Milletvekilimiz Cengiz Yavilioğlu Bey bir twit atmış… Şöyle diyor: “Bahçeşehir Üniversitesi 2012 Değerler Araştırması’ndan: Halkmızn %85’i kendini dindar olarak tarif ediyor, fakat %10'u birbirine güveniyor. Nasıl yani!”
Evet… Haklı olarak soruyor: “Nasıl yani?”
Aslında işin uzmanıdır Sayın Yavilioğlu… Nasılını gayet iyi bilir! Ama, o nispette de kibar birisidir… Sorgulansın istiyor!
Aynı gün Sayın Başbakan da, Urfa’da halka sesleniyor…
Helal’den haram’dan söz ediyor. Özellikle de, Viranşehirlililere hitaben diyor ki: “Kardeşlerim benim sizden bir ricam var. Heralde elektriği kaçak kullanmayacağız değil mi çünkü siz haramı helali çok iyi bilirsiniz Ben bilirim ki Kürt kardeşimizin boğazından haram geçmez.”
Malum, Türkiye’den en çok kaçak elektriğin kullanıldığı yer Viranşehir’dir…
***
İnsanımızın yüzde 85’i dindar… Ama, yüzde 90’ı dinden habersiz… Öyle ya… Yüzde 10’luk bir kesim ancak birbirine güveniyor… Yani “Müminler birbirinin kardeşidir” (hucurat 10) ayeti kerimesinden haberdar değiller, yahut iman noktasında bu ilahi tespite uzaklar.
Çelişkiye bakar mısınız?
Ve bu ülkenin Başbakanı ziyaret ettiği bir vatan bölgesinde çok nazik bir biçimde, helal haram hatırlatması yapıyor…
Aslında ülkemizin içinde bulunduğu temel sorun budur işte. Kavramların içi öylesine boşaldı ki, amiyane benzetmesiyle “at izi it izine karıştı”…
Nasıl yani sualine cevap budur…
Tarifler muğlaktır artık!
***
Her kesim için geçerli ve sevimsiz bir haldir üstelik bu durum…
Bakın Soner Yalçın cezaevinden çıkışta ne söylüyor: “Biz bu vatana hasret içinde sürgün yaşamayı Nâzım Hikmet’ten öğrendik. Biz Aziz Nesin’den, Sabahattin Ali’den, Rıfat Ilgaz’dan inadına gazete çıkartmayı öğrendik. Ama bize yenilgiyi öğretemeyeceksiniz. Biz yenilgiyi öğrenmeyeceğiz ve inadına yazacağız!”
Anlı şanlı ulusalcımız bu bizim…
Dünyadan bihaber yaşıyor ve gariptir, habire de yazıyor…
Nazım Hikmet’i bilmiyor… Bu ülkeyi terk ediş hikayesini dahi duymamış, okumamış…
Okusa görecekti ki… Nazım sürgün edilmedi. Kendi rızasıyla Moskova’ya kaçtı. 1951 yılında… Moskova’ya iner inmez de “O kadar mutluyum ki! Bütün hayatımı, aşkımı, idealimi bu muazzam şehre borçluyum. Ben Sovyetler Birliği’nin çocuğuyum. 24 yıl sonra bu büyük şehre gelirken, tekrar kendi vatanıma dönmüş oluyorum. Stalin, benim için çok önemlidir. Gözümün ışığıdır. Beni Stalin yarattı!” hezeyanlarını savurdu…
Nereden nereye…
Nazım’ın izinden gidenlerin önemli bir kısmı şimdilerde liberal takılıyorlar… Yalçın gibi müritler ise ulusalcı keple geziniyorlar…
Bu noktada hatırlatalım ki, kimi sağ tandanslı siyasetçilerin de zaman zaman Nazım histerileri tutuyor… Dahası “cesedini ülkesine getirelim” diyenlere dahi rastladık… Dedik ya, tarifsizliği teneffüs ediyoruz diye… Bu işgüzarlara bakın Nazım Hikmet ne diyor:
“Ben burada (Moskova’da) rüzgâr gibi/
Bir halk türküsü gibi hürüm/
Ama sürgünde değil, gurbet ellerinde değil/
Öleceğim rüyalarımın memleketinde/
Beyaz şehrinde en güzel günlerimin.”
Ne diyelim artık…
Fazla söze hacet yoktur sanırım…
Yine de “nasıl yani” mi? dediniz Sayın Vekilim!