ARİF KAPLAN
ANTALYA (İHA) - Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, "Geçen hafta Başbakan Yardımcımızla oturup maddelerini tek tek müzakere ettiğimiz bir Diyanet Akademisi kanun taslağı hazırladık" dedi.
Görmez, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Manavgat’a bağlı Kızılağaç Turizm bölgesinde bulunan Silence Beach otelde düzenlenen Dini Yüksek İhtisas Merkezleri İdareci ve Eğitim Görevlileri Hizmet İçi Eğitim seminerine katıldı. Seminerde konuşan Görmez, şunları söyledi:
“Diyanet İşleri Başkanlığı mensuplarına, bu toplum hiçbir ayırım yapmadan ‘hoca’ adını verir. İster mihrapta, ister kürsüde, isterse müftülükte çalışan herkese hoca adı verilir. Hem de büyük bir saygıyla toplum, mensuplarımızı kendilerinin hocası olarak görmüştür. Hoca olmak kolay bir iş değildir. Hoca olmak sadece bir unvan değildir. Aynı zamanda beraberinde pek çok şeyi ifade eder. Ancak hocalara hoca olmak daha da zor bir iştir. Bu yüzden çok büyük bir emek vererek, büyük fedakarlıklarla bu görevi ifa eden hocalarımıza gerçekten şükran borçlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Eğitime, eğitim merkezlerine çok önem verdiğimizi ilan etmemize rağmen, kurum içi verdiği önem ile kurumun verdiği önem arasında bir paralellik olamamış, çaba ve gayretin farkında olmuş ama bir netice elde edilememiş olmasından üzüntü duymaktayım.
Diyanet işleri Başkanlığı, hiçbir kurumda görülemeyecek derecede bir açık üniversite gibi çalıştı. Biraz insaflıca bir değerlendirme yaptığımızda hiçbir müessesede, Türkiye’nin hiçbir kurumunda şahit olamayacağımız gibi bir açık üniversite gibi çalıştık. Ben sadece bazılarını sıralayayım. Mesela binlerce arkadaşımız bu 10 yıl içerisinde açık öğretim ilahiyat fakültesine kaydını yaptırdı ve iki yıllık ilahiyat okudu. İlahiyat mezunu olmayıp, imam-hatip lisesi mezunu binlerce arkadaşımız, büyük bir özveri ile üniversiteye gitti ve yüzde 6-7’lerden %60’lara çıktı yüksek okul mezunu mensubu sayımız. Ardından YÖK ile birlikte çalışarak, İlahiyat lisans tamamlama ortaya çıktı. Sonra hizmet içi eğitimlerimiz, çok yoğun tashih kursları başladı. İhtisas eğitim merkezlerimizde hiçbir zaman sekteye uğramadı ve çok yüksek bir seviyede eğitim verildi. hacca ve umreye gidecek olanlar bir şekilde bir eğitimden geçtiler. Yurt dışına çıkan mensuplarımız hem hazırlık aşamasında kurslara katıldılar hem de gidenler hizmet içi eğitime tabi tutuldular. Bazı arkadaşlarımız Arapçalarını ve bildikleri diğer yabancı dilleri geliştirmek için yoğun çaba içine girdiler. Bir kariyer uzmanlık sistemine geçtiğimiz için imam, uzman imam, baş imam, vaiz, uzman vaiz, baş vaiz bunlar arasında ki sınavlara hazırlanmak için arkadaşlar kendilerini eğittiler. Görünen ve görünmeyen tüm yönleriyle Diyanet İşleri Başkanlığı bir açık üniversite gibi kendini yenileyen, kendisini eğiten bir kuruma müesseseye dönüştü. Ancak bütün bunlara rağmen olmamız gerektiği yerde olduğumuzu söyleyemiyoruz.
Ahmet Hamdi Akseki merhumu, bir rüyası vardı. 1949, 1950’de yazdığı din eğitimi raporları birer belgedir. O belgede deniyor ki; eğer Diyanet İşleri Başkanlığı, istihdam olarak, başka kurumların mezun ettiği kişilerden istifade edecekse, bu beraberinde başka sorunlar getirir, ideal olanı Diyanet İşleri Teşkilatı aynı zamanda ilkokuldan, üniversiteye ve hatta yüksek lisans ile doktoraya kadar kendi mensubunu kendisi yetiştirsin talebinde bulunmuştur. Ancak malumunuz tevhidi tedrisat gereği böyle bir eğitime imkan olmaz. 1950’li yıllar, 60’lı yıllar, 70’li yıllarda sadece bir istihdam kurumu olarak yoluna devam etmiştir. Ancak 70’li yıllara gelindiğinde hakikaten, ben şahsen 20 yıldan beri ilahiyat fakültesinde hocalık yapan bir kardeşiniz, bir arkadaşınız olarak söyleyeyim, mezun ettiğimiz kişileri doğrudan mihraba göndermek, doğrudan kürsüye çıkarmak paralel hiçbir eğitim almamışsa, Diyanet İşleri Başkanlığının icra ettiği görevler ile sade akademik bilgilerin verildiği kurumlar arasında, orada alınanı, Diyanet’in tamamlaması gereken bir kısmın olduğu zaruret haline gelmiştir. İşte bu zaruret gereği, sizin büyük bir fedakarlıkla icra ettiğiniz, görev yaptığınız bu müesseseler ortaya çıkacaktır, hem eğitim merkezleri olarak hem de ihtisas eğitim merkezi.
2004, 2005 yıllarında yaptığımız görüşmeler neticesinde, polis akademisi, harp akademisi, adalet akademisi, milli eğitim akademileri gibi akademi üzerinde çalıştık ki, o zaman ne eğitim akademisi vardı nede adalet akademisi vardı. Biz bu fikri oralara taşıdıktan sonra ha bizimde 3 yıllık bir kursumuz vardı o zaman bizde bir akademi kuralım denildi. Çok daha öncesinden telaffuz edildi. Çünkü Türkiye’de birçok rektörlükten büyük bir eğitim işi var. diyanet İşleri Teşkilatında, eğitim birimlerinde yürütülen bu faaliyetler gerçekten birçok rektörlüğün yürüttüğü eğitim hizmetinden çok daha büyük bir hizmet görüyor. Ancak kurumsal statü, o kurumlarda çalışan arkadaşlarımızın statüsü ile yapılan iş arasında, belki benim kurumsal ehemmiyetin azlığı daha çok buradan kaynaklanmıştır. Pek çok formüller aranmıştır, denenmiştir ama hep mahcup kalmışızdır.
Eğitim Hizmetleri Müdürlüğü bünyemizde, 3 yıllık kurs veren bir müessese olmaktan çıkarılıp daha çok kendi içerisinde akademik özelliklere sahip bir kurumsal statüye kavuşması gerekiyor. Geçen hafta Başbakan Yardımcımızla oturup maddelerini tek tek müzakere ettiğimiz bir Diyanet Akademisi kanun taslağı hazır hale geldi. Bu taslağa göre, Ankara merkezde bir akademi, akademiye bağlı üç çeşit eğitim kurumları, bunun başında akademinin kendisi idari ve ilmi özerkliğe sahip olacak, bir genel kurulu olacak, bir akademik kurulu olacak. O akademik kurul onun programını, müfredatını oturup belirleyecek. Akademik kurulda görev yapan her bir üyenin statüsü en azından bir üniversitede görev yapan arkadaşın statüsü kadar olacak. Buna bağlı İstanbul, Konya, Kayseri, Erzurum vesaire, kanun çıkalı iki yıl oldu ama buna rağmen sadece üç tane ihtisas merkezi açmamız bizim eksikliğimiz olmuştur. Çünkü ihtiyaç çok hızla artıyor, ben görevi aldığımda 63 bin kişiydik Diyanette, şu anda 128 bin kişi olduk. Hızla büyüyoruz. Bu sene sonunda 150 binlere ulaşabiliriz. Dolayısıyla bizim eğitim ihtiyacımız katlanarak artıyor. Ayrıca bir şey daha ifade edeyim, 83 tane ilahiyat fakültesi kuruldu. Bu ilahiyat fakültelerinin büyük bir kısmı sizin talebeleriniz tarafından kuruldu. Yani ihtisas merkezlerinden yetişen pek çok arkadaşımız, biz göreve geldiğimizde pek çok mektup alırdık, bu akademisyenler geldi diyaneti yönetiyorlar diye. Alaylı mektepli hikayesi vardı malum. Şimdi tam tersi, bakıyorum, akademiden diyanete 20-25 kişi geçmişiz, şimdi diyanetten akademiye biz 300 kişi vermişiz. Tüm kurulan ilahiyat fakültelerinde yardımcı doçent oldu, doçent oldu, bölüm başkanı oldu. Sizin yetiştirdiğiniz gençler doktoralarını yaptılar gittiler ve yeni açılan fakültelerde hoca oldular. Ancak burada bizi bir sorun bekliyor. Hepimizi ülke olarak ciddi bir sorun bekliyor. Yeni kurulan bu 83 fakültenin kurumsallaşması müesseseleşmesi bir ilim geleneği oluşturması ve yüzümüzü aydınlatacak mezunlar vermeye başlaması için bir on seneye, bir yirmi seneye ihtiyaç var. Şimdi bu üniversitelerin zamana ihtiyacı var ama şimdi öğrenci aldılar ve ikinci öğretim yapıyorlar. Hatta doktora master yaptırmaya başladılar. Bizim önümüzde bilhassa 28 Şubat döneminden 2000’li yılların ortalarına kadar zayıf elemanlar geldi. Bir on yıl daha bir yirmi yıl daha bizim önümüze istihdam edeceğimiz arkadaşlar içerisinde, fakültelerden bize gelecek arkadaşlarımızın büyük bir kısmı, Diyanet’in vereceği eğitimlere çok daha fazla muhtaç olacak. Onun için bu beş günlük toplantıda bu geleceğimizi de değerlendirelim. Yani gelecek bize neyi gösteriyor, bütün bu fakültelerden mezun olacak arkadaşlar önümüze nasıl gelecek, hangi eksikliklerle gelecek, Diyanet olarak bizim bunları planlamamız lazım. Onun için çok yerinde ve zamanındadır bu Diyanet Akademisi fikri. Bu kanunlaşırsa, inşallah benim kanunlaşacağı yönünde inancım tam, o taktirde hem kendi kurumsal statüsüne kavuşmuş hem de o zaman bize öyle 14 tane eğitim merkezi yetmeyecek. Eğitim merkezlerimizin sayısını çok daha fazla artırmamız lazım.
Burada 10 bin civarında mensubumuzun eğitimi ile ilgilendik ve bu eğitimlerin sonrasında Anadolu’nun çehresi değişti. Bir haftalık bir moral motivasyon sonrası gönderdik ve Anadolu’daki hizmetin niteliği gittikçe değişmeye başladı. Bütün bunları dikkate alarak bizim bir hafta on gün değil gerçekten müesseseleşmiş, kurumsallaşmış bir Diyanet akademisi, onun bünyesinde ihtisas merkezlerimiz, aynı şekilde akademik özerkliğe sahip akademik kurulları olan, genel kurulu olan, bir tarafta hazırlayıcı eğitimlerimiz, bundan sonra ilahiyat fakültesinden mezun olanlar dahil herhangi bir arkadaşımız, öyle müftülüklerde 20 gün, 1 aylık kurslarla hemen mihraba geçmesin, asgari bir yıl, herhangi bir ihtisas eğitim merkezinde, belki aday din görevlisi olarak maaşını alsın ama cenaze nedir, dua nedir, mevlit nedir, doğumda ne yapılır, vefatta ne yapılır, bütün ilmihal bilgileriyle, kıraatiyle, tilavetiyle, bilgi vererek her hangi bir arkadaşımıza din görevlisi vasfını vermemiz mümkün değil. Yapısal bir değişiklik gerekiyor, bizde bu yapısal değişiklik üzerinde çalıştık bir nihayete geldik, inşallah bir kez daha sizlere mahcup olmayız. Müftülükler imamların amirliği değil, onların müdürlüğü değil, şehirlerin manevi hayatının yönetim merkezi olmalı”