Muhsin Beyin vefatı hepimizi kahretti... Bunu daha öncede söyledik... Her ölüm erkendir... Ama, Muhsin Başkan’ın ki, hakikaten çok erken oldu...
Takdir böyleymiş...
Ardından yaşananlardan ders çıkarmaya çalışıyoruz...
Hasbi olmanın, milletin yüreğine nakşolunmak için yeter sebep olduğunu gösterdi bu vefat...
“Kim ne yaparsa kendine yapar” tesbiti bir kez daha teyid olundu. İyiliktede kötülükte de bu böyle...
Bunları kayda geçtikten sonra asıl meramıma gelmek istiyorum...
Sivas’ın, kendinden olana bağrını açmasına, sahiplenmesine...
BBP Kurulduğu günden bu yana Sivas’ta hep belirleyici bir rol oynadı...
Nitekim son genel seçimlerde de, rahmetli Yazıcıoğlu bu ilimizden bağımsız milletvekili seçildi...
Sivas kendisine yakışanı yapmıştı...
Hele son tavrı...
Milyon defa milyon alkışlanacak, şapka çıkarılacak bir tavırdır.
Sivas Belediye Başkanı artık BBP’li...
Eminim Muhsin Bey’in ruhaniyeti bu güzelliktens haberdardır ve bir büyük inşirah duymuştur...
Öteden beri Sivas’a ve Sivaslılara olan muhabbetimiz, bu vefalı duruşlarından dolayı kat be kat artmıştır.
Bu vesileyle de, küçük bir kıyaslama yapmak isterim...
Daha doğrusu, yapalım...
Bir partinin Genel Başkanı Erzurumlu olsa, bizim onu sahiplenmemiz Sivas gibi olur mu?
Ne dersiniz?
Herkes kendi nefsini bir yoklasın bakalım.
Böyle bir tavır geliştirebilir mi Erzurum... Olabilir diyorsanız...
Çok iyi niyetli düşünüyorrsunuz derim... Erzurum kendinden olana asla sahip çıkmaz...
Bırakın sahiplenmeyi, tam tersi, "nasıl yaparız da köstek oluruz" der...
Buna bir sıcak örnek vereyim mi?
Şu an... Yani hali hazır da bir hemşehrimiz bir partinin Genel Başkanı...
MHP eski milletvekillerinden Oktay Öztürk...
Aydınlık Türkiye Partisi Genel Başkanı...
Kaçımız biliyoruz bunu?
Bilenlerin kaçı bilmeyenlere söylüyor...
Tam aksi, ellerinden geldiğince karartma uyguluyorlar.
Bu bir örnek...
Binlercesi var...
Diyanet İşleri eski Başkanımıza en büyük köstek bizimkiler olmuştu. Vs.vs...
Bir beyin egzersizi yapalım diye işi bu noktaya getirdim... Fikredelim, zikredelim...
Ve dahi, Sivas’a ve Sivaslılyar’a şükranlarımızı sunalım... Vefa adına... İnsanlık adına.
Hafızayı tazeleme süresi
Alman bilim adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre, çok kısa şekerlemeler bile hafızanın tazelenmesinde büyük fayda sağlıyor. Hafızanın sadece 6 dakikalık uykuyla yenilendiği teorisi, bilim dünyasında bir ilk kabul ediliyor.
Geçmişte yapılan birçok çalışma, hafızanın tazelenmesinde uyku düzeninin önemli rol oynadığını kanıtlamıştı. Düsseldorf Üniversitesi’nden bilim adamları da çok kısa süreli uykuların hafıza üzerindeki etkilerini ölçen bir araştırma yaptı.
New Scientist dergisinde yayımlanan araştırmada, öğrencilere ezberlemeleri için bir grup sözcük verildi. Daha sonra öğrenciler iki gruba ayrıldı ve kendilerine bir saat boş zaman tanındı. Bu süre içinde bir grubun yaklaşık altı dakika uyumasına izin verilirken, bir grup uyanık tutuldu. Bir saatlik süre sonunda yapılan hafıza testinde, şekerleme yapan grup çok daha iyi performans gösterdi.
Bazı teorilere göre hafıza derin uyku halinde tazeleniyor. Bu derin uykuya da, uykuya dalınmasından en az 20 dakika sonra geçiliyor.
Ancak araştırmayı yürüten ekibin başkanı Doktor Olaf Lahl, hafızanın tazelenmesi sürecini uykuya dalma anının tetikliyor olabileceğini kaydetti. Lahl, “Bildiğimiz kadarıyla bu, çok kısa uykuların hafızayı etkin bir şekilde güçlendirdiğini gösteren ilk çalışma” dedi.
Hafızayı kameraya alacaklar
İngiltere’deki Loughborough Üniversitesi’nden Profesör Jim Horne ise araştırmayı ilginç bulmakla birlikte, sonuçlarına temkinli yaklaşmak gerektiği görüşünde. Horne “Hafızanın sadece altı dakikada yenilendiği buluşu ilginç. Ancak hafızanın yenilenmesinin uykuya dalınmasından çok daha sonra başladığı yönünde çok fazla kanıt var” dedi.
Cemil Meriç Diyor ki...
Ben 1940'larda Tercüme Dairesi Müdürü idim. Aşağı yukarı 40 senedir tercüme ile uğraşıyorum. Şuna kaniim ki, tercüme yapılamaz. Bir dilde söylenmiş şey bir başka lisanla ifade edilemez. Edilse bile tam değildir. Ben bir günde ancak bir sahife tercüme yapabiliyorum. Fakat günde yirmi sahife tercüme yapanlar da var. Olur mu? Olmaz tabii. Onun için tercüme edebiyatımız böyle.
Bin küsur senelik dinimizi bırakıp neyi benimseyeceğiz? Biz Hz. Muhammed'e, sahabiye inandık diye mi yıkıldık? Hadislere sarıldığımız için mi yıkıldık? Ne kadar abes bir şey...
Marks, " Din afyondur" derken, katolik kilisesini kasteder. Hakikaten katolik kilisesi tam bir afyondur. Kilise iktidarın emrindedir. Marks'ın dinsizliği de burjuvazinin dinsizliğinden gelmektedir. Ona da burjuvaziden mirastır.
Bir Fıkra
Cennete kabul odasının kapısı çalınmış, görevli Melek kapıyı açmış, içeri bir adam girmiş, "Buyrun.." demiş Melek. Adamın "Efendim ben.." demesiyle kaybolması bir olmuş..
Aradan biraz geçmiş, tekrar kapı vurulmuş, Melek kalkıp kapıyı açmış ki aynı adam..
"Esasında şimdi.." demiş ve tekrar kaybolmuş..
Bir iki dakika sonra yine kapı vurulması, yine aynı adam daha ağzını açmadan kaybolunca "Yeter ama.." demiş Melek kızarak, "Kardeşim dalga mı geçiyorsunuz benimle?.."
"İnanın niyetim o değil efendim.." demiş adam giderek uzaklaşan bir sesle, "Aşağıda beni hayata döndürmek için doktorun biri elektroşok yapıyor..!"
"Her kişinin iki resülü vardır. Biri zahir, diğeri batın. Zahir dildir, Batın gönüldür. Dil Muhammed’e, gönül Cebrail’e benzer."
Hacı Bektaş Veli