Birey Üniversite Kitabevi’nde ‘yalnız hüzün vardır kalbi olanın hüznü öylece orta yerdedir’ diyen ve herkesin yıllarca merak ettiği, gençliğinin baharında ölen şair İlhami Çiçek memleketi Erzurum’da ilk kez anıldı.
Birey Kitabevi kurucusu Mahmut Balcı programın açılışında yaptığı konuşmada “İlhami Çiçek gibi değerli bir şair için Erzurum’da bir anma programının çok geç yapıldığını belirtmek isterim. Dilerim bu ihmal başka şair ve yazarlar için yapılmaz” dedi.
//ÇİÇEK’İN BIRAKTIĞI HOŞ SEDA
“Şair İlhami Çiçek hayatı acı bir sonla bitmiş olsa dahi o Müslüman ve mümin bir şairdi. Aşıkların söyledikleri türküler onda büyük bir etki uyandırmış. En önemli şiiri Satranç Dersleri sekiz bölümden oluşan uzun soluklu bir şiirdir.Bu da bize çalışkanlığını gösterir.Çalışkan bir arı;balı bize sunan, zehrini kendine akıtan..Şiiri güçlendikçe kendi gücü azalan bir şairdi” diyen Eğitimci ve yazar Mustafa Nezihi Pesen, İlhami Çiçekin hayatını ve şiir dünyasındaki yerini anlatmaya çalıştı.
Hüzün konusunda akademik çalışma yapan Ahmet Karakuş’un yönettiği söyleşiye İsmail Bingöl, Şahin Torun, Abdülkadir Öğdüm, Abdurrahman Zeynal gibi isimler de katkıda bulundu.
//ERZURUM’DA ÖDÜL ALDI
Çiçek çok nazik ve cömert bir sairdi.Şiirlerinde Sezai Karakoç gibi divan edebiyatından etkilenmişti. O’nu daha çok Cahit Zarifoğlu’na benzetmişlerdir. 1972’de ‘Otel Odaları’ şiiri Erzurum’da ödül almıştır.Şair 1983’te Tokat’ta hayatı kaybetti.
İlhami Çiçek’in yakın arkadaşlarından Dr Ali Kurt, “O sorumluluklarını bilen ve yerine getiren, tek derdi kitap olan, çayı ve sigarayı seven bir insandı.Bazıları onun ölümüyle ilgili üzücü şeyler söylemekte. O işleri yolunda giden, intihar etmesi için hiçbir sebebi olmayan bir adam.Ölümünden önce yakalandığı hastalık sebebiyle çok acı çektiği için o anda bazı davranışlarının bilinçdışı olması doğaldır.” Dedi.
//İLHAMİ ÇİÇEK: ŞİİRİN DALGIN OYUNCUSU
Eğitimci ve yazar Mustafa Nezihi Pesen İlhami Çiçek için şunları söyledi: “İlhami Çiçek, Şiirin Dalgın Oyuncusu. Dahası da vardı: İki yıl aynı evi paylaştıkları dostu Cahit Yeşilyurt’a bile anlatamadığı onlarca haliyle kendini şiirine yedirmiş Göğekin’in nerdeyse somutlaşmış varlığı. Yaşamının sağlamasını şiiriyle yapmış ve ürpertici, korkutucu bir boşluksuzluk bırakmıştı geride. Bu yüzden O’nu okurken nereye saklanacağımı bilemez olurdum. Kaçacak bir delik, sığınak bırakmamıştı. Keşke bırakmış olsaydı. Rastgele ve ani bir çıkışla yazılmamıştır Çiçek’in şiiri. Kalbin derinliğinde kaynaya kaynaya kelimelerle, imgelerle gün yüzüne çıkartılan bir şiirdir. Satranç Dersleri’nin uzun soluklu bir şiir olması, İlhami Çiçek’in şiirini bir duygulanım anından hemen sonra hızlıca yazmadığının en iyi göstergesidir. Şiirin en uyarılmış şekilde karşılandığı o bölgeye gidip uzun bir süre hizmet ediyor, kelimeler, imgeler, metaforlar arasında en iyi mısralar için mekik dokuyor. Yorgunluktan bitap düşünceye kadar. Varoluşun ağır yükünün farkına çok erken yaşlarda varan Çiçek, Zarifoğlu’nun bahsettiği şiirin saldırısına uğrayanlardandı belki de. Çünkü çocukluktan itibaren şiirle hemhal olmuştu. Aşıklık geleneğinin devam ettiği Erzurum’da yaşayan bir hassas ruhun, bundan etkilenmemesi düşünülebilir mi? Daha sonra lisede ve üniversitede bu okumalar genişleyerek ve koyulaşarak devam edecektir. Halk şiirinden, divan ve tekke edebiyatına geçiş yapan Çiçek, şiiri hayatının merkezine yerleştirdikten sonra Nuri Pakdil’in Edebiyat Dergisi çevresinde aradığı Öğreti ve önemsemeyi de yakalamıştır. Kaderin cilvesinin nerde, nasıl tecelli edeceğini kim bilebilirdi ki?
İlhami Çiçek, bu dönemden sonra, adeta alem-i misalden, yani farklı bir dil dizgesine sahip olan bir boyuttan gelen akını, bu dünyadaki duyarlı ruhların anlayabileceği bir inişli-çıkışlı, gerilimli şiir diline çeviriyor. Sanatçının, İbn Arabi’nin mertebelendirmesinde ‘berzah’ dediği mertebeye denk düştüğünü düşünüyorum. Şair İlhami Çiçek, dünya ile şiir evreni arasındaki o berzahı aşmak için yazıyordu belki de. Sanki şiir, Çiçek için hem bir tutamak-dayanak hem de O’ndaki gerilimi arttıran bir kara büyü. Beslendiği bu gerilim anları O’na ürpertiye, korkuya açık şiirler yazdırırken, dünyaya çocukluğundan beri tam uyum sağlayamamış ruhundaki dalgalanmaları da arttırıyor. Dalgalanmaları, gerilimleri ötelemek veya dengelemek için ortaya koyduğu şiirsel çaba, O’nun berzahta olma halini daha da belirginleştiriyor. Sadece şiir yazarken ip üstünde değildir ki O. Toplumdaki ve toplumsalın işleyişindeki aksaklıklar, sahtelikler, O’nu ta çocukluğundan beri kendisinin üzerinde yalnız yürüyebileceği bir sırat köprüsü’ne mahkum etmiş gibidir. En azından o böyle düşünmeye yatkındır. Dünya işlerinin acemisi olması, yaşı ilerledikçe kitaba, şiire daha çok sığınması O’nu dünyanın normal olmayan reel halinden daha çok koparmıştır. Bu kopuş, ölümüne değin süren doğurgan bir kopuştur. Şiirindeki düzen ve işleyişi en mükemmel şekilde görünür kılabilmek için sarfettiği sanatsal çaba, O’nu aşamayacağı bir yorgunluğa duçar etmiştir. Yani sanatında belirginleşen bir ışımayı var ederken, farkına olmadan-bilmeden sonunu çağırmıştır bununla. Şiirin çalışkan arı işçisi, balını bize sunarken zehrini kendine akıtıyordu. Saatlerce, günlerce, aylarca yoğunlaşarak çalışırken, tedirginliğin İlhami Çiçek duyarlılığına kuşku çullanıyordu.
Çağın ve içinin denetleyemediği kötücül baskılarına, vehimlerine zor bela direnen, kendi cüzi özgürlüğünde şiirin verimliliğine sığınarak isimlendiremediği kör baskını bertaraf etmeye çalışan Çiçek, kışlada bu direnci kaybetmiş olmalı. Somutlaşmış katı dış düzen, kurmak istediği oyunun taşlarını yerinden etmiş olmalı. Ki yürümenin dışında her eylemin adı kaçıştı. Kaçışını durdurmak için kendini durdurdu. Bezginlik bir cinnet halinde O’na galebe çaldı ve ‘oyun’ bitti. Tedirginliğin ve kuşkunun Yezidleri, yalnızlığının çölünde, iradesini elinden alarak O’nu meleklere teslim ettiler. Mahzun, müteellim, mahcup (çekingenliğin örtülerine bürünmüş) bu genç mümin şairin elini, kader, uzaktaki dostlarından evvel davranarak tuttu ve O’nu kendi geri döndürülemez gerçekliğine çekti. Ecinnilerin müphem ve mevhum olması ne kötü: Utanmıyor, doymak nedir bilmiyor. En güzel adamlarımızı, biz de bir yerlerde çırpınırken, elimizden alıveriyor. Ama biz şuna iman etmişiz: Allah’ın rahmetinin kuşatıcılığından kuşkulanmak affedilmez bir hatadır.”