“Evkaf mücadelemiz 75 seneden beri nesilden nesile devam etmiştir. Bu zaferi kazanmak bahtiyarlığı bizim neslimize nasip olmuştur. Bununla beraber Evkaf müessesesinden halkımız için beklediğimiz tam randımanı almak belkide bizim çocuklarımıza nasip olacaktır.” 1956
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Türk vakıflarına ait olan malların, Kıbrıs Türklerinin adadaki varlığının devam etmesinde yadsınamaz katkısının olduğu biliniyor. İngilizlerin adayı 1878 yılında kiraladığı genel bir kanıdır. Araştırmacılarla tarihçiler bu konuda arşivlerde böyle bir sözleşmenin olmadığını söylüyorlar. Adayı bir oldubittiyle ele geçiren İngilizlerin ilk iş olarak vakıflara el attıkları ve vakıf senetlerini incelemeye aldıkları herkes tarafından bilinmektedir. Vakıf senetlerinin incelenmesi sonrasında 1900 yılında vakıfların yönetimine el koydular. Vakıf malları Kıbrıs Türkleri için kutsal bir değerdi. Kutsal olmasının ötesinde Kıbrıs Türklerinin adadaki varlık nedenlerindendi. Vakıfların yönetimine el konulması sonrasında yoksul halka yapılan sosyal yardımlar kesildi. Bu uygulama Kıbrıs Türklerinin ada dışına göç etmelerini tetikleyen bir unsur oldu.
Kıbrıs Türkleri uğradıkları bu haksızlığa karşın haklarını geri alma mücadelesini başlattılar. 56 yıl süren mücadele sonrasında 15 Nisan 1956 gününde vakıfların yönetimi yeniden Türklere verildi. Aradan geçen bu sürede Vakıflara verdikleri yıkım günümüzde de devam etmektedir. Şu anda kapalı durumda olan Maraş bölgesinin durumu ortalık yerlerdedir. “Vakıfların Kıbrıs Türk tarihinde büyük yeri ve önemi vardır” vurgusunu yapan liderimiz Dr. Fazıl Küçük fakirlik yıllarında Vakıfların öne çıktığını ve dinin devam etmesine de katkısının olduğunu belirtiyordu.
Mendil büyüklüğündeki ülkenin önde gidenleri, “Maraş’ın gerçek sahiplerine verilmesi gerektiğini, çözüm içinde bu koşulun vazgeçilmezleri olduğunun türküsünü” sıklıkla yinelediklerini sizler de biliyorsunuz. İngilizlerin marifetleri ile haksız yere kullanım belgesini elde edenler bu malların kendilerine ait olduğunu söylüyorlar. Kullanım Belgesi ile Tapu Belgesini ayırt edemeyecek kadar bilgiden yoksun olduklarını düşünemiyoruz. Sürekli olarak konuyu AİHM’ne taşıdılar ve bu kurumu yanıltarak karar aldırmayı başardıklarını da kabul etmek durumundayız.
Adı geçen mahkemenin kendisine ulaşan başvurulardan rahatsızlık duyduğu biliniyordu. İç hukuk yolları tüketilmeden yapılan başvuruların kesin sayısının bilinmediğini de kaydetmek istiyoruz. Kıbrıslı Rum Bayan Eleni Meleağru’nun Türkiye aleyhine yapmış olduğu başvuru 02 Nisan 2013 gününde karara bağlandı. Rum Tapu Dairesi tarafından Rumlara verilen tapu belgelerini tanımayan AİHM, Türkiye’nin görüşlerini benimsedi. Doğru belgelerle yapılan başvurular sonrasında gerçeklerin önümüzdeki dönemde de ortalık yerlere çıkacağının bilinmesini istiyoruz.
AİHM’nin bu kararını değerlendiren başvuru sahibi Bayan Eleni; “ Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik hakları ve bugüne değin bütün egemenlik alanındaki taşınmazlara ilişkin tapu verme yetkisinden kuşku duyulmadığına dair çok olumsuz bir gelişme” diyor. Rum basını da konuyu değerlendirirken “AİHM Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Egemenlik Haklarından Kuşku Duyuyor- AİHM Tamamen İlgisiz- Temyizden Sonra Bile Kıbrıslı Rum Başvurularının Kapısı Kapalı” başlıkları ile okuyucularına duyurdular.
Havaların yavaş yavaş ısınmaya başladığı günlerde Bay Aleksandr Dovner çözüm için kendince mekik diplomasisi uyguluyor. Çat Ankara’da çat kapı arkasına saklanarak uyuşmazlığa çözüm arayışlarını sürdürüyor. Karşı taraf ise nazlanan gelinler gibi “Şimdi olmaz Eylül’de de olmayabilir Ekim’de gel o zaman belki” oyununu sahneye koyuyor. Doğal olarak ne zaman bir araya gelinecekse bu güne değin söylenenlerin aksine bir görüşün ortalık yerlere çıkmayacağını düşünüyoruz. “ İki bölgeli iki toplumlu federal bir yapının oluşturulması çabalarımızı sürdürüyoruz” açıklamalarını dinleyeceğiz.
Yapılmakta olan ve gelecekte yapılacağından kuşku duymayacağımız açıklamalarla istenen sonucun alınmasının olanaksızlığının bilincindeyiz. Filelefteros gazetesindeki yazısında Bay Hristos Mihailidis; “ Biz bunlarla mı barış yapacağız” sorusunu soruyor. Kıbrıs Türklerini de devleti yıkmak için isyan eden silahla mücadele edenler olarak tanımladıktan sonra “Bu günkü ortamın yaratılmasının zeminini hazırladılar” diyor.
Din işlerinin dışında her işle uğraştığı bilinen Makarios’un 1960’lı yıllarda söyledikleri ile günümüzdeki yaklaşımların değişmediği gerçeği ile bir kez daha yüzleşiyoruz. Bu süreç artık süreç olmaktan çıkmış ve çok yönlü oyuna dönüşmüştür. Yaşananlardan ders çıkarmayanlarla, anlaşacağız diye görüşme masasına oturmak anlamını yitirmiştir. Masadan kalkmanın da bir tavır olduğunun da unutulmaması gerekiyor.
Kıbrıs’ta çözüme ulaşmak gerçekten olanaklı mı? Sorusunun yanıtının daha fazla zaman yitirilmeden verilmesi gerekiyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…