Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Biyoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Orhan Erdoğan, biyoteknoloji ve gen transferleriyle ilgili olarak önemli açıklamalarda bulundu.
//GEN TEKNOLOJİSİ
Gen teknolojileriyle üretilen ürünlerin, insanlığa sunduğu faydaların yanında, riskli yönlerinin de mevcut olduğunu vurgulayan Erdoğan, bu bağlamda Türkiye’nin ihtiyaçlarını da sıraladı.
Biyoteknoloji son 30-40 yılda büyük aşamalar kaydetmesine rağmen, uygulamaların mazisinin antik Mısıra kadar uzandığını anlatan Erdoğan, 1970’lerde rekombinant DNA teknolojisinin geliştirilmesi ve restriksiyon enzimlerinin kullanımı ile birlikte biyoteknoloji alanında yeni bir dönemin başladığını kaydetti. Biyoteknoloji alanında insanlık yararına en önemli keşiflerden birisinin, 1980’lerde insülinin resmi olarak biyoteknolojik yöntemlerle üretilmesi olduğunu anlatan Erdoğan, “1980’lı yıllarda Ohio Üniversitesi ilk olarak gen transferi yöntemiyle transgenik fare üretmesinin ardından, Çinli araştırıcılar tarafından başka bir tür olan balıklara gen aktarılması izlemiştir. Ardından bu alanda bitkilere de (Petunya) gen aktarılmıştır. Bu teknoloji ile bitkilerin, virüs, bakteri ve böceklere karşı dayanıklılığı artırılmıştır. Böylece transgenik canlıların üretiminin başlangıcı yapılmıştır. Bunu birçok transgenik bitki oluşturulması izlemiştir, izleyen yıllarda, rekombinant DNA teknolojisi ile birçok aşı geliştirilmiş ve ilk olarak çiftlik hayvanlarında denenmiştir. 1980'li yılların sonuna doğru insan sağlığında kullanılmak üzere rekombinant aşı hepatit-B geliştirilmiştir. Ardından, anti kanser ilaçları olan interferonlar geliştirilmiştir. Takip eden yıllarda, trangenik yollarla üretilen birçok hayvan ve bitki yaşam alanımıza girmiştir.” diye konuştu.
//GEN TEKNOLOJİSİNİN YARARLARI KADAR, ZARARLARI DA FAZLA…
Gen teknolojisiyle üretilen ve insanlık yararına kullanılan ürünlerin sayısının oldukça fazla olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Orhan Erdoğan, bu ürünlerin faydalarının yanında oldukça riskli yönlerinin de mevcut olduğunu belirtti. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin, özellikle insan beslenmesinde kullanılması sonucunda, çeşitli alerjik ve toksik etkilerin görülebileceğinin birçok deneysel çalışmayla ortaya konulduğunu ifade eden Erdoğan, “Kullanılan rekombinant vektörlerdeki antibiyotiğe dirençlilik geninin, patojen bakteriler tarafından alınması, insan dahil birçok canlıda meydana gelebilecek bir bakteriye! enfeksiyon durumunda, antibiyotiklerle tedavi durumlarında riskler yaşanabilir. Gıda ürünlerine aktarılan genlerin insan bağırsak yapısında parçalandığı bilinmesine rağmen, insan ya da hayvan DNA'sına çeşitli yollarla entegre olup olmayacağı bilinmemektedir. Transgenik organizmalardan doğal türlere gen kaçışları önemli risk alanlarından birisini oluşturmaktadır. Doğal çeşitliliğin bozulmasına neden olabilir. Böylece geri dönüşü olmayan bir sürece girilebilir. Gen transferinin hayvanların anatomik ve fizyolojik yapıları üzerine olumsuz etkileri görülebilir. Bunun sonucu olarak ta hayvan davranışlarında değişimler görülebilir. Gen transferi yapılan organizmada üreme bozuklukları görülebilir. Bütün bunlardan dolayı, bu ürünlerin kullanımı yasal çerçevede mutlaka güvence altına alınmalıdır. Bu amaçla donanımlı laboratuarlar kurulmalıdır.” ifadelerini kullandı.
//BİYOTEKNOLOJİ PAZARININ 2010 HEDEFİ 160 MİLYAR DOLAR…
Bilim adamlarının yabancı gen taşıyan hayvansal ve bitkisel bu kaynakların insan sağlığını ve çevreyi nasıl etkileyeceği konusunda farklı görüşlere sahip olduklarını anlatan Erdoğan, “Günümüzde birçok organizmanın tüm genomunun ortaya çıkarılması birçok hastalığın genetik tedavisinde biyoteknolojinin önemini ortaya koymaktadır. Buna ilaveten biyoteknoloji tüm dünyada büyük bir pazar olma durumundadır. OECD tarafından yayınlanan biyoteknoloji ve ticaret adlı raporda, biyoteknoloji pazarının dünyada 2000 yılında toplam 63 milyar dolarlık büyüklükte olduğu, bunun 2010 yılında 160 milyar dolara ulaşacağı belirtilmektedir. Yalnızca ticari uygulamalarda değil, kullanılan teknolojiler bakımından da biyoteknolojide ülkeler arasında farklılıklar vardır. Patent ve mülkiyet hakları gelişmekte olan ülkeleri gözetmemekte, onların biyoteknolojideki gelişmelerden yararlanmasının önüne engeller koymaktadır.” dedi. Bu bağlamda Türkiye’nin üzerine düşen görevleri de sıralayan Erdoğan, “Ülkemizde donanımlı laboratuarlarla ve biyogüvenlik seviyesini maksimumda tutarak, kontrollü, çevreyi, biyoçeşitliliği ve doğal türlerin genetik özelliklerini ve insan sağlığını riske etmeyecek bir biçimde biyoteknolojik çalışmaların yapılması ve geliştirilmesi zorunluluğu vardır.” dedi.