Uzunca bir süredir tarihi camilerimizi kaleme alıyoruz…
Ayrıntıya girmeden yapıyoruz bunu…
Maksadımız okuyucuyu sıkmadan bilgi vermek…
Kurşunla kaplı kocaman bir kubbeden bahsetmiyoruz mesela…
Yine bu kubbeyi ayakta tutan fil ayaklarından da…
Biliyoruz ki…
Hemen neredeyse bütün tarihi mabetlerimizde bu hususiyet ön planda…
Her seferinde bu denli teferruata ne gerek var…
Kaldı ki, başka kaynaklarda bu özellikler en ince detaya kadar verilmiş…
Bu yüzden de, olabildiğince sathi anlatıma dikkat ediyoruz…
Tarihi eserleri aktarırken, bir de kendi ruh dünyamızı süsleyen çağa uygun mabet şekillenmeleri oluyor zihnimizde…
Keşke girizgahlı…
Kimde olmaz ki…
Çok beğendiğim bir aydın da bunu yapmış…
Mimari anlayışı kaleme alırken olabildiğince de felsefe yapan bu güzel insan düşlediği bir mescidi de kayda geçmiş…
Diyor ki…
“Camdan ve çelikten bir mescid düşlüyorum. İçi görülen. Pek tabii ki dışı da. Şeffaf ve yalın. Küçük ve mütevazı bir mescid. İnsan ölçeğinde. İnce ve naif.
Sivri ve sert değil, dokunsan kırılacakmış kadar narin.
Şehrin tam da göbeğinde. Renkli, turuncu, mavi, kırmızı vitraylar, sıcak sımsıcak renkler, fakat abartmadan, cıvıtmadan.
Bir de mozaikler, tüm sevimliliği ile, soyluca. Mondrian sadeliğiyle.
Fabrikasyon halılılar değil, aksine el yapımı kilimler. İçi de dışı da görülen şeffaf bir mescid, iyi ki muhtacım dedirten bir mescid.
İnancı ve dahi insanı güncelleyen, çağın bilim ve teknolojisini dikkate alan bir teknik.
Güzelce bakmayı bilen bir bilincin tecessüm etmiş hali. Küçük büyükten büyüktür diyen bir bilincin. Zarafet azametten ürker diyebilen bir bilincin.”
***
Dücane Cündioğlu’nun bu düşünü ve en sonda yaptığı muhteşem tespiti okuyunca, Erzurum’daki tarihi camiler de “küçük büyüktür” hakikatine teslim bir biçimde yapılmış dedim…
Yine…
Her anlattığımız eser için “hoş” nitelemesi yapmamız, abartıdan uzak, olabildiğince mütevazı kalındığından dolayı mıdır? Acep…
Osmanlı dönemi camilerine bakınız…
Cesamet olarak en büyüğü Lala Paşa Camii…
Küçük; ama, hakikaten çok büyük!
Küçük; fakat zarif…
Ecdadımız hep insan merkezli düşünmüş…
Kuran-ı Azimüşşan’ın tarifi üzere insan..
Ferahlık kavramını o yüzden öncelemiş…
Taklitten ziyade tahkike önem vermişler…
Öyle olunca da…
Bıraktıkları eserler, kapladıkları alan ne denli küçük olsa da, ruh iklimine yansıyan siluetleri çok büyük olmuş…
Bu günlük böylesi bir yaklaşım aktarımı yapalım istedik…
Yarın tarihle kucaklaşmaya devam…