Erbakan Vakfı Erzurum Temsilcisi Harun Dumlu, Cenevre’deki Kıbrıs görüşmelerinin Kıbrıs Davası ve Müslüman toprağı olması konusunda son derece kritik bir dönüm noktası olduğunu ifade etti.
Dumlu, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:
“Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de katıldığı beşli Kıbrıs Konferansı’nın Kıbrıs’ta soydaşlarımızı yok etmeye yönelik katliamlar sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin uluslararası anlaşmalardan doğan yetkiye dayanarak gerçekleştirmiş olduğu 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonucunda adada huzur ve sükûn temin edilmiştir. 1974’den günümüze kadar geçen sürede adada bir kişinin bile burnu kanamamıştır. Bugün ise ENOSİS’in önündeki tek engelin Türkiye’nin garantörlüğündeki bağımsız KKTC’nin varlığı. Kıbrıs adasında Rumlar’ın ENOSİS emeline ulaşabilmek için, KKTC´nin ortadan kaldırılması operasyonu hızla devam etmektedir. Eğer ki, Girit’te yaşanan süreçten, Girit’i nasıl kaybettiğimizden ders çıkarmazsak, Kıbrıs davasının da benzer bir sonla nihayetleneceği gayet aşikardır. Bunun gerçekleşebilmesi için Rumlar, Türkiye’nin garantörlük hakkına son verilmesini istemektedirler. Rumların ikinci taktiği ise, Türkiye garantörlüğünün sadece Türk tarafıyla ve belirli bir süreyle sınırlı olmasıdır.
Kıbrıs Türk tarafından adadaki Türk askerlerinin geri çekilmesini istemek ve bunun için AB tarafından dayatmalarda bulunmak, aynen Girit’te olduğu gibi “ENOSİS”İ gerçekleştirme amacına yönelik taviz koparmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Kıbrıs’ta ENOSİS önündeki tek engel 1974 Barış Harekâtı sonucu kurulan KKTC’nin varlığıdır. AB ve Rumlar tarafından bu engel ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bunun için en yüksek sesle ifade ediyoruz ki, dış güçlerin ve Rumlar’ın bu oyunlarına gelmeyelim, Girit’i masa başında kaybettik, Kıbrıs’ı da aynı şekilde masa başında kaybetmeyelim. Hükümetimizin bu konuda gerekli önlemleri alması ve ona göre adımlarını atması gerekmektedir.
Cenevre Konferansı’nda müzakere edilen şartların kabul edilmesi durumunda, Kıbrıs Türklerinin adadaki toprak miktarı yüzde 36,2’den yüzde 28,5’e indiriliyor. Bunun sonucu olarak doksan bin civarında Rum Türk tarafından aldıkları bu topraklara yerleşecek ve burada yaşayan Türkler göçe zorlanacaktır.
Ayrıca “Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak kurulması planlanan yeni devlette Türkler Rum-Türk nüfus oranı bakımından uluslararası hukuk kuralları uyarınca “azınlık” statüsünde olacaklardır. Bu durum açıkça göstermektedir ki AB ve Rum tarafının istediği; adayı bir Rum devlet başkanının yönetiminde, Rumların hakim olduğu hükümetle bir Rum adası haline getirmek, pek çok hakları ve kazanımları elinden alınmış Türk “azınlığı” ise zaman içerisinde tamamen eritip asimile etmektir.
Bu arada KKTC’nin en stratejik bölgesi sayılan Dipkarpaz’da, oluşturulmak istenen Federal Hükümet (aslında bu bir Rum Hükümeti olacaktır) yönetiminde bir Rum özel bölgesinin kurulması amaçlanmaktadır. Özellikle Dip Karpaz bölgesinin istenmesinin “burada Türkiye’ye karşı stratejik bir üs kurmak ve Türkiye’nin bu bölge açıklarında doğalgaz arama faaliyetlerinin önünü kesmek olduğu” ifade edilmektedir.
KKTC’nin toprak bütünlüğü, bağımsızlığı, adadaki Türk askeri varlığı ve Türkiye’nin garantörlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik girişimler, adanın stratejik ve jeopolitik konumundan Türklerin faydalanmasının ve Türkler’in adada egemenlik hakkına sahip olmasının hiçbir uluslararası güç tarafından istenmemesinden kaynaklanmaktadır.
Kıbrıs bizlere şehitlerimizin, 1974 Barış Harekatı’nın emrini veren Erbakan Hocamız’ın emanetidir. Maraş’ı, Dipkarpaz’ı veya herhangi bir KKTC toprağını Rumlara vermekle, Sivas’ı, Mardin’i, Urfa’yı, Adana’yı vermek arasında bir fark yoktur ve böyle bir adım asla kabul edilemez. Adadaki Türk askeri varlığının bir asker dahi eksiltilmesi asla kabul edilemez. TC Devleti’nin garantörlük hakkından asla feragat edilemez. Adada çözüm 1974 Kıbrıs Harekatı’yla zaten sağlanmıştır.
Sonuç olarak Kıbrıs, her türlü şahsi ve siyasi hesapların üstünde olup, sorunun çözümü AB normları temelinde Rum yönetimi altında Rumlarla birleşmekle, Rum Devleti içerisinde bir azınlık haline gelmekle değil, adada Türklerin 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’yla yeniden elde ettikleri haklarının, kazanımlarının aynen korunmasıyla mümkün olabilecektir”.