Psikiyatrik hastalıkların, nörobiyolojik temelleri açıklandı. Bugün için artık psikiyatrik hastalıkların hepsinin biyolojik temeller üzerine geliştiği ve aslında nörolojik hastalıklar olduğu belirtiliyor. Prefrontal merkezlerde ve limbik sistemlerdeki mikro moleküler dengesizlikler, psikiyatrik hastalıkları oluşturmaktadır. Hatta TMS (transkranial manyetik stimülasyon) ile bu psikolojik merkezlerin resetlenerek düzeltilmeye çalışılmasının da bu temele dayandığı bildirildi.
//RUH BİLİMİNİN GELİŞME SÜRECİ
Depresyon, panik atak, psikoz, bipolar bozukluk, anksiyete, gibi psikolojik hastalıklarla alakalı ruh biliminin gelişmesi 60 senelik bir maziye sahip olduğunu dile getiren Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, “Daha önce depresyon tedavisi için herhangi bir ilaç kullanılmıyordu. Çünkü geliştirilen tıbbi bir tedavi yoktu. Depresyon hastaları kendi hallerine bırakılır en fazla, manevi olarak desteklenirdi. Müzikoterapi gibi geleneksel yöntemler denenir bazen de akla hayale gelmeyecek yöntemlere başvurulurdu. Çok değil 60-70 yıl öncesine kadar çinde kullanılan bir yöntem çok ilginçtir. Depresyon hastaları en az 50 metre yüksekliklerden denize ya da nehirlere atılır. Bu arada ölen ölür. Kalanlar ise yaşadıkları şokun etkisiyle depresyondan kurtulabilirlerdi. Psikolojik rahatsızlıklar, son yıllara kadar, elle tutulmayan, gözle görülmeyen, somut olmayıp soyut kavramlarla ifade edilirdi. Bu yüzden de bu hastalık grubuna ‘’ruh hastalıkları’’ adı verilmişti ki halen de bu kavram kullanılmaktadır. Adı ‘’ruh hastalıkları’’ olunca insanlarımız olaya doğa üstü motifler atfederek çareyi tıp dışı geleneksel eğilimlerle çözümlemeye çalışmışlardır. Bu alışkanlık ne yazık ki kimi yörelerde halen de sürmektedir” dedi.
//HASTA ÖNCE HOCAYA GÖTÜRÜLÜYOR
Özellikle Doğu Anadolu da ruh hastalığı olup da, yöredeki tanınan bir hoca efendiye götürülmeyen hastanın hemen hemen yok gibi olduğunu dile getiren Dr. Yavuz şunları kaydetti; “Anadolu insanı, ruh hastalıklarının tedavisi açısından, kendine daha yakın gördüğü, ulaşılması daha kolay olan ve manevi değeri itibariyle yüksek mertebede kabul ettiği kişilere daha çok rağbet etmektedir. Bunlar içerisinde ilim sahibi gerçek din adamları, hastaları doktorlara yönlendirmekte, bazıları ise büyü, sinir yada muska gibi kavramlarla, maalesef istismar etmektedir. Beyinin, fonksiyonel MRI, PET ve SPECT gibi ileri inceleme yöntemleri geliştirildikten sonra anlaşıldı ki, aslında önceden kavram itibariyle elle tutulmayan gözle görülmeyen ve genel olarak ‘ruh hastalıkları’ tabir edilen geniş hastalık grubunun, aslında biyolojik temelleri olduğu ve beyinin bazı merkezlerinin normal çalışmamasından kaynaklanmaktadır.Son bilimsel gelişmelerle, psikolojik rahatsızlıklarla alakalı esas merkezin beyinin prefrontal bölgesi olduğunu artık bilmekteyiz. Prefrontal bölge, kaba hatlarıyla alın ile şakak bölgesi arasında kalan beyin bölgesidir. Prefrontal korteks genel olarak ahlaki yargıların, muhakeme etme, planlama, soyut (sembollerle düşünebilme) ve analitik düşünme merkezidir. Ayrıca sosyal sorumluluk gerektiren liderlik özellikleriyle ilgili davranışlarımızın da düzenlenmesini sağlar. Bu genel üst özelliklerin yanı sıra, prefrontal korteks; mutluluk, üzüntü, neşe, sevgi gibi duyguları hissedip, canlandırdığımız beyin bölümüdür. Limbik sistemimizde oluşan temel dürtü ve heyecanlarımızın tanımlanabilir duygu ve düşünceler olarak çevirisini yapar. Diğer taraftan depresyon, şizofreni, duygu durum bozukluğu veya dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu gibi psikiyatrik bozuklukların, prefrontal kortekste azalan beyin kan akımı ile yakın ilişki içinde olduğu belirlenmiştir. Ayrıca son incelemeler, beyinin sağ arka bölgesinin de psikolojik merkezler içerdiğini göstermektedir.
Hülasa , bugün için artık psikiyatrik hastalıkların hepsinin biyolojik temeller üzerine geliştiği ve aslında nörolojik hastalıklar olduğu anlaşılmıştır. Prefrontal merkezlerde ve limbik sistemlerdeki mikro moleküler dengesizlikler, psikiyatrik hastalıkları oluşturmaktadır. Hatta TMS (transkranial manyetik simülasyon) ile bu psikolojik merkezlerin resetlenerek düzeltilmeye çalisilmasi da bu temele dayanmaktadır. Öyle ümit ediyorum ki, gelecekte beyin nörobiyolojisi üzerinde gelişmeler oldukça bu hastalıkları daha net olarak anlayabileceğiz.”