AK Parti Ardahan Milletvekili Prof.Dr. Orhan Atalay, ‘Gelin, birbirlerinin kurdu olma zorluğuna değil birbirimizin kardeşleri olma kolaylığına irade koyalım. Ve hep birlikte bu uğursuz geceyi neşe ve ümit ışıltılarıyla dolu bir sabaha çevirelim. Bunu başarmak elbette ki mümkün ama hep birlikte.”dedi
AK Parti Ardahan Milletvekili Prof.Dr. Orhan Atalay son günlerde ülkede ve özellikle bölgede yaşanan terör saldırıları ile ilgili yazılı açıklamada bulundu. Atalay´ın yapmış olduğu açıklama şu şekilde;
BASİRET ÇAĞRISI
Son günlerde ülkemizde ama özellikle de bölgemizde huzura, barışa, kardeşliğe, refaha ve kısaca tüm güzellikleriyle Hayat´a kastı amaçlayan müessif gelişmeler, akıl, vicdan ve basiret ehli her insanımızı tedirgin etmiştir.
Son iki asırdır huzura muhtaç coğrafyamızda özellikle son on küsur yıldır ‘kan kaybını´ önlemeye dönük köklü iyileşmelerin tam da müşahhas bir hakikate iyice dönüşmeye başladığı, dağlarında barut yerine elvan çiçekler kokladığımız bu günlerde adeta baharı kışa çeviren bir ani iklim değişikliğiyle karşı karşıya kaldık. Ve herkes birbirine ‘NELER OLUYOR? NE OLACAK? Diye sormaya başladı.
Emin olun ki, bu sorunun doğru cevabı için sadece son bir yüzyıl içinde yaşanmışları bilmemiz yeterli olacaktır. Üstelik böyle bir bilgiye acil ihtiyacımız da vardır. Çünkü olan-bitenlerin asıl kaynağını görmek ve gerçek faillerini tanımak bize aynı zamanda hepimizin beraberce kurtuluşu için ihtiyaç duyduğumuz iksirimsi bir bilinç de kazandıracaktır.
Bu toprakların altındaki hazinelere konmayı kendi siyasi ve askeri hatt-ı harekâtı olarak belirlemiş güçlerin süfli amaçları için haliyle yapmaları gereken ilk şeyin bu topraklar üstünde yüzlerce hatta binlerce yıl boyunca birlikte yaşamış toplulukların birini diğerine düşman kılarak onları bir arada tutan asıl düğümü çözmek olacağı açıktır. Bizim ise kesin olarak bilmemiz ve inanmamız gereken hakikat, uzun sömürgecilik tarihleri nedeniyle habis hedefleri için din, dil, mezhep, fikir, siyaset ve benzeri sebeplerden hangisini nerede ne zaman kullanacaklarına dair zengin bir arşive sahip olan dev(let)lerin bizler için ‘baldıran zehrini gizleyen altın tas´ misali adına ‘milliyetçilik´ denilen bir bandaja sardıkları ‘çok kötü bir niyet´ taşıdıklarıdır.
İster daha dün ‘din´ görünümlü bir milliyetçilik aşkına duçar olan gerek Balkan ve gerekse Doğu Hıristiyan toplumlarını veya ‘dil´ mahreçli bir milliyetçilik ülküsüne kanıp kendi köküne hançer saplayan Arap toplumlarının bugün yaşadıklarını matematiksel bir kesinlikle sunan veriler üzerinden okuduğumuzda milliyetçiliklerin özellikle de bu topraklar üzerinde yaşayanların mutluluklarını her geçen gün biraz daha nasıl azalttığını açıkça göreceğiz. İşte o zaman bu hastalığın bizi bize kardeş değil, düşman ettiğini, her birimizi yekdiğerinin kurduna dönüştürdüğünü, her birimizin canını, malını, ırzını yekdiğerine haram değil helal kıldığını daha iyi idrak etmiş olacağız. Çünkü ayrılık-gayrılık davasına, sen-ben kavgasına teslim olmuşları bekleyen kader sadece dizlerini dövüp ağıt yakmaktır.
Peki, farklı kanallardan gelen suları birleştirmek suretiyle birlikte akan coşkun bir nehre dönüşme derecesine yükselmek var iken, öylesi bir nehrin sularını ayrıştırarak peş peşe dökülen damlalar derekesine düşmenin hangi haklı gerekçeleri olabilir?
7 yıl, 30 yıl, 100 yıl savaşlarının ardından milyonlarca insanın hayatına mal olmuş iki dünya savaşından sonra hem de aykırı onca özler taşıyan damlaları birleştiren Avrupa deryası tecrübesi ile daha dün bir okyanus iken bugün adeta kokuşmuş göletlere dönmüş; bilgiye, ekmeğe ve özgürlüğe hasret Asya ve Afrika kıtalarında cereyan eden havadisten hiç mi ibret almayacağız? Allah aşkına söyleyin! Gün geçmez ki, yüzlerce dilhûn manzaralar seyrettiğimiz Afganistan, Irak, Yemen, Suriye ve Mısır gibi ülkelerden hangisi bugün kim veya kimler için, hangi ırk, etnik, din ve mezhep ehli için bir gülşendir? Yoksa o yerleri canlı cansız tüm varlıklarıyla hem de gelecekleriyle birlikte cayır cayır yakan, arşı kaplamış o kapkara dumanlarıyla, fıtratı bozulmamış her canlıyı hüzün ve kedere boğan zalim bir cehennem değil midir görülen?
Tüm bunlar ortada dağlar misali duruyor iken, tam da bu oyunun senaristlerinin arzularına uygun şekilde davranıp, faturayı hemen birbirimize kesmeye acele etmekle hikmet ve basiretten nasıl da uzaklaştığımızı görmüyor muyuz? Yoksa ateşin yakıcı olduğuna inanmak için o narın illa bize de dokunması mı gerek?
Öyle ise gelin, birbirlerinin kurdu olma zorluğuna değil birbirimizin kardeşleri olma kolaylığına irade koyalım. Ve hep birlikte bu uğursuz geceyi neşe ve ümit ışıltılarıyla dolu bir sabaha çevirelim. Bunu başarmak elbette ki mümkün ama hep birlikte...Bu oyunu bozmaya niyet ederek güne başlamak için yapmamız gereken çok kolay bir iş vardır; saflarımızı sıklaştırmak, selamlaşmak ve selamı aramızda yaymak. Bilelim ki, selam; ahirette cennetin dünyada da barışın kilidini çözen yegâne anahtardır.
Yüce Allah´ın selamı hepimizin üzerine olsun.”