AK Parti MKYK Üyesi ve Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu Ban, “28 Şubat 1000 yıl sürmedi ama finansal ve ekonomik etkisi ülkemizden onlarca yılı çaldı. 2002 yılından itibaren AK Parti iktidarı sayesinde hem finansal ve ekonomik yıkımlar bertaraf edilmiş hem de ulaştırmadan sağlığa eğitimden teknolojiye varıncaya kadar onlarca alanda inanılmaz başarılar sergilenmiştir” dedi.
AK Parti Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu Ban, Türkiye Büyük Millet Meclisinde düzenlediği basın toplantısında 28 Şubat “postmodern darbe sürecinde özellikle finansal ve ekonomik yönden milletin geleceğinin çalındığını belirtti. Bin yıl sürecek denilen demokrasiye balans ayarının 24. yılını bir kez daha esefle kınayan Taşkesenlioğlu Ban şu ifadeleri kullandı:
“1950 çok partili sisteme geçildikten sonra ülkemizde neredeyse 10 yılda bir yapılan darbeler ile Milli İrade yok edilmek istenmiş, demokrasi kesintiye uğratılmıştır. Hukuk devleti Kanun devletine dönüştürülmek istenmiştir. Hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin uygulandığı bir ülke meydana getirilmeye çalışılmıştır.
Her darbe ve darbe girişimi ülkemizde ülkemi siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmesine ağır darbeler vurmuştur. Ancak Anadolu irfanın tecellisi olan milletimiz her seferinde feraset dirayetle karşılık vermesi demokrasiyi hukukun üstünlüğüne, milli iradeye her daim sahip çıkmıştır.
28 Şubat 1997-2002 yılının başına kadar tüm yıkıcılığı ile devam eden 4 yıllık zaman diliminde milletim uzunca yıllar bedelini ödediği tam bir ekonomik yıkım dönemidir. Oynanan bir takım tiyatrolarla milletimizin suni gündemlerle meşgul ederken milletimizin nasıl çalındığını ifade etmek istiyorum.
2001 krizi sonrasında finansal sistemin güçlendirilmesi sürecinde kamu bankalarının görev zararlarının ülkeye maliyeti 21,9 milyar dolar seviyesindedir. Özel sektör bankaları hem denetim zayıf olması hem de yüksek faizle topladıkları mevduatları geri dönüşü olmayan ekonomik birimlere transfer etmeleri, öz kaynaklarının yetersizliğinden dolayı risklere karşı dayanıksızlıkları sonucu 25 bankaya TMSF el koymuş ve bunun sonucu 31,4 milyar dolarlık zarar ortaya çıkması sonuç olarak hem özel sektör hem de kamu bankaların yeniden yapılandırılması için 53,3 milyar dolar maliyet ortaya çıkmıştır.
1998 ve sonrasında faiz giderlerinde de ciddi bir yükselme yaşandı. 2001 yılı itibariyle oran yüzde 17,1 seviyesine ulaştı. Bu doğrultuda, 2001 yılına gelindiğinde devletin topladığı vergiler faiz ödemelerine yetmedi, vergi gelirlerinin tamamı faiz ödemelerine aktarıldı.
1990 yılında devlet iç borçlanma senetlerinin bankaların toplam aktiflerindeki payı %10 iken, bu oran 1999’da %23 seviyesine çıkmıştır. 1997-2007 yılları arasında kamu kesiminin faiz harcamalarının gayri safi milli hasılaya oranının değişmediğini kabul ettiğimizde yaklaşık 119 milyar doları fazladan faiz giderlerine harcandığını görebiliriz.
Bunun yanında ilgili dönemde hükümetlerin yapısal sorunlara kayıtsız kalması ve popülist harcamalarını finanse etmek için yüksek faiz oranlarını teşvik etmeleri kısa vadeli sermaye akımlarını teşvik etmiş ve kur-faiz arasındaki makasın açılmasına sebebiyet vermiştir. Böylesi durumlarda ekonomi kısa vadeli sermaye akımlarına karşılıklı bağımlılık katsayısı yükselmekte ve meydana gelen cari açığın sürdürülemez boyuta ulaştığının hissedilmesinin akabinde sermaye çıkışlarının yaşanması, iktisadi büyümeyi olumsuz etkilemekte ve büyüme performansını istikrarsız hale getirmiştir. Bu bağlamda 1999 yılında meydana gelen ani sermaye çıkışlarının ardından ekonomide %6,1 oranında, 2001 yılındaki sermaye çıkışları sonrasında ise gelir seviyesinde %9,5 oranında daralma söz konusu olmuştur. İki dönemin sermaye çıkışları sonrasında gayri safi milli hasıla düzeyinde toplamda 75 milyar ABD Doları alanında azalış meydana gelmiştir. Sadece bunlar mıydı? Türkiye’ye yönelik doğrudan sermaye yatırımları ülkenin bu siyasal istikrarsızlığından payını almış ve maalesef Meksika ve Brezilya örneklerinde 1995-2000 periyodu için doğrudan yabancı sermaye girişlerinin gayri safi yurtiçi hâsılaya oranı Brezilya’da %3 ve Meksika’da %3,2 düzeyinde iken ilgili yıllarda Türkiye için bu oran %0,4 seviyesindedir ve Milli gelirin %2 seviyesinde sermaye girişlerinin olacağı tahmin edildiğinden 16,5 milyar dolar bir sermaye akışından Türkiye mahrum kalmıştır.
Türkiye’de yine o dönemlerde ardı ardına meydana gelen devalüasyon sonrasında ihracat, ithalat ve dış borçlar bağlamında aynı miktarda yabancı para karşılının daha fazla mal ve hizmet satışı ile gerçekleşmesi nedeniyle kazançtan ziyade maliyet unsuru olmuştur. Ulusal paradaki değer kaybının öncesi ve sonrası kıyaslandığında ihracat, ithalat ve dış borç servisi bağlamında kriz yaklaşık 14 milyar dolarlık ek maliyet getirmiştir. Bunun yanında IMF ile onlarca sözleşmeler imzalanmış ve IMF’den yaklaşık 48,7 milyar dolar kredi alınmıştır. Alınan bu kredinin maliyeti 6 milyar $ seviyesinde gerçekleşmiş ve maalesef ülkemiz bu borçları 2013 yılına kadar ödemeye gayret etmiş ve 2013 yılında da elhamdülillah AK Parti iktidarı sayesinde IMF ye tüm borçlarımız ödeyerek artık yatırıma ve üretime daha fazla pay ayırır hale gelmiştir.
2000 yılının kasım ayında, TCMB döviz rezervlerinden bir haftada 3 milyar dolar, hemen ertesi hafta ise 2,5 milyar dolar çıkış yaşandı. Böylece TCMB rezervleri kasım ayının sadece son iki 2 haftası içerisinde 5,5 milyar dolar eridi ve 24,4 milyar dolardan 18,9 milyar dolara inerek istikrar programının belirlediği rezerv alt sınırı seviyesine düştü.
Dövize olan bu saldırı, Merkez Bankası rezervi kayıplarının yanı sıra, yüksek faizleri de beraberinde getirdi. Baskı sonucu Kasım ayı ortalarında dikkat çekici bir şekilde yükselerek %82 seviyesini gören gecelik faizler, 22 Kasım 2000 tarihinde en yüksek %210, ortalamada ise %111 oranlarına sıçrayarak beklenen finansal krizi ortaya çıkardı. Hatta tam bu dönemde yerli parayı savunmak için gecelik faizler bir ara % 4000’lere çıktı.
Ekonomik anlamda kayıplar sadece finansal anlamda değil iş gücü piyasası alanında da oldu. Binlerce insan fişlendi ve işlerinden oldu. Bunun en dönemde irtica adı altında ordudan 1600 yetişmiş üst düzey insan kaynağı atılmış oldu ve bu yetişmiş insan kaynağının ülkeye maliyeti 10 milyar dolardır.
Yine aynı zamanda 100 binlerce genç kızımız ve gençlerimiz eğitim haklarından mahrum kaldı. Ve bu gençlerin ekonomiye olan kazançlarından da ülkemiz mahrum kaldı.”