Doğru her yerde doğru..
Doğru her şartta doğru.
Doğru her zaman doğru.
Kimin söylediği, ya da kimin teslim ettiğinin önemi yok.
Bize göre Şair-i Azam, mütefekkir ve Milli Marşımızın müellifi Akif,
‘Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek: Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.’ diyor bu sebeple.
Ne yazık ki, doğruluğun bir haslet, bir seçkinlik, bir ayrıcalık olduğu zamanlarda yaşıyoruz
Oysa doğruluk insan olmanın, yaratılmışların en şereflisi olmanın gereği.
Kur’an-ı Azimüşşan’daki vurgu bu.
Doğruluk.
Türkülerimize kadar giren, ‘Karakolda doğru söyler/ Mahkemede şaşar’ tipinin insanlıkla alakası yok.
Enam Suresi’nde Cenabı Hak:
‘Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir. ‘ buyuruyor.
Hakikat odur, O’ndan hiçbir şey gizli kalmaz..
Hakikat odur, yaptıklarımızın hesabını mutlak ama mutlak vereceğiz.
Alemlerin Rabbinin hükmü bu.
**
Nefsimiz, sınandığımız nefsimiz bizi hep şaşırtıyor..
Nefse yenilmek, sözü buradan neşet ediyor.
Olayları, şahısları ve elbette zamanı kendimize göre yorumluyoruz.
İşimize geldiği gibi.
Çıkarımızın doğrultusunda.
Mesele günü kurtarmak ya, nefsimiz öyle diyor, doğruluk hak getire..
Okumuşsunuzdur mutlaka..
Beydeba Kelile ve Dimne’sinde bu hakikati öyle güzel anlatır ki..
Dünya edebiyatının ölmez eserleri olan Bostan ve Gülistan’da Şeyh Sadi Şirazi öyle beliğ ifadeyle aktarır ki bu gerçeği.
Tabi, Akifimiz Safahat’ında.
**
Dünya’ya, insana ve eşyaya işimize geldiği gibi bakarız.
İlahi hakikate ram olmayan nefsin istikameti budur.
Jean de La Fontaine, malum, Fransız şair ve yazar.
Onun fablları birer ders niteliğinde.
Orhan Veli’nin aktarımıyla tanışmış efkarımız onun eseriyle.
İnsanın çıkarına göre eğilimi olduğu gerçeğini Horoz ve İnci Fabl’iyle ne güzel aktarıyor.
Diyor ki La Fontaine:
Horozun biri bir gün inci bulur;
Alıp onu kuyumcuya doğrulur.
Kuyumcu ne istediğini sorar.
O da der ki: "Bu galiba mücevher;
Al da bunu bana biraz darı ver:
O benim daha çok işime yarar."
Bir cahile bir kitap miras kalır;
Cahil de hemen bu kitabı alır;
Yol üstündeki kitapçıya uğrar;
Der ki: "Bu kitabı vereyim sana,
Yerine sen üç beş kuruş ver bana;
O benim daha çok işime yarar."
İnsan olarak işte buyuz.
Her şeye işimize geldiği gibi bakar, her şeyi işimize geldiği gibi yorarız.
Oysa hiçbir zaruret doğruyu değiştirmez
Oysa hiçbir mecburiyet doğrudan ayrılmayı gerektirmez.
Ucunda ölüm de olsa.
Zira yaptıklarımızı gören, işiten ve bilen var.
Hak Kuran-ı Azimüşan’da Yasin suresinde:
‘O gün onların ağızlarını mühürleriz; yapmış olduklarını elleri bize anlatır, ayakları da tanıklık eder.’ diye buyuruyor.
Ötesi yok.
Doğruluktan kaçış yok.
Günü kurtarabiliriz belki yalanla dolanla..
İnanıyorsak ve inanıyorsak, hele hesap gününe, kaçış yok.
Evet..
Gözleniyoruz..
Evet bizi her anımızla gören, işiten var..
Üstad,
‘Hep nefs çıkar karşıma, ölüp ölüp dirilsem;
İnsandan kaçmak kolay, kendimden kaçabilsem..’ diyor ya.
Tercih bizim: Ya nefis ya hak..
Başka yolu yok.