTON...
Biz geçen sene Gençlik ve Spor Bakanlığı ile bir protokol imzaladık. Amacımız, yazın binlerce çocuğumuz o tatil hakkını camide Kur’an’ı Kerim öğrenerek, Peygamberimizi öğrenerek, dinini öğrenerek geçiriyor, bu vakit onların tatil vakitleri. Bizim Diyanet olarak da bu konuda hassas olmamız lazım. O çocuklarımız 2 saat orada derslerini aldıktan sonra belki caminin yanı başında belki oraya yakın bir spor alanında spor yapabilsinler. Oyun alanları varsa o oyun alanlarını kullanabilsinler diye bir protokol imzaladık. Ancak burada Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü bu malzemeleri camiye getiriyor ve caminin içerisinde önce çocuklara gösterelim deniyor. Milas Ulu Cami’de mihrabın önünde fileler kuruluyor. Yetişkinlerin mihrabın önünde file kurarak, oyun oynamaları, onu da haber ajanslarını çağırıp kaydetmeleri, haber ajanslarının kayıtlarını da İngilizceye, Arapçaya çevirip bütün dünyaya servis etmeleri doğrusu beni son derece üzmüştür. Soruşturmada ilk gelen bilgiler bunun bir tertip olması. Bu bizi daha çok üzüyor. Camiye gelen çocuğun muhayyilesinde kötü bir iz bırakacak hiçbir davranışın, hiçbir din adamından, hiçbir cemaatten sadır olmaması lazım. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda o sahneyi mihrapta izleyen bir müftü olamaz. Böyle bir müftü, müftülük sıfatını kaybetmiştir benim nazarımda. Yetişkin iki hanımefendinin çocukların önünde fileyi kurarak oyun oynamasını ve bunun da kameralara çekilerek bütün dünyaya servis edilmesine izin veren bir müftü belki bir memur olabilir ama müftülük sıfatını kaybetmiştir.
ALEVİLİK KONUSU...
Alevilik konusu Sünnilerle Aleviler arasında bir konu değildir. Tarih boyunca da olmamıştır. Devletle Alevilik arasında yahut Alevi vatandaşlarımız arasında olmuştur. Bunun altını çizmek gerekiyor. Çünkü Alevi vatandaşlarımızın talepleri vardır. Bu taleplerin nasıl karşılanacağına dair bir düzenleme yapacak mekanizma doğrusu devlet mekanizmasıdır. Bu sorunu toplumsallaştırmaya yönelik olduğunu da artık hepimiz biliyoruz. Fakat o tutmadı, tutmaz da. Bütün bunlar bu sorunun farkında olan dâhili ve harici unsurların bu sorunu toplumsallaştırmaya yönelik çabalarından ibarettir. Bir defa onlar umutlarını kessinler. Bu ülkede bu olmaz.
"ALEVİLİK SORUNUNU DİNİ VE TEOLOJİK BİR TARTIŞMADAN OLMAKTAN ÇIKARIP HUKUK, DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI VE İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ BAĞLAMINDA ÇÖZÜLMESİ GEREKİYOR..."
Öncelikle bizim bu konuyu bir dini, teolojik tartışmadan çıkarıp hukuk, demokrasi, insan hakları, inanç özgürlüğü alanlarında halletmemiz gerekiyor. O alanlarda tartışmamız gerekiyor. İkincisi, herkes bu konuda konuşurken diline ve üslubuna dikkat etmesi gerekir. Kucaklayıcı olacak, kuşatıcı olacak. Kucaklayıcı, kuşatıcı, tanıyıcı bir dil bulmak zorundayız. Yapılacak en önemli hususlardan bir tanesi bu konudaki bütün gerilim noktalarını ortadan kaldırmaktır. Anadolu Aleviliği Sünniliğin zıddı değildir. Anadolu Sünniliğin de asla Aleviliğin zıddı değildir. Böyle bir kamplaşma bu ülkede yaşanmaz, ben buna inanmıyorum. Onun için bu gerilim alanlarını behemehâl ortadan kaldırmak gerekiyor. Herhangi bir vatandaşımız herhangi bir yerde bir cem evi yapmak ister. Müracaatını yapar. Müracaatını yaptığı mahalli idare bu görevi yerine getirip getirmeyeceğini İçişleri Bakanlığı’na sorar. İçişleri Bakanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı’na sorar. Diyanet İşleri Başkanlığı bunu dini bir mesele olarak görmediği için Din İşleri Yüksek Kurulu’na göndermez Hukuk Müşavirliği’ne gönderir. Hukuk Müşavirliği “İslam’ın tarih boyunca mabedi camidir başka ibadethane tanımıyoruz” der gönderir ve daha sonra tartışmalar başlar. Şimdi o ikilemden her birlikte kurtulmamız lazım. Cami-cem evi ikilemi, Alevi-Sünni ikilemlerinden kurtulmamız lazım. Herhangi bir Alevi vatandaşımız bu ülkede inandıklarından dolayı, inandıklarını yaşayamadığından dolayı. İnancına ait bir mekânı, bir duayı, bir niyazı, bir istiğfarı, bir salâvatı, bir erkânı, yerine getiremediği için kendisini ötekileşmiş, ikincil konuma düşmüş bir insan olarak görürse bundan her müminin vicdan azabı duyması gerekir. Cem evini caminin alternatifi, İslam’ın dışında farklı bir dinin mabedi gibi göstermek doğru değil. Bizim öteden beri üstünde durduğumuz en önemli hususlardan bir tanesi hep bu olmuştur. Bu asla cem evlerine karşı olduğumuzdan değil. Bu inanç bütünlüğümüzü korumak bakımından, çok önemsediğimiz bir konudur.
HAC KOTASI…
Suudi Arabistan her ülkenin nüfusunun binde biri olarak bir kota tanıyor. Bu sene Kâbe’deki inşaatlardan dolayı her ülkenin hacılarının yüzde 20’sini kısma yoluna gitti. Büyük çabalar gösterildi. Ama zannediyorum henüz bir netice alınamadı. Eğer netice alınamazsa Bakanlıklar arası Hac Umre Kurulumuz var o kurulumuzun aldığı karar gereği kura çekerek bu 14 bin 800 kardeşimizin haccını gelecek seneye ertelemeyi planlıyoruz. KAYNAK:DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI WEB SİTESİ