“Eğer bugün, Kıbrıs’ta bir Türk halkının mevcudiyetini dünya kamuoyuna anlatabilmişsek bu ancak 120.000 Türk’ün eseridir. Bu eserde yedisinden yetmişine her ferdin hissesi vardır. ‘Ben yaptım, sen yaptın’ yok. ‘biz yaptık’ vardır.” 1967
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Uluslararası toplumun başındaki kişi, kedilerin damlardaki gezinmeleri sona ermeden Kıbrıs uyuşmazlığına ilişkin raporunu açıklamaya hazırlanıyor. Uyuşmazlığın ortalık yerlere çıkması ve soruna dönüşmesi aşamasına gelinceye dek pek çok raporun yazıldığı biliniyor. Bu raporlara koşut olarak hazırlanan çözüm önerilerinin de ciltler dolusu olduğunu kaydetmek istiyoruz.
Yapılmış olan bütün çalışmaları iyi niyetli olarak değerlendirmek ve algılamak oldukça zordur.
Uluslararası toplumun birincil ilkesinin taraflara karşı adil olmasını gerektiriyor. Bu ilkenin Kıbrıs Türklerine karşı adil ve adaletli olarak uygulandığını söylememiz olası değildir. Konuşulmadık görüşülmedik hiçbir konusunun kalmadığı uyuşmazlık bu nedenle çözümsüzlüğünü korumaktadır. Adadaki özel danışmanların bile hazırladıkları raporlarını Rumların etkisi altında kalarak yazdıkları biliniyor. Bu nedenle çözümün dağların arkasında bile olsa ulaşmak olanaklı olamamaktadır.
Genel içerisinde “iki eşit taraf, iki eşit halk ve iki eşit kurucu devlet’ten söz ediliyor. Bu söylemlerden sonra yazılan raporların taraflı olarak kaleme alındığından sıkıntılar aşılamıyor. Bu ilkelere bağlı kalınmaması uluslararası toplumun uyuşmazlığın aşılmasını veya çözülmesini istemediği gerçeğini ortalık yerlere çıkarıyor. Şu anda Kıbrıs’taki özel temsilci olan Bay Aleksander Downer’in mendil büyüklüğündeki ülkenin eski önde gidenlerinin yakınları ile akçeli işlerinin olduğunu da bir kez daha yinelemek istiyoruz.
Mart sonuna kadar hazırlanacağı duyurulan raporda öncelikle 541 ve 550 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarının kaldırılması çalışmalarına vurgu yapılmasını gerekli görüyoruz. Bunun yapılmaması halinde bu kararlarda esnemenin sağlanmasını ve bu yönde çalışmanın yapılması kaçınılmazdır. Esnekliğin sağlanmaması sonrasında var olan durumun devamı kaçınılmaz olarak ortalık yerlere çıkmış olacaktır. Uluslararası toplum uzun süren uyuşmazlıkta genel içerisinde ne yazık ki adil olmamıştır. Bu taraf olamama da var olan durumun sürekliliğini zımnen de olsa kabul etmek demek olacaktır.
Kıbrıs’taki durumu dünyadaki diğer uyuşmazlıklarla karşılaştıracak olur isek Keşmir sorunu ile Ortadoğu’daki Filistin İsrail anlaşmazlıkları 1948 yılından bu yana sürmektedir. Keşmir sorununun çözümü hiçbir zaman Kıbrıs örneğinde olduğu gibi gündeme bile getirilmemektedir. Filistin’le İsrail arasındaki sorun çözülemediği gibi çatışmalar da devam etmektedir. Bu sorun adeta bir kan davasına dönüşmüş durumdadır.
Her üç uyuşmazlık veya adına ne derseniz deyin, çözüm konusunda buralardan çıkarları olan ülkelerin, çözümsüzlüğü sürekli olarak pompalamaları nedeniyle sorunlar ve sıkıntılar aşılamıyor. Keşmir ve Filistin’le İsrail arasındaki sorun bir anlamda nadasa bırakılmış durumdadır. Kıbrıs uyuşmazlığı ise bölgedeki yer altı zenginliklerine sahip olabilme adına sürekli olarak kaşınmaktadır.
Kıbrıs’taki uyuşmazlığın temelinde Rumların adanın bütününe egemen olmak istediklerinin yattığını her halde bilmeyen kalmamıştır. Bu düşüncede olanlar, Kıbrıs Türklerine hiçbir yasal dayanağı olmayan ambargoları uyguluyorlar. Kendilerince sorunu çözebileceklerinin düşlerini görmekte ve buna yönelik hesaplar yapmaktadırlar.
Bir yanda yasadışı olduğu kadar haksız ambargolar altında boğuşmakta olan Kıbrıs Türkleri, karşılarında devlet olmanın bütün olanaklarını kullanan mendil büyüklüğündeki ülke ile de boğuşuyor. Bu haksızlıkları yeterli görmemiş olan uluslararası toplum, 541 ve 550 sayılı kararların engeli ile uğraşmaktayız.
Adada gerçekten kalıcı yaşayabilir, bir çözüm isteniyorsa yukarıda da kaydettiğimiz gibi yapılması gereken adı geçen kararların kaldırılması olamadığı takdirde esnetilmesi gerekiyor mu ne…
Haftaya bu konuyu irdelemeyi sürdüreceğiz.
SEVGİ ile kalınız…