ERZURUM (İHA) - Belgesel bir roman olarak, katledilen ailenin torunu kaleme almış Yanık Dere’yi. Yanık Dere Erzurum halkının Ermeniler tarafından katledilişinin simgesel yerlerinden sadece birisi. Romanı Mehmet Dağıstanlı kaleme almış. Roman tadında bir belgesel olan ‘Yanık Dere’ nin en önemli özelliği, yaşanılan katliamları çocuk muhayyilesinde saklayıp, bir edebiyatçı yetişkinliğiyle kaleme alınmış olması. Bir pişmanlığın romanı, çünkü genel olarak Türk milleti uğradığı katliamları unutan bir gene sahip. Biran önce hafızasından çıkarıp atıyor. Erzurum’da da aynı gerçek yaşanmış. Ermeni komşumuz, bizi katletmiş, ama katliama uğrayan komşu bunu bir asır geçmeden hafızasından silmiş.
Yanık Dere romanı Bilgeoğuz yayınlarından çıkmış. Belgesel romanı, Mehmet Dağıstanlı, kaleme almış. Yayın Yönetmeni Oğuzhan Cengiz, Editörlüğü Mustafa Erdem Kafkaslıoğlu, yapmış. 703 sayfalık dev hacimli roman, tipik Türk özelliklerinin hatırlanması açısından da önemli. Balkanlar’da, Kafkaslarda, Güney’de, Anadolu’nun birçok bölgesinde katliamlara maruz kalmış savunmasız insanların öyküsünü anlatıyor. Yazar Mehmet Dağıstanlı, çocukluk yıllarında dinlediklerinden yola çıkmış, bilimsel araştırmaları tarayarak o hüzünlü hikayeleri belgelendirmiş bir anlamda. Sonra roman tadında anlatmış bir bir Türk insanının boğazlanışını. Elbette bu aynı zamanda bir dramdır; Komşu bildikleri tarafından ihanete uğrayan insanların öyküsünde.
Yanık Dere romanının hüzünlü var oluş hikayesini Mehmet Dağıstanlı şöyle anlatıyor;
“Yanık Dere, Erzurum’un doğusunda Aziziye Tabyaları’nın batısında, Tabya ile şehir arasında Palandöken dağları’ndan süzülerek akan suyu şehre getiren ince, sıradan bir dereydi. Benim çocukluğumun geçtiği yerlere yakındı burası. İlkokul yıllarında sevgili öğretmenlerim bizi derenin bulunduğu yere götürüp: ”İşte burası Yanık Dere’dir.” dediler. Anlattılar neden Yanık Dere olduğunu; ama biz bir şey anlamadık o yıllar. Fakat içimde, hafızamda hep bir yanık dere kalmıştı ne olduğunu tam bilmeden. Hafızamda bir de Mahallebaşı semtinde ‘Fransız Hastahanesi’ kalmıştı. O da ilkokulu okuduğum Mahallebaşı’nda hemen okulumuzun karşısındaydı.
Üç katlı, yıkık, yer yer yanık izleri olan ve sadece duvarları ayakta kalan harabe, taş bir bina. Sonra nenemin kardeşinin Ermeni askerlerince sandıkta süngülenişi anlatılırdı çocukluğumda. Çocukluğumda o eve her gidişimde o sandığı görürdüm. Sonra duyduklarım ve okuduklarım: on bir kişinin idamı, Gürcükapısı’nda Seyidov ve Belediye Başkanının katledilmesi, Ezirmikliler; evlere, odalara, ahırlara doldurularak katledilen insanlar…
Bütün bunlar beni tekrar Yanık Dere’ye götürdü. Ermeni askerlerin türlü bahanelerle şehirden topladıkları Erzurumlular’ı bu dereye götürüp kurşunladıklarını, kimilerini sırt sırta bağlayıp kurşunla ya da süngüyle öldürdüklerini, bununla da yetinmeyip üzerlerine gaz dökerek yaktıklarını, dereden günlerce su yerine kanın aktığını tespit ettim onlarca eser ve anılar arasından. Yanık Dere, Erzurum için çok önemli yermiş meğerse. Bunu çok geç anladık; ama iş işten geçti artık.”
Romancı ve edebiyatçı Mehmet Dağıstan’lı Türk milletinin geçmişte yaşanan kötü şeyleri unutmasının da bir anlamı olabileceğini kabul ediyor. Ancak bir şeye itirazı var; “Geçmişte yaşananların hafızalardan belgelere geçirilerek geleceğe bırakılmasının zorunluluğu var. Ama biz bu alanı hep ihmal ettik”