‘Bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın’ anlayışındayız.
Asrın trendi bu..
Önce ben, sonra ben, ve hep ben..
Hele Erzurum’da..
Erzurum Türki dili gramer sınavına girse, her konudan geçer de, şahıs zamirlerinden sınıfta kalır..
Çünkü bizim bildiğimiz yegane şahıs zamiri ‘ben’ dir..
Sen, o, biz, siz, onlar yok..
Sadece ben var, sadece ben..
Siyasette ben, ticarette ben, sanatta ben, sporda ben..
Ben yoksa eğer ne önemi var, ki başka şahıs zamiri yok ki..
Sen ne demek,o ne demek, biz ne demek, siz ne demek, hele onlar..
Dernekçiliğimizde particiliğimizde ben merkezli..
Siz hiç Erzurum’da süresi dolmadan, yasal mecburiyet hasıl olmadan, filanca daha iyi yapar, ya da yenilere kapı açayım diye, bir siyasetçinin, dernekçinin, mebusun, belediye başkanının, kamu görevlisinin kendi rızası ile yerinden ayrıldığına şahit oldunuz mu?
Emin olun yoktur..
Varsa da…
Erzurum için bir adım atılmışsa, içinde ‘benim partim’ yoksa, boş ver gitsin..
Ben yararlanmıyorsam eğer, ne önemi var..
Bensiz neyi becerirler ki..
Ne iyi varsa ben yaptım, partim yaptı..
Söz budur, hal budur..
Öyle bir hale getirdik ki bu işi, ruhumuzda bir ben oluştu..
Habis ve siyah..
İri ve çirkin..
‘Kendisi için istediğini komşusu için istemek, ya da kendi için istemediğini komşusu içinde istememek’ şeklindeki inanç doğrumuzun üstünde miyiz?
Sorgulamamız gereken budur.
Buna empati diyorlar çağımızda..
Kendimizi karşımızdakinin yerine koymak…
Ama..
Biz bunu hep makamlar için yapıyoruz..
Özlediğimiz, düşlediğimiz makamlar, mevkiler için..
Siyasetin falan yerinde ben olsam, falanın parası kadar maddi servetim olsa…
Ben de ülkeyi yönetenlerden biri olsaydım..
Bunda gizli bir haset var..
Gizli kıskançlık..
İnancımızın emrettiği empati şekli bu değil..
Mesele kendimizi, maddi bakımdan bizden daha düşük düzeydekinin yerine koymak..
Doktorsak hasta gibi düşünmek..
Avukatsak müşteki gibi..
Belediye Başkanıysak vatandaş, milletvekili isek seçmen, öğretmensek talebe, amirsek memur, patronsak çalıştırdığımız personel olabiliyor muyuz vicdanımızda.
Ya da sadaka verdiğimiz fakirin yerine koyuyor muyuz kendimiz..
Bizden yardım bekleyen yoksulların yerine geçirebiliyor muyuz nefsimizi..
Elimize bakanlar gibi bakıyor muyuz olaylara..
Üzerinde yürümemiz gereken, zihnimizi yoğunlaştırmamızın lazım geldiği eksen budur..
Var mı biz de..Hak getire..
Çarşamba günü bir acı olay yaşandı Yunus Emre’de..
Hayatının baharında 12 yaşındaki bir çocuk çatıdan düşen buz kütlesinin yol açtığı travmayla yaşamını yitirdi..
Bir gül daha açmadan sondu..
Bir fidan daha dal budak vermeden kurudu..
Olay çatıdan düşen buz kütlesi şeklinde algılandı ..
Erzurum’da sıkça yaşanan bir olay bu…
Çatısını temizleyen kaç kişi var, ya da temizleten yönetici..
Kardır, erir gider boş vermişliğindeyiz..
Buz kafamıza düşmezse sorun yok..
Çünkü olayın içinde biz yokuz..
Ama bizim kafamıza düşerse işte o zaman mesele ve sorun..
Hatta memleket problemi..
Aslında çatımızdaki buzu temizlemek, ya da temizletmek bir vatandaşlık görevi..
İnsana ve çevreye zarar vermemek için mecburiyetimiz.
Ama yapan kaç kişi var?..
Erzurum’da yıllardık kaç kişi yaşamını yitirdi bu yüzden, kaç kişi yaralandı, kaç kişi sakat kaldı bilir misiniz?
Kaç ocak söndü, kaç yürek parçalandı, kaç yürek toprağa düştü…
Kaçımız buz kaplı çatımızın altından geçeceklerin endişesini çektik ki..
Yunus Emre’deki minik yavru bizim de çocuğumuz, kardeşimiz olabilirdi..
Hatta biz..
Ama buz kafamıza düşmezse sorun yok..
Oysa bu olaylardan toplum olarak hepimiz sorumluyuz..
Birbirimizi uyarmadığımız, yetkilileri haberdar etmediğimiz, çatılarımızı temizlemediğimiz için hepimiz mesuluz..
Sanmayın o buz kütlesi bir çocuğunu başına düştü..
Sanmayın..
Yunus Emre’de çatıdan inen kütle bizim vicdanımıza düştü..
Kar beyazlığında değil, aymazlık siyahlığında..
İri ve kara..
İri ve çirkin..
İri ve imanımızı yakan..
Farkında mıyız…
Farkında mıyız…