Bize has çok kötü bir anlayış var... Toptancı davranıyoruz...
Bakınız etrafınıza değerlendirmelerin hemen tamamında bir hüküm ifdesi bulursunuz...
Üstelik hükümlerimizin neredeyse tamamı siyah beyaz keskinliğinde oluyor.
Gri tonlara kapalıyız.
İyi yahut kötü...
Güzel veya çirkin...
Bu derece net tarifler yapıyoruz.
Halbu ki...
Bizim kültürümüz teenni öğütlüyor.
Yani ölçülü olmamız tembihleniyor.
Efefndimizin miyarı ne güzel...
Dostlukta da düşmanlıkta da aşırıya kaçmayın. buyuruyor...
Ve ekliyor...
Bir gün birisiyle dost olduğunuzda, yarın onun bir düşman olabileceğini unutmayın. Tabi aksi durumu da...
Ne güzel değil mi?
Bunları şunun için söylüyorum.
Bir seçim süreci yaşıyoruz.
Şunun şurasında 10 gün sonra sandık başında olacağız.
Öncesinde yaşananlara bakıyorum da...
Ölçü yine kaçmış görünüyor.
Mevcut Belediye Başkanı için ciddi eleştiriler yapılıyor...
Eleştiri elbet yapılsın...
Buna kimsenin birşey demeye hakkı yok.
Lakin ölçü kaçmamak kaydıyla.
Öyle bir anlayışla yapılıyor ki, sanki Ahmet Küçükler’in yaptıkları içinde güzel olanı yok gibi...
Bu insafla, izanla bağdaşmıyor...
Hiç olmazsa, önceki dönemlere bakıp bir değerlendirme yapılsa eminim çok daha doğru zeminlerde tenkit geliştirilir...
Yani, Uykusuz dönemine dönüp bakılması bence kafidir...
O dönemin çok fevkinde çalışmalar yapıldı...
Benim zaviyemden baktığınızda, yapılan bütün hizmetleri bir kenara koysak dahi, şu tarihi eserlerle ilgili yapılanlar bir Erzurumlu olarak teşekkür etmemizi gerektiren çalışmalardır.
Yeterli mi?
Orası ayrı...
İktisatın genel kuralı var ya...
İhtiyaçlar sonsuz, imkanlar sınırlıdır diye...
Daha iyisini bekleyelim, ancak yapılanları da görerek yapalım bunları...
Ölçü, endaze kaçınca ciddi bir haksızlık iklimi oluşuyor ki... O noktada bütün bir şehir bereketsizlik kuşatması altına giriyor.
Lütfen insaf... Lütfen ölçü...
Hırsız’da ölçü aramak doğru mu?
Kanuni döneminin iyi şairlerinden olan Nureddin Enverî, şiirlerinin taklit edilmesinden muzdarip imiş.
Bir defasında uzunca bir seyahate çıkar. Bir ara yolu Horasan’ın Belh kentine düşer. Mürekkepçi unvanıyla anılan şair, kimseyi tanımadığı, kimsenin de kendisini tanımadığı bu şehrin meydanında dolaşırken bir kalabalık görür.
Merak edip adamların arasına girer ve halkın ortasında bir adamın şiir okuduğunu görür. Dinlemeye başlar. Duyduğu mısralar onu şaşırtır. Çünkü derviş kılıklı adamın okuduğu şiirler kendisinindir. Bir süre dinler. Gösteri bittikten sonra kalabalık dağılır. Adama yanaşır ve usulca sorar:
- Affedersiniz efendim, bu okuduğunuz şiirler hep sizin yazdıklarınız mıdır?
Adam bir an için afalladıktan sonra toparlanır ve kendinden eminmiş gibi cevap verir:
- Tabii benim yazdıklarım. Başka kimin olabilir ki?
Büyük şair, cesaretini biraz daha toplar ve tekrar sorar:
- Ben bunları Şair Enverî’ nin sanıyordum. Siz onu tanır mısınız?
Bunun üzerine adam, adamakıllı kanatlanır:
- Tanımak ne demek? Şair Enverî benim zaten.
Enverî mahzun bir şekilde boynunu büker ve kendi kendine mırıldanır:
- Şimdiye kadar şiirin çalındığını duymuştum, ama doğrusu şairin çalındığını hiç görmemiştim.
Cemil Meriç Diyor ki...
Osmanlı medeniyeti fedakarlığa dayanan bir medeniyettir.
***
En kötü şey riyakarlıktır.
***
Düşüncenin ilk şartı her düşünceye saygıdır. Evvela bileceğiz, hakikate varacağız ve sonra düşüneceğiz.
***
Osmanlı'da felsefe yoktur. İslam cemiyetinde felsefe yoktur aslında. Felsefesi ancak vahiydir İslam cemiyetinin. Felsefenin mevzuu, ruhi madde, iman; İslamiyet bunu baştan halletmiştir. Felsefe şüpheyle doğar.
Batıda felsefe vardı da ne oldu? Neyi halletti?
***
Osmanlı'nın mukaddes kaynaklarını kurutmamak lazım.
Bir Fıkra
Bir gün doktorlar, tımarhanede yaptıkları araştırmada en akıllı deliyi seçeceklermiş.
Bir gün delilerden biri bahçede bulunan havuza düşmüş ve boğulmak üzereymiş.
Delilerden biri havuza düşen arkadaşını kurtarmaya çalışmış.
Bunu gören doktorlar arkadaşını kurtaran deliyi yanlarına çağırmışlar ve "seni en akıllı seçiyoruz" demişler.
Doktorlardan biri: "Peki kurtardığın arkadaşını çağır da sana teşekkür etsin" demiş.
Deli: "Gelemez ki!"
Doktor: "Neden gelemezmiş?"
Deli: "Çünkü kuruması için onu astım!"
"Öğrenmek, zaten bildiğini fark etmektir. Yapmak, onu bildiğini göstermektir."
Richard Bach