Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Sünni, Alevi, Türk, Kürt, bütün kardeşlerime, dostlarımıza, canlarımıza hitaben diyorum ki; eğer bir şer bize doğru yaklaştığında, insan onurunu yok etmeye çalıştığında, gelin el ele verelim" dedi.
Davutoğlu, Alevi kanaat önderlerine Çankaya Köşkü'nde verdiği kahvaltıda yaptığı konuşmada, çalışma masasında sistematik, akademik kitapların yanı sıra irfani kitaplara mutlaka yer verdiğini, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makalat'ı ve Mevlana'nın Mesnevi'sinin de bunlardan biri olduğunu söyledi.
Ruhu daraldığında irfani kitaplardan birinin sayfasını "bugün Hacı Bektaş-ı Veli üstad bize ne demiş" ya da "Mevlana Celaleddin-i Rumi bize bir mesajı var mı" diye hasbelkader, rastgele açtığını dile getiren Davutoğlu, "Çoğu zaman o sayfalardan gizli olan irfanın tarihin derinliğine ne kadar gidiyorsa insanın geleceğine de o kadar hitap ettiğini görürüm" dedi.
Başbakan Davutoğlu, bugünkü konuşmasında yer alması için Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makalat'tında yer alan "mal ve soy ile şeref olmaz, şeref ancak bilgi ve edebledir" sözünü not aldığını ifade ederek, "Bu materyalist bir çerçevede hetonizmin ve her şeyin mal veya soy ile izah edildiği faşizan tavırların ya da mal ile izah edildiği tüketim kültürüne dayalı süfli hayat anlayışlarının ötesine geçen bir mesajdır, uyarıdır. Bu sabah okurken hissettim, 'şeref ancak bilgi ve edebledir...' Bilgisi olmayıp da malı olanların, bilgisi olmayıp da soya dayanarak kendisinin üstünlüğünü iddia edenlerin üstün malları da soyları da geçicidir. Edebi olmayan, kendini tanımayan birinin mal ve soy üzerinden insanlara tahakküm etme çabasının geleceği olamaz" değerlendirmesinde bulundu.
"BUGÜN ŞERLERİN KAYNAĞI İNSAN ONURUNA YÖNELİK YAPILAN SALDIRILARDIR"
Kadim kültür ve medeniyetin Anadolu'da, bazen şifa, bazen merhamet, bazen bilgi, bazen edep olarak kendisini gösterdiğini belirten Davutoğlu, babaannesinin evlerine gelen kişilerin ellerindeki bazı noktalara dualar eşliğinde uyguladığı basıncın bugün akupunktur tedavisi olarak görüldüğünü anlattı.
Davutoğlu, insanlığın ortak misyonunun "insanlık onurunu" korumak olduğunu, insan onurunun korunmasıyla bugün hayırların fetih olunacağını vurgulayan Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bugün şerlerin kaynağı insan onuruna yönelik yapılan saldırılardır. 'Hayırlar feth ola, şerler def ola' derken o şerleri nasıl defedeceğimizin yolu, hep beraber tayin edeceğimiz çizgi olarak önümüze geliyor. Bilgi ve edep, erkan, ikrar, nasip... Bu kavramlar geleneksel, kökü eskide kalmış, bugüne hitap etmeyen kavramlar değil. 'El ele, el Hakk'a' demek bugün her insan oğlunun bütün tehditler karşısında, çevre problemleri karşısında, insanlığın geleceğini tehdit eden problem karşısında el ele vermesi, sonra da 'el Hakk'a' diyerek hep beraber çalışması anlamına gelir.
İnsan onurunu tehdit eden her şey karşısında el ele vermezsek, bugün el ele vermezsek, yarın el verecek başka bir muhatap bulamaz hale geliriz. Nedir insan onurunu tehdit eden şey bugün? Bazen DAEŞ formuyla karşımıza çıkan ve yüce barış dinimizi en zalim, en barbar yöntemlerle kirletmeye çalışan bir prototip olarak önümüze çıkar şer; bugün dil veya lafız itibariyle İslam inancının kavramlarını kullanıyor gibi görünmekle birlikte, o kavramların arkasında mana itibariyle İslam'a en büyük darbeyi vuran bu DAEŞ terörü aslında defedilmesi gereken bir şerdir. Çünkü insan onuruna en büyük darbeyi vuruyor. Muhabbet dinini, aşk dinini bir zulüm tasviri içine yerleştirmeye çalışanların piyonudur bugün DAEŞ. Hepimiz nerede olursa olsun, hangi formda, kimlikte çıkarsa çıksın insan onuruna saygı göstermeyen bütün örgütlere, yapılara, devletlere, barbarlara, diktatörlere karşı el ele vermek durumundayız."
Başbakan Davutoğlu, DAEŞ gibi insan onurunu zedeleyen ve İslam'a en büyük darbeyi vuran yaklaşımlar karşısında her zamankinden daha fazla Horasani irfan, Sünni ve Alevi gelenek içinden gelen, İslam'ın muhabbet dini olma özelliğine dikkatleri çekmek gerektiğine işaret etti.
"SURUÇ'TA 32 VATANDAŞIMIZI KATLEDEN DAEŞ'İ LANETLİYORUM"
Terör örgütü PKK'nın uyuyan iki polisi Ceylanpınar'da şehit etmesinin de defedilmesi gereken bir şer olduğunu vurgulayan Davutoğlu, Ceylanpınar'a yaptığı ziyarette Türk, Arap, Kürt insanların omuz omuza şerlere karşı olduklarını, Suriye'de yaşananları Türkiye'ye taşımak isteyenlerin hiçbir zaman başarı kazanamayacaklarını bir kez daha hissettiğini anlattı.
Davutoğlu, DAEŞ terör örgütünün Suruç'taki barbarca saldırısına karşı da el ele bir duruş sergilenmesi gerektiğini belirterek, "Suruç'ta 32 vatandaşımızı, kardeşimizi, canımızı, gencimizi katleden DAEŞ'i lanetliyorum, ailelerini taziyelerimi sunuyorum. Bazen devlet görevlerini yürütmek zor kararların alınmasını gerektirir bu şerleri defetmek için. Bir gün sonra da sınırımızda bir askerimizi şehit ettiğinde DAEŞ, bu şerri defetmenin sadece sözle olamayacağını gördüğümüzde, DAEŞ'e karşı operasyon başlattık ve onların şerlerini defedebilmek için kudretimizin gösterilmesi gerektiği anda tereddüt etmeyeceğimizi de ortaya koyduk" diye konuştu.
Bektaşi ocaklarının aynı zamanda yeniçeri ocağı olmasının bir anlamının da şerleri defedecek güç ile muhabbetin iç içe geçmesi, aynı ocaktan beslenmesi anlamına da geldiğini ifade eden Başbakan Davutoğlu, şöyle konuştu:"Aynı şekilde Ceylanpınar'da polisimizi uyurken şehit edenlere karşı da onların şerlerini defetmek için de aynı kararlılıkla harekete geçtik. Burada en temel mesele; insan onurunu korumak. Hepimiz insan onurunu korumak için varız. Çünkü bizler ancak o onur korunduğu zaman onurlu hayatın içinde oluruz. Allah bir daha bu tür acıları yaşatmasın, ama bu tür acıları yaşatmak isteyen şerler geldiğinde de sizler üzerinden bütün Sünni, Alevi, Türk, Kürt bütün kardeşlerime, dostlarımıza, canlarımıza hitaben diyorum ki; eğer bir şer bize doğru yaklaştığında, insan onurunu yok etmeye çalıştığında gelin el ele verelim, el Hakk'a yürüyelim, sonra da hep beraber o şerri def etmek için ne yapmak gerekiyorsa yapalım."
Davutoğlu, Çankaya Köşkü'nde verdiği kahvaltıda, Alevi kanaat önderlerine "muhterem canlar, dostlar, mihmanlar, Hak Muhammed Ali yolcuları, ehli beyt erkanının bugünkü temsilcileri, aşk ocaklarının aşıkları" diye seslendi ve asırlardır süren bir geleneğin devamı olarak her sohbete, faaliyete "vakitler hayrola, hayırlar fethola, şerler defola" diye başladığını söyledi.
Zor, kardeşin kardeşe düşman kılınmak istendiği vakitlerden geçildiğine işaret eden Davutoğlu, şiddetin, terörün, baskının, zulmün mühür vurmaya, insanlık onurunun ayaklar altına alınmaya çalışıldığını dile getirdi. Bektaşi geleneğinden gelen Gülbank'ın bir kez daha hatırlanmasının tam vakti olduğunu belirten Davutoğlu, şöyle konuştu: "Bütün bu vaktimize, asrımıza, çağımıza baskı, zulüm, şiddet damgası vurmak isteyenlere karşı asırların derinliğinden, ruhumuzun enginliğinden gelen bu sesi bir kez daha söyleme vaktidir. Vakitler hayrola, hayırlar fethola, şerler defola. Hangi gelenekten gelinirse gelinsin hep bu çağrıyla bakarız. Vakitler hayrola derken sadece bizim için hayır değil. Biz dersek, kimi kastedersek edelim, onlarla sınırlı kalmayız. Çünkü vakit insanoğlunun bütününe vakittir. Hayırlar fethola derken hayırların cezbedeceği güzel işleri, güzel faaliyetleri, güzel amelleri, güzel ikrarları, nasipleri kastediyoruz. Ve şerleri def etmek lazım. Bugün def edilecek o kadar çok şer var ki. Her an insanlık onurunu rencide etmek için insanların tahayyülatını bile zorlayan katliamların, baskıların, zulümlerin işlendiği bir dönemde tam da şerleri def etme vaktidir."
"GELİN EL ELE EL HAK'A DİYELİM"
Alevi Bektaşi toplumunun temsilcileriyle bir araya gelmekten onur duyduğunu dile getiren Davutoğlu, "Ama bunun tek taraflı, bir başbakanın Alevi Bektaşi ocaklarının, kökü derinliğinden gelen bu ocakların temsilcileriyle bir araya gelmek değil sizlerden birinin, bir müsahipler topluluğunun fertleri olarak hep beraber istişare edeceğimiz, dertleşeceğimiz, beraberce hayırları nasıl fethedip, şerleri nasıl defedebileceğimizi konuşmanın günüdür" değerlendirmesinde bulundu.
Davutoğlu, başbakanlık görevini aldıktan sonra geçtiğimiz yıl kasım ayında yaptığı Hacı Bektaş Veli ziyaretinin zihninden silinmesinin mümkün olmayacağını ifade etti.
Tunceli'de yaptığı cemevi ziyaretinde Horasan geleneğinden bahsettiğini kaydeden Davutoğlu orada gönlünün derinliğinden gelen ve çocukluğundan itibaren yörük Türkmen geleneği içinde süren, kimi zaman Sünni kimi zaman Alevi geleneğin izlerini taşıyan engin irfandan nasiplenerek konuşmaya çalıştığını söyledi.
Hacı Bektaş'ta "Gelin el ele el Hak'a diyelim" çağrısında bulunduğunu hatırlatan Davutoğlu, Hacı Bektaş-ı Veli'den bu yana "El ele el Hak'a" demenin, insanların hangi etnik ve mezhebi ve dini kökeninden olursa olsun Hazreti Ali'nin Hazreti Peygamber'e yaptığı Rıdvan biatı gibi eli ele vermek, sonra da el ele tutuşan insanların bütünüyle Rablerine dönüp el ele el Hakka yönelmesi olduğunu vurguladı.
Bu topraklarda yaşanan acıların yansıdığı Dersim ziyaretinde de Seyit Hayrani ile Baba Mansur arasındaki irtibatı anlattığını dile getiren Davutoğlu, "Biz aynı kökten geldik, aynı irfanın, aynı geleneğin sözcüleri, takipçileriyiz diye bunu da gönülden ifade etmiştim. O günden bugüne hepimiz için en önemli husus her istişarede hem karşı karşıya kaldığımız zorlukları konuşmak, hem de birlikte ortak gelecek planlaması, bir ortak kader iradesi ve bilinciyle birlikte geleceğe yürümek, Hak'a yürümek anlamında da bu istişarelere bu sohbetlere çok ihtiyaç hissediyorum" diye konuştu.
"BU KADAR ÇOK İSTİŞARE EDECEĞİMİZ, KONUŞACAĞIMIZ ŞEY VAR Kİ"
Ülkenin başbakanı olarak ağır bir sorumluluk yüklendiğinin altını çizen Davutoğlu, "Yüklendiğim ağır sorumluluk yanında sizlerden biri olmak hasebiyle Anadolu'nun bir çocuğu, Torosların... Ama hasbel kader Torosların, belki Munzur Dağı'nda olurduk. Gelen Horasan erenlerinin içinde yol yürürken benim atalarım başka bir yere gitse Munzur Dağı'nın eteklerinde olabilirdik ya da Ilgaz'ın ya da Sarı Saltuk'un Balkanların da ya da Gülbaba Dergahı'nda olabilirdik. Ama söyleyeceğimiz şeyler yine hep aynı olurdu" diye konuştu.
Başbakan Davutoğlu, hayır konuşmak ve şerleri def etmek için bir araya geldiklerinde "Hak Muhammed Ali" diyerek, edep ve erkan yolu ile konuşmanın irfanını, hikmetini ve eylemini göstermek zorunda olduklarına işaret etti.
"Bu çerçevede bu kadar çok istişare edeceğimiz, konuşacağımız şey var ki" diyen Davutoğlu, meselelerin farkında olduklarını, Alevi Bektaşi derneklerinin temsilcileriyle ocak ayında yaptıkları görüşmede, gece yarısına kadar süren sohbetlerde hep bunun üzerinde durduklarını söyledi.
"BİR KARDEŞLİK ÇAĞRISI İÇİN BİR ARADAYIZ"
Önceden planlanmış olmakla birlikte toplantının siyasi bir gündemin parçası olmadığına dikkati çeken Davutoğlu, şöyle devam etti:"Daha önce taahhüt etmiş olduğumuz adımları inşallah tek tek atma irademizin yanında bugünlerde bir araya gelmemizin daha önce planlanmamış özel bir anlamı var ki o da teröre, şiddete, baskıya, zulmü karşı Anadolu irfanını hayata geçirmenin, ayağa kaldırmanın ihtiyacını hissettiğimiz bugünlerde bir kardeşlik çağrısı için bir aradayız. O bakımdan sizlerle buluşmamızın tek boyutlu bir hedefi yok, çok boyutlu bir gerçekleştirmeye, gönüllerimizi gönüllerimize bağlamaya gayret edeceğiz, çaba sarf edeceğiz."
Davutoğlu, katılımcılarla 3 önemli başlığı paylaşmak istediğini belirterek, şunları kaydetti:"Hepimizin saygıyla, hürmetle davranmak ve erkan ve edebi öne çıkarmak anlamında evrensel bir misyonumuz var. Nerede olursak olalım bu evrensel misyon, insan onurunu korumak. İnsan onurunu korumayan, insana saygı göstermeyen, insanı eşrefi mahlukat olarak görmeyen, insana dönüp insanla sema arasında ve bir birleriyle irtibat anlamında, bir birlerine selam vermeyen hiçbir şeyin, hiçbir kurumun, hiçbir makamın yaşama şansı yoktur. İnsan onurunu korumak bağlamında Alevi Bektaşi geleneğinin yaptığı vurguları hep büyük bir irfanın bugünkü pınarından akan zerreleri olarak görmüşümdür. Bu çerçevede de Hacı Bektaş-ı Veli 'Yolumuz irfan ve insanla insan sevgisi üzerinedir' derken asırlar öncesinden Makalatı'nda aslında bugüne bir çağrıda bulunuyor. Öylesine bir pınar ki bu asırlar geçiyor ama suyu kurumuyor. Asırlar geçiyor ama anlamını hiç kaybetmiyor ve o asırlar geçtikçe de o anlama yeni boyutlar katacak, güzel irfani boyutlar katacak bir çerçeve bize sunuyor."
Başbakan Davutoğlu, Çankaya Köşkü'nde Alevi kanaat önderleriyle bir araya geldiği kahvaltıda, Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Doğan Demir ve Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Baki Düzgün'e gerçekleştirilen saldırı sonrası Demir'i aradığını hatırlattı.
Davutoğlu, bugünlerde ülkede, kardeşi kardeşe kırdırmak isteyen çevrelerin, Anadolu kilimi gibi görünen farklılıkları istismar ederek çatışmayı körüklemek isteyebileceğine dikkati çekti. Böyle bir durumda herkesin kim saldırıya uğramışsa onun yanında, saldırganın karşısında olması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:"İnsan onuru söz konusu olduğunda ben, siz değerli dostlara, canlara hitaben şunu demek isterim ki, her zaman omuz omuza olacağız. Hem bu ülkenin bir vatandaşı hem Horasani gelenek içinden gelen bir kardeşiniz, dostunuz, mihmanınız hem de bu ülkenin ağır sorumluğunu üstlenmiş Başbakan olarak, hep beraber olacağımızı bir kez daha vurgulamak isterim.
İkincisi insan onuru dışında korumamız gereken bir başka boyut, kadim kültürümüzün geleneğini korumak durumundayız. Tutuculuk ve muhafazakarlık farklı bir şeydir, gelenek sahibi olmak farklı bir şeydir. Bazen gelenek sahibi olmak tutuculuk gibi görünür. Ama Alevi Bektaşi ocağı dediğimiz anda bir gelenekten bahsederiz. Tarihi bir boşlukta doğmamıştır, bu ocaklar."
"HAK MUHAMMED ALİ YOLU DEDİĞİMİZDE REFERANS BELLİDİR"
Davutoğlu, bu geleneğin kaynağından koparıldığında, köklerinden kopmuş bir ağaç gibi zamanla kuruyacağının altını çizerek, bunlardan birinin ehli beyt olduğunu hatırlattı. Davutoğlu, şunları kaydetti:"Hak Muhammed Ali yolu dediğimizde referans bellidir ve ehli beytin erkanını, adabını Hazreti Hüseyin'in fedakarlığını, Hazreti Hasan'ın edebini, ahlakını, Hazreti Ali'nin, Radıyallahu Anh'ın ilmini, feraseti, irfanını anlamayan bir geleneğin, bu tarihte var olması mümkün mü? Hayatiyetini koruması mümkün mü? Eğer Alevi Bektaşi geleneği içinde davrandığını iddia edip de, 'Ali'siz bir Alevilik' diye bir şeyden bahsediyorsak, herkes istediği gibi düşünebilir, kendi çığırını açabilir, kimse buna bir şey diyemez ama benim bildiğim bu ocakların ve sizlerin yeşerttiği muhabbet tohumu Hazreti Ali'den ayrılamaz. Hak Muhammed Ali derken hissedilenler, Hazreti Ali'den ayrı düşünülerek bir yere varamaz."
Geleneğin değiştirilmek, yozlaştırılmak istendiği dönemlerden geçildiğini anlatan Davutoğlu, bu durumun Sünnilik için de Alevilik için de Müslümanlık için de Hristiyanlık için de hep var olduğuna işaret etti.
Alevi çağının temsilcilerinin bu rehberlerin yolundan ayrılmayacağını bildiğini aktaran Davutoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:"Bir gelenek ki ehli beyt yolunu temsil ettiğini iddia edecek ama ehli beytten kopuk olacak, yaşayamaz. Hazreti Ali'nin, Hazreti Hasan'ın, Hazreti Hüseyin'in, Hazreti Zeynel Abidin'in, Hazreti Muhammed Bakır'ın, Hazreti Cafer Esad'ın, Hazreti Musa Kazım'ın, Hazreti Ali el-Rıza'nın, Hazreti Muhammed Taki'nin, Hazreti Hasan el-Askeri'nin, Ali Naki'nin, Hazreti Muhammed Mehdi'nin yoludur, on iki imam yolu. Eğer tasvirlerle, anlatımımızla bu yoldan bahsedip, özünde bu yoldan koparsak, İslam geleneğinden bağımsız ve ayrı, hele hele Hazreti Ali'den kopuk bir Alevilik düşünürsek Hacı Bektaş-ı Veli bizden hesap sorar. Bütün o ulu erenler, Nafi Baba, bütün babalar, Baba Mansur, hesap sorar. Hoca Ahmet Yesevi, hesap sorar."
Bunların herkesin dergahı olduğunu dile getiren Davutoğlu, "O seyitler ve 12 imam yolu, ehli beyt yolu dışında ikinci kaynak, sadece göçen Türkmen Yörük ovalarıyla değil oradan gelen Semerkand'dan, Buhara'dan, Horasan'dan gelen, Hoca Ahmet Yesevi ile gelen ve Anadolu'nun her yerine, Rumeli'nin her yerine küçük küçük su kaynakları şeklinde o pınarın gözlerini taşıyan, onun için gözdür, Dersim'e vardığımızda, o gözler, dibi yer altından gelen derin irfanının yeryüzüne çıkmış halleridir. Onları korumak bizim görevimizdir" diye konuştu.
Hacı Bektaş-ı Veli ve Mevlana'nın huzuruna ücret ödeyerek gitmenin, kendisine ızdırap verdiğini anlatan Davutoğlu, Hacı Bektaş'ta "Bir daha Hacı Bektaş'ın huzuruna kimse, hiçbir mihman ücret ödeyerek girmeyecek" diye söz verdiğini, artık Hazreti Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli'yi ziyaret edenlerin ücret ödemediğini anımsattı.
Davutoğlu, modernleşmenin büyük imkanlar sağladığını, ancak bazen kaynaklara saygıyı unutturduğunu belirtti. Bir dergahın müze haline getirilmemesi gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, dergahların müze, antik bir makam veya birilerinin "tarihte ne olmuş" diye ziyaret edeceği yerler olmadığına dikkati çekti.
Dergahın huzura varıldığında oradaki atmosferden feyz alınan bir yer olduğunun altını çizen Davutoğlu, çağdaşlık adına geleneğe saygının ihmal edilmemesi gerektiğini söyledi.
"CEMEVLERİNİN YENİDEN YORUMLANMASI LAZIM"
Edeble girilmesi gereken yerlere turistçe nasıl girildiğini bildiklerini dile getiren Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı: "Turistçe girmek yanlış değil. O turistlerinin işidir. Ama bizim dergahımıza girecek olanlar, Horasan dergahından feyz alacak olanlar, Hacı Bektaş-ı'nın dediği gibi bilgi ve edeple girerler. Şimdi bu anlamda cemevlerinin, bu anlamda semahın hep beraber yeniden yorumlanması ve kadim geleneği bize yansıtan barış dergahları olarak görülmesi lazım. Hep tarihi olayların üzerine tefekkür ettiğimde acıyla düşünmüşümdür, yanlış yapanın yerine bazen modernizm adına doğruyu da biçtiğimiz, son derece yanlış noktaya götürdüğümüz haller olmuştur. Yeniçeri Ocağı'nın belki modernleşme için, modern ordu kurulması için lağvedilmesi düşünülmüş olabilir ama Bektaşi ocaklarını yasaklamak nedir?"
Davutoğlu, Tekke Köyü'ne ve Elmalı'ya gittiğinde, yıkılan dergahın izlerini gördüğünde üzüldüğünü vurgulayarak, aynı şekilde tek parti döneminde Halveti, Bayrami, Mevlevi, Nakşi, Bektaşi gibi bütün uygulamaların kökeninden koparıldığını ve yasaklandığını bildirdi.
Amacının eleştirmek olmadığına, ancak zamanla geleneklerden çok uzaklaşıldığına ve gelenekleri tekrar keşfetmenin zorluğuna dikkati çeken Davutoğlu, şunları kaydetti:"Şimdilerde, Alevi Bektaşi geleneğinin yeniden bir şekilde, su yüzüne çıkmasını, keşfedilmesini, tekrar tekrar anlamlandırılmasını ve sizin üzerinizden bunların yapılmasını çok saygın, çok doğru bir adım olarak görüyorum. Ve ocaklarının çizgisi devam ederse biz o kaybettiğimiz kültürü tekrar keşfederiz. Ama ocakların irfanı hikmeti yok sayılarak ehli beytin isimlerini dahi bilmeyenlerin Alevilik üzerinden birtakım iddialarda bulunmasıyla, hatta bazen şiddet olayları içinde Sünnilik, Alevilik karşıtlığının ortaya çıkarılması için ateşe benzinle gidenin olduğu bir dönemde, şimdi tam şimdi, sizlerin o irfanını keşfetmeye ihtiyacımız var."
"PKK'nın, DAEŞ'in, DHKP-C'nin Müslümanları, Sünnileri, Alevileri, Kürtleri, Türkleri temsil edemeyeceğini" belirten Davutoğlu, "Müslümanları, Alevileri, Sünnileri, Türkleri, Kürtleri temsil eden Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makalatı'dır, Hazreti Mevlana'nın Mesnevisi'dir, Ahmed-i Hani'nin Mem u Zini'dir ve daha niceleridir. Bazısı Alevi deyişidir, bazısı Kürtçe yazılmıştır, bazısı Türkçe deyiştir, bazısı Yunus Emre deyişidir, bazısı Feqiye Teyran ama hepsi bizim" diye konuştu.
"Sünni bir aile ortamında büyüyen biri olarak, hiçbir zaman, hiçbir Alevi dergahını ve Alevi canı, dostu farklı görmediğini" dile getiren Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:"Sizlerin de (farklı) görmediğinizi biliyorum. Ama bir taraftan Madımak, hemen sonrasında Başbağlar ile bir hançer gibi bedenimizin, ruhumuzun ortasında yaralar açılmaya çalışıldı. Hep beraber buna karşı durmalıyız. Bugünlerde özellikle buna ihtiyacımız var. Gelin, kim şiddet uyguluyorsa ona karşı duralım. Şu topraklarda o kadim kültürü yaşatabilmek için ne gerekiyorsa yapalım. Çok basit, çocukça diyebileceğim bazı tepkisel tutumlarla geleneklerin kökü değişmez. Saz, söz, şiir, türkü, ney hepsi bizim."
Davutoğlu, geleneğin bazen türkülerde bile korunmasında zorluk çekilen dönemler yaşandığını belirterek, bunların aşılması gerektiğini söyledi.
"GELENEĞİN KORUNMASI İÇİN NE GEREKİYORSA YAPMAYA HAZIRIZ"
Alevi, Bektaşi geleneğinin korunması için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduklarını vurgulayan Davutoğlu, Hacı Bektaş-ı Veli'de ve Tunceli'de kutsal mekanlar, dergahlar ve ocakların yollarının yapılması, tamir edilmesi için ödenek ayrıldığını ve bunların büyük ölçüde gerçekleştirildiğini kaydetti.
Türkiye'nin demokratik hukuk devleti olduğunun altını çizen Davutoğlu, "Hiçbir vatandaş arasında ayrım gözetilmesini mazur göremeyiz. Devlet vatandaşlarına kimlik sormaz. Kimlik, vatandaşların kendileriyle tanımlanır ve devlet o kimliklere saygı gösterir. Onlara hak ve özgürlükleri konusunda eşit davranır" ifadesini kullandı.
Devletin vatandaşlık kimliği etrafında bütün vatandaşları kucaklayıcı bir anlayışı yerleştirmesi gerektiğini dile getiren Davutoğlu, "Biz, 'Çözüm Süreci' derken tam da bunu kastediyorduk" dedi.
Davutoğlu, bir anne-babanın hapishaneye gittiğinde oğluyla anadiliyle konuşamadığı bir ülkenin, insanlık onuruna ve vatandaşlık bilincine sahip olmadığını düşündükleri için bunu değiştirdiklerini belirtti.
"NEDİR DİLLERLE OLAN MÜCADELEMİZ?"
Dün gazileri ziyaret ettiğini anlatan Davutoğlu, Şırnaklı geçici köy korucusu ve Suruçlu askerin ailelerini aradığını söyledi.
Davutoğlu, "Geçici köy korucusunun eşi Türkçe bilmiyordu ama bu ülke için eşi gazi olmuştu. Kısa birkaç Kürtçe ifadeyle ona selam verdim telefonda. Allah aşkına, bu dillerin hepsi güzel değil mi? Nedir dillerle olan mücadelemiz? Nedir örfler ile kültürlerle olan mücadelemiz? Ama nedir, 'şu şehirler, şu köyler, şu yaylalar Kürtlerindir, şu da Türklerindir' diye bu ülkeyi bölmek kimin haddinedir, kimin menfaatinedir, kimin hesabınadır?"
Irak'taki şehirlerle ilgili "Kürt, Arap, Türkmen, Şii şehri" diye ayrımlar yapıldığına işaret eden Davutoğlu, "Biz buna karşı hangi kökenden gelirsek gelelim, 'bu ülkedeki şehirlerin hepsi bizimdir' diyebilmeliyiz. Toros dağları ne kadar benimse Cudi, Tendürek, Ağrı, Hakkari dağları da o kadar benimdir. Hakkari'nin eteğinde büyümüş bir Kürt yiğidi için Hakkari dağları veya Cudi ne kadar onunsa, Ilgaz da onundur, Istrancalar da onundur. Birileri şunu diyorsa 'şu dağlar, şu yaylalar, şu şehirler bize, diğerleri size ait', biz ve siz diyenler birlikte bir biz oluşturamaz. Biz, biz dediğimizde bu toprakların her santimetrekaresinde yaşayan her bir vatandaşımızı, kardeşimizi, canımızı, dostumuzu, mihmanımızı, musahibimizi kastediyoruz. İşte onun için, bugünlerde her zeminde ve her yerde insan onurunu ayağa kaldırmak durumundayız."
"HER TÜRLÜ SAYGIYA LAYIK ŞEKİLDE HAK ETTİĞİ YOLDA YÜRÜMEYE DEVAM EDECEK"
Kim olursa olsun, insan onuruna karşı bir şey söylediğinde ona karşı durulması, insan onurunu kim koruyorsa onunla el ele verilmesi gerektiğini belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:"Yine aynı şekilde geleneğimizi kim bozmak istiyorsa, geleneklerimizden gelen kadim kültürümüzü, irfanımızı kim dönüştürmek ve başka bir yapıya getirmek istiyorsa ister bunu modernleşme adına yapsın, ister ideoloji adına, ister karşı gruplar adına, ona da karşı durmamız lazım.
Hiçbir Sünni, Alevilere dönüp, 'Sen şöyle Sünni olmalısın' diyemeyeceği gibi hiçbir şu veya bu ideoloji mensubu da Alevilere dönüp 'Ali'siz Alevilik inşa edeceğiz' diyemez. Hepsi bu geleneğe karşıdır. Alevilik kendi tarihi zemini içinde her türlü saygıya, ihtirama layık şekilde hak ettiği yolda yürümeye devam edecek."
"EL ELE VERDİK Mİ BİLİNİZ Kİ AKİTLER HAYROLUR"
Başbakan Davutoğlu, "El ele, el Hakk'a" sözü kadar birliktelik felsefesini ortaya koyan ikinci bir söz olmadığını belirterek, "Üzerine kitaplar, ciltler yazılır ama o kelam taşı gediğine, irfanı zihnimize, muhabbetti gönlümüze yerleştiriyor" dedi. Başbakan Davutoğlu, şunları kaydetti:"Türkiye Cumhuriyeti devleti, kimsenin şahsi, nesebi, mezhebi, ırki malı değildir. Türkiye Cumhuriyeti devleti, bütün vatandaşlarımızın eşit hakka sahip olduğu ve eşit bir şekilde de hak iddia ettiği, edebileceği, bunu da demokratik yollarla gösterebileceği bir ulu geleneğin son devletidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin hem o kadim geleneğimizin bugüne yansıyan ve insanlara irfan dersi gibi sunacak adalet arayışını sürdüren bir devlet hem de çağdaş ilkelere, evrensel değerlere dayanan bir hukuk devleti olma niteliğini koruyacağız. Bugünlerde ülkemize dönük olarak DEAŞ, PKK, DHKP-C veya değişik formlarda gelen terör saldırılarına karşı sizlerin ve bütün vatandaşlarımızın omuz omuza el ele vereceğine inanıyorum. Biz el ele verdik mi biliniz ki akitler hayrolur, hayırlar fetholur, şerler defolur. Sonra da 'el ele, el Hakk'a' deriz."