Kanaatlerimi paylaşır mısınız?...yahut benzer müşahedeleriniz var mı? bilemiyorum.
Bana göre cemiyet hayatımızda oldukça hızlı bir biçimde “mistik” olana yönelme söz konusu.
İnsanlar hayatının çözümü güç problemlerinden ya da “acı gerçeklerden” kaçmak istiyor. Üstelik kaçışın çözüm olmadığını bilerek kaçıyor.
Kimileri hayal dünyalarının simeranyasına sığınıyor. Peyami Sefa gibi.
Kimileri acı gerçeği “şişenin dibine” hapsetmeye çalışıyor. “Kafayı buldum mu bütün borçlarım alacak hanesine geçiyor” abi diyor.
Bazıları fal oklarında medyum seanslarında arıyor çözümü,
Kel alaka diyeceksiniz belki ama kitlevi lotaryacılık veya “ beyaz atlı prensi” dokuz yüzlü telefondan beklemekte bu cümleden olsa gerek.
Ve yine bir büyük ekseriyet gömlek değiştirir gibi mürşit değiştiriyor.
İbni Haldun diyor ki “geçmişler geleceğe suyun suya bezmediğinden daha fazla benzerler”
Geçmişte aynı süreci yaşadık biz.
Bütün fetret dönemleri cemiyetimizi irreel olana yöneltti.
Hülagü döneminde Timur istilasında benzer şeyler oldu.
Çöküş dönemleri; insanların zihnen ve bedenen az ürettikleri…
Yaşama sevincinin hayal bıkkınlığına dönüştüğü.
“Sürü yalnızlığının” dolu dolu yaşandığı günlerdir.
Yani fetret günleri....
Malumunuz sevgili okurlar…
Fetret: gevşeklik, zayıflık manasında kullanılır.
Moral dünyadaki durgunluk ve dağınıklığı ihtiva eder.
Ehliyetli yönetici kıtlığı (kaht-ı rical) ilim ve sanatta abide şahsiyetlerden yoksunluk ve hepsinden önemlisi kanun hakimiyetinin teessüs edilmemesi FETRET sebebidir.
Türk milleti bütün tarih boyunca devleti baba görmüştür.
Bu milletin nazarında “Şeriatın kestiği parmak acımaz” ve “ümeraya sadakat, Hakka itaattir” onun için.
İşte böylesine yüceltilmiş bir devlet ve kutsal kabul edilmiş hukuk anlayışıdır ki; “kemal” dönemlerimizde bizleri mutlu etmiş, “zeval” günlerinde ise meyus kılmıştır.
Mutlu etmiştir. Çünkü hayatın çözülmesi güç problemleri için DEVLET vardır. Kadife eldiven içerisinde demir yumruktur o.
Ve ADALET vardır. İhtilafların çözüleceği “melce” orasıdır.
Kuvvetli fakat haksız olan, zayıf fakat haklı olanın mağlubudur orada.
Aynı “devlet ve hukuk” telakkisi fetret dönemlerinde meyus eder insanı.
Paradoks değildir bu durum.
Çünkü ve devlete ve hukukun üstünlüğüne kendi iradesi ile teslim olmuş bir cemiyet gerçek ile yüz yüze geldiğinde gözlerini kapayacak ve ötelere kaçacaktır.
Yarınından emin değildir insan.
Yolları, dağları güvenli değildir yurdun.
Borcu her gün doğurmakta alacağı pul olmaktadır onun.
Ve parmağını acıtmayan hukuka tırnağını göstermekten korkar olmuştur insan.
Yeis içindedir bu fert.
Hesaplaşması gerekenler dünkü kutsallarıdır.
Kaçar hesaplaşmaktan, bu yüzden yönelir us ötesine.
İlm-i hale vakıf değildir ama kırk günde kırklara karışmayı hedefler.
Zamanla sıkılır “hafi”den “cehr”in sihrine kaptırır kendini biraz.
O kadarı bile nasibinde yoksa, eğer “ispirtizma” seanslarında arar huzuru.
Aydın meclislerinin tuzu biberidir, ruh çağırmalar. Koca koca proflar “tenasüh” lakırdısı eder. Yahut terminal imamının tasını, kilidini konuşurlar durmadan.
Bütün olumsuzlukları yanında fetret dönemleri büyük dönemlerinde sancısını yaşarlar.
Zaman içerisinde “firari cemiyet” kendi muzdariplerini doğurur.
Zirve şahsiyetler ise ızdırabın ürünüdür.
Yunus’un, Mevlana’nın hangi vasatta tecessüm ettiğini biliyoruz.
Bakınız şahın dehalarından Muhammet İkbal nasıl bir şark ikliminde doğmuş.
“Araplar kendi çöllerinde yollarını kaybettiler. Artık gönüllerde illallah’ın harareti kalmadı”
“ Aşkta Selman tarzı ve usulü görülmüyor”
“Türk devleti hadisatın pençesine düşmüş ızdırap içinde. Batı ve doğu akan Türk kanından lalezara dönmüş.”
İslam dünyasını Akif’de böyle tasvir etmişti.
“Geçmişler geleceğe suyun suya benzediğinden daha fazla benzerler”
Muzdarib cemiyet tarihle, çağla, kendisi ile hesaplaşmak üzere…
Koltuğunda kıyametler taşıyan bir dirilişe meylimiz.