Cebrail Aleyhisselam iki rekât namaz kılmış, namaz tam 4 bin ahiret senesi sürmüş. Sonra:
‘Ya Rabbi! Kâinat yaratıldığından beri acaba böyle namaz kılan başka bir kulun var mı?’ diye sormuş. Allah-u Zülcelâl buyurmuş:
‘Ahir zamanda gelecek Ümmet-i Muhammed’den bir kulum 2 rekât namaz kılacak; hatayla, kazayla, her türlü düşüncelerle, kaç rekât kıldığını bilmeyerek kılacak. Onun birkaç dakikada kıldığı 2 rekât, senin 4 bin senede kıldığın namazdan makbul olacak!’
‘Ya Rabbi! Neden onların namazları bu kadar kıymetli olacak?’
‘Çünkü onlar düşmanımı yıkarak huzuruma gelecekler. Sende düşman yok ki! Dünya sevgisinden uzaklaşacaklar, nefislerinin şerrinden kurtulmaya çalışacaklar, şeytanın vesvesesine aldanmayıp ‘Allahu Ekber’ diyecekler!’
Evet, zaman ahir zaman, görevimiz kolaylaştırmak, müjdelemek, iman kurtarmak… Ateşe koşan insanların kolundan tutmak…
Zaman ahir zaman, görevimiz Hz. Musa ile çoban kıssasında Allah-u Zülcelâl’in buyurduğu gibi ayırmak değil buluşturmak, ayıplamak değil teşvik etmek. Kelimelere bakmak değil, niyeti anlamaya, gönlü görmeye çırpınmak…
Bazen medih olan söz, zemdir; bazen bal olan, zehirdir.
Şemseddin-i Perende hazretleri anlatıyor:
Dört tüccar boş bir camide namaz kılıyorlarmış. Derken içeri müezzin girmiş. İlk tüccar duasını yarım bırakıp sormuş: ‘Müezzin Efendi, ezan okundu mu, yoksa vaktimiz var mıydı daha?’
İkinci tacir dua etmeyi bırakıp, arkadaşına dönmüş: ‘Yahu, duanı yarım bıraktın, niye konuştun? Şimdi namazın boşa gitti. Haydi, baştan başla bakalım!’
Bunu duyunca, üçüncü tacir müdahale etmiş: ‘Yuh sana, ne diye onu suçlarsın? Kendi namazına bakacaktın, bak seninki de boşa gitti.’
Dördüncü tacir dayanamamış, kendi kendine mırıldanmış: ‘Bak şu akılsızlara üçü de namazlarını ziyan etti. Allah’ım sana şükürler olsun beni faka bastırtmadın, onlar gibi şaşırtmadın.’
Evet, ya siz ne düşünüyorsunuz? Sizce bu dört tüccardan namazı heba olan var mı, varsa hangileri?
Siz düşünedurun gönüllerin güneşi şöyle devam eder:
‘Şayet bu tacirlerin bir kabahati varsa, namazlarını kesip konuşmaları değil. Esas kabahatleri kendi işlerine bakıp, ettikleri duanın hakikatine odaklanmak yerine, akıllarının başka yerde olması ve etrafta olan bitene takılmaları. Ama şimdi biz onları tutup yargılarsak, aynı hatayı biz de yapmış oluruz. Yani dört tacir de benzer sebeplerden dolayı hatalıdır. Öte yandan ben onların hiç birine hatalı diyemem. Zira haklarında hüküm vermek bana düşmez. Ben nereden bilebilirim hangisinin namazı kabul olundu, hangisinin olunmadı. Ben sadece kendi işime bakarım; kendi nefsimi eritip yüreğimi eğitmeye…’
Sufi der ki: ‘Başkaları hakkında hüküm verip yargıda bulunacağıma, ben kendi içime bakayım.’ Sofu der ki: ‘Başkalarının kusurlarını hemen bulup çıkarayım. Ama unutmayın! Çoğu zaman, başkalarında hata bulanlar kendileri hatadadır. Teferruata ineyim derken bütünü kaybederler. Ağaçlara bakmaktan ormanı göremezler. İnsanoğlu nedense anlamadığını kötülemeye meyilli.
Şeriat, hakikat denizinde yüzen bir gemidir. Âşıklar er ya da geç ummana dalar.
Bakanın kör olması güneşin ışığına halel getirmez.
Ne dersiniz, biz ısınıyor muyuz acaba bu hakikat güneşiyle, hikmet denizinde boğulmadan yüzebiliyor muyuz?