Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Erdoğan Erbay, televizyon dizilerinin edebiyata zarar vermesinden endişe ettiğin belirterek, “Edebiyat magazine kurban edilmemeli” dedi.
//TV DİZİLERİNE AKADEMİK YAKLAŞIM
Edebi eserlerden uyarlanan TV dizilerine akademik bir bakışla yaklaşan Erdoğan Erbay, “Sanat eseri insanın heyecanlarını ortaya çıkarır. Sanat eseri öncelikle sanatçıların dünyasında doğar onu büyüten ve yaygınlaştıran ise halkın takdiridir. Sanat eseri estetik ve etik değerlere önem vermeli. Sanatta ideal olan hep güzel olmaktır. İnsanlar çıplak hakikati sevmez. Eseri güzelleştiren ona nasıl baktığımızla ilgilidir. Diziler başkasının hayatını esas alarak bize sunulmakta. Diziler tüketimi ve bozulmayı beraberinde getirmektedir. Edebiyat, ciddiyet ister. Edebiyat magazine kurban edilmemeli Son yıllarda edebi eserlerin magazinleştirilmesi aynı zamanda batılılaşmanın da bir sonucudur. Ne yazık ki insanlarımızın kendi geleneğinden habersiz. Bazı diziler ısrarla insanımızın ahlaki, edebi değerlerden uzaklaşmasını amaçlamakta. Edebiyat,ahlak risalesi değildir ancak ahlaksızlığın başladığı yerde edebiyat biter. Dizilerde seyredilen ahlak dışı görüntülerin çoğunun eserlere sonradan eklendiğini görüyoruz. Bize ait olan değerlere uzak yaşamaktayız. Batılı değerlerin ise yaramadığı zaman geleneksel değerlere sarılmayı yanlış görüyorum. Sıkıştığımız zaman geleneğe sığınmak yerine geleneğe bağlı olmakta ısrar etmek gerekir. Çünkü eskimeyecek bir geleneğimiz var” diye konuştu.
//ŞİİR NEYİNİZ OLUR?
Doç. Dr. Erdoğan Erbay, daha sonra şunları söyledi; “İsmet Özel’in şiir için sorduğu, “Şiir neyiniz olur?” sorusunu biz de sanat ve edebiyat adına tekrar edersek, “Sanat ve edebiyat neyimiz olur?”. Sanat, içinde bulunduğumuz dünyanın, daha düz söylersek tabiatın, üzerimizdeki tesirini çeşitli şekillerde dile getirmektir. Sakızlı Ohannes Paşa’nın ifadesi ile, “Sanat, tabiatın tercümesidir.” Hoşlandığımız her şey sanat mıdır? Eğer durum böyle ise, sanatın temel meselelerinden birisi olan “hayret”i nereye koymak gerekir? Sanat, aynı zamanda ahlâk eğitimi anlamına da gelmemeli, her ne kadar neticesinde benzer bir çıkarım hâsıl olsa da. Sanatın tarif ve tasnifinden yola çıkarak, magazinle edebiyat ne şekilde ve hangi şartlarda birbirinin içinde olur, ya da hakikaten böyle bir durum mümkün müdür? Hassaten maddî herhangi bir maksadın peşinde koşmayan sanat, genelin seyrettiği, zevk aldığı şeylerden meydana gelmiş bir algının arkasından koşmak değildir. Sanat, insan ruhunun derinliklerinde var olan estetik ve zarafeti, hayatı tezyin ve aynı zamanda zenginleştirmek kaygısından başka bir anlam ifade etmez. Bu çerçevede, sanat dolayısıyla edebiyat ile magazin, ayrı ayrı anlam ve değerler silsilesi üzerine bina edilen, sanat ve edebiyatın magazini de içerebilmesi mümkün iken, magazinin asla ve hiçbir kayıtla edebiyatı çerçeve içerisine alamayacağı alanlar ayrılığıdır.”
//SANAT VE EDEBİ ESERLER, YAPIMCILAR İÇİN HAZIR BİR MALZEME
“Edebiyat, şahsî zevk ve hayret makamı işgaliyle, tecrübî anlayış ve endişenin, hayata müdahale edişini gerçekleştirerek, hayatı daha zengin hale getirmekle görüş alanını genişletirken; magazin, şahsî gayret ve iradeden mahrum, hazırın genel tarafından tüketilişinin adıdır” diyen Doç. Dr. Erdoğan Erbay, “ Bu çerçevede düşünüldüğünde, sanat eseri ile magazin arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Magazin ile edebiyat hangi ölçülerde iç içe girebilir? Televizyonda yayınlanan bütün dizileri izlemediğim için, bu noktada özellikle roman yada hikâyelerden yola çıkılarak üretilen diziler üzerinde durmak istiyorum. Elbette sanat ve edebiyat eserleri, yapımcılar için hazır bir malzemedir. Bu noktada, yapımcının tasarrufu kaçınılmazdır. Ancak tasarruf, sanat eserine zarar verir, onu aşağı çeker bir durumda olmamalıdır. Zira her sanatkâr, müdahale ettiği her sanat eserine, sanat ve estetik açıdan bir zenginlik kazandırmalı, esere, seyreden yada okuyan için yeni ufuklar açmalı kanaatini taşıyorum. Çünkü Alaattin Özdenören’den iktibasla “geleceğin insanına” şekil vermek, kültürel yozlaşmayı engellemekle mümkün olacaktır. İbn Rüşd’ün dediği gibi, “Her değişim, bir bozulmayı da içeriyorsa”, kültürel her değişim, beraberinde psikolojik bir bozulmayı da getirecektir. Okumak, edebi bir tavır sahibi olmayı hedeflemelidir. Edebiyat, estetik olmaktır. Edebiyat eğitiminin ezbercilikten kurtarılması gerekir.” Şeklinde konuştu.
//SANAT ESERİNİ DEVRİYLE BİRLİKTE ANLAMALIYIZ
Doç. Dr. Erdoğan Erbay, son zamanlarda televizyonlarda izlenen Çalıkuşu, aşk-ı memnu ve hanımın çiftliği gibi dizilerden hareketle edebi eserlerin sahneye aktarılması konusunda ise şunları söyledi:“Yönetmenin oyununun bir metni sinemaya uyarlanırken onu başka bir noktaya indirmeye hakkı yoktur. Sanat eserini devriyle birlikte anlamalıyız. Roman bizim geleneğimizde yok kendimizi romanda bulamayız. Dizilere konu olan eserler –Aşk-ı Memnu ve Çalıkuşu vs.- öyle ya da böyle kendi devrinin sanat, edebiyat, estetik ve tarihî değerlerini yansıtır. Bu ve benzeri eserlere, yapımcı, yönetmen veya oyuncunun tasarruf hakları saklı kalmak şartıyla, söz konusu metinlerin ruhlarını değiştirme ve bozma hakkının bulunmadığı kanaatindeyim. Çünkü her eser, olumlu ya da olumsuz, kendi devrinin değer yargılarını yansıtır, değer yargılarını taşır. Yenileştirmek veya çağa uydurmak adına, söz konusu eserlerin, kendi şartlarından, çevre ve anlarından koparılarak, adeta yeniden yazılmış şekliyle ortaya konulması, hem esere, hem de müessire yapılmış bir haksızlıktır, diye düşünüyorum. Artık o eser, Halit Ziya’nın ya da Reşat Nuri’nin değil, metni yeniden şekillendirenlerin malıdır. İkinci ve belki de daha önemli bir mesele de şudur: Niyetimiz, roman ve hikâyeye, bir edebî tür olarak karşı çıkmak değildir. Ancak, kendi geleneğinin bir ürünü olmayan romanı, yirmi birinci yüzyılda dahi, Kemal Karpat’ın ifade ettiği veçhile, “Kendi romanını meydana getirememiş, yazamamış ve yazdıramamış” bir toplumun, ikinci sınıf ya da iğreti fikirler sıradanlığında, rol model olarak ortaya konulan, ama çoğu zaman kendisini yansıtmayan durumlara uygun haller inşa etmekle uğraşma meselesidir. Yaşadığı hayata kendi rengini, kokusunu ve zevkini vermek ve bununla beraber, bu hayattan endişe duymadan yaşamak yerine, ödünç alınmış, başkaları tarafından uydurulmuş, İsmet Özel gibi söylersek, “kendileri hakkında diğerlerinin kurguladığı masalları” seyretmekle, tükenmenin, ruh güdüklüğünün işgaliyle de mahkumiyete mecbur kalınmış olacaktır, diye düşünüyorum.”
Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fikret Kılıç’ın yönettiği söyleşiyi çok sayıda kitap sever izledi.